Dün, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin yıldönümüydü.
Her yıl olduğu gibi bu 10 Kasım’da da Türkiye’nin dört bir yanında aynı duygular hakimdi. Sirenler
çaldı, yürekler durdu, gözler doldu. Törenler düzenlendi, mevlitler okundu, dualar edildi, lokmalar
dağıtıldı.
Halk, Atatürk’e duyduğu sevgi ve minneti yine en içten şekilde dile getirdi.
Fakat ne gariptir ki, bu anlamlı etkinlikler bazı çevreleri rahatsız etti. Özellikle yobaz ve bağnaz
kesimler, halkın Atatürk’e olan sevgisinden huzursuz oldular.
Oysa Atatürk yalnızca bir lider değil; bir düşünce devrimidir. Eşitliğin, özgürlüğün, aklın ve bilimin
simgesidir.
Atatürk demek, eşitlik demektir.
Atatürk demek, adalet demektir.
Atatürk demek, ayrımcılığa son vermek, farklılıkları bir zenginlik olarak görmek demektir.
Bu yüzden 10 Kasım, sadece bir yas günü değildir.
10 Kasım, bir hatırlayış ve farkındalık günüdür.
Geçmişe bakarken, geleceğe ne kadar ilerlediğimizi sorgulama günüdür.
Onun “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesillerine ne kadar yaklaşabildiğimizi düşünme günüdür.
Böylesine anlamlı bir günde, ülkenin enerjisini birleştiren değerler üzerinde durmak gerekirken,
kimi çevrelerin gündemi farklı.
Kimi, yeni bir anayasa tartışmasıyla toplumu kutuplaştırıyor; kimi ise Atatürk’ün mirasını yok
sayarak tarihle inatlaşıyor.
Oysa bir millet, geçmişiyle kavga ederek değil, onu anlayarak ilerler.
Dağlar, taşlar, yürekler hala “Atatürk” diye yankılanıyor.
Bu ses, bu sevgi kolay kolay dinmez.
Çünkü Atatürk bu ülkenin vicdanıdır.
Ve o vicdan, her 10 Kasım’da olduğu gibi, bugün de dimdik ayaktadır.

YORUMLAR