Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

1930’lar Antakya’sını mı Anlatıyor?

Anlattığını Sanıyor… Ketrin Köprü:

Anlattığını Sanıyor…

Ketrin Köprü: “Aziz dizisi, 1930’lar Antakya’sını anlattığını sanıyor! Her ne kadar sahnelerden birinde arkalardan gelen çan sesi, kısa süreliğine de olsa ‘Antakya budur’ dedirtse de, birçok kültüre beşiklik etmiş böylesine güzel bir şehri yanlış aktarıyor. Ve bununla kalmayıp, bölge insanının dini ve kültürel yapısına dair aşağılayıcı bir üslup benimsiyor.”

Antakya’nın en büyük ve tek halı üreticisi olan Payidar ailesinin oğlu Aziz Payidar’ı (Murat Yıldırım) merkez alan hikâyesiyle, Hatay’ın düne dair tarihini anlatan ve geride kalan haftalarda aldığı reyting ile zirveye yerleşen ‘Aziz’ dizisi, eleştirilerin de odağında.

Antakyalı Ortodoksların sesi olmak amacıyla hayata geçirilen, ‘biz’ anlamına gelen Nehna.Org haber sitesinden Ketrin Köprü’nün kaleme aldığı son yazı, bahse konu eleştirileri gündeme taşıdı, bu konuda dikkati çeken tespitleri paylaştı.

Dizinin yarattığı hayal kırıklığında duran Ketrin Köprü, ara başlıklar halinde şunları dile getirdi:

-HAYAL KIRIKLIĞI-

Kasım ayında, Antakya’nın 1930’larını konu aldığı iddiasındaki Aziz dizisi yayınlanmaya başladı. Bu dizi, iddiasıyla, benim gibi birçok Antakyalıyı heyecanlandırsa da, daha ilk bölümden itibaren ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Çünkü Antakya’ya benzetilmeye çalışılan bir platoda çekimi yapılan dizide (bazı kısımları Antakya’da çekiliyor), ne yazık ki Antakya’ya ait bir şey bulmak oldukça zor. 1930’lar Antakya’sını konu alan bir yapıttan, şehrin tarihine ve kültürel değerlerine dair bu kadar özensiz olmamasını beklemek de haksızlık olmaz diye düşünüyorum.

-ŞEHRİN SAHİBİ!-

Henüz izlememiş olanlar için diziyi kısaca anlatayım… Aziz Payidar, Antakya’nın en büyük ve tek halı üreticisi olan Payidar ailesinin oğludur ve gayet refah ve zenginlik içinde büyümüştür. Fakat Aziz’in hayatı, manda yönetimi altındaki Antakya’yı tek başına yöneten Fransız Delegesi Mösyö Pierre’in oğlu Andre’yi öldürmesiyle bir anda değişir ve şehri terk etmek zorunda kalır. Birkaç yıl sonra şehre döndüğünde, her şey değişmiştir. Babası iflas ettikten sonra hayatını kaybetmiş, onun ortağı olan amcası Payidar, şehrin halı üretimini ele geçirmiş ve Fransız güçleriyle işbirliği içindedir. Sevdiği kadın Dilruba, artık amcasının oğluyla nişanlıdır.

-SİLİNMİŞ!-

Aziz’in Antakya’sında, bu dönemde yalnızca karikatürize Fransızlar ve onların zulmü altında ezilen veya onlarla işbirliği içinde olan Türkler yaşıyorlar. Bir de, bu düzeni değiştirmeyi amaçlayan Aziz elbette ki. Bunun üzerinden, hikâyede çok net bir ‘biz’ ve ‘onlar’ ikilemi kuruluyor. Aziz’in ağzından, henüz ilk bölümde “Bu şehrin esas sahibi biziz” lafını duyduğumuzda, aklıma ilk olarak şu soru geliyor: ‘Bizden’ kasıt kim? Zira dizide Fransızlar ve Türkler dışında bölgede yaşayan tüm Müslüman ve gayrimüslim unsurlar hikâyeden silinmiş. Bugünkü Antakya’nın toplumsal dokusunun önemli parçaları olan Hıristiyan, Alevi ve Yahudi toplumlar, bu hikayenin neresinde? Bu toplumlar ve bunlara ait ibadethaneler gibi şehrin mimari dokusunu oluşturan binalar nasıl yok sayılabildiler?

Hikâyede, bu toplumların dilleri de görünmez kılınıyor. Nitekim inandırıcılık adına, hikâyedeki Fransızlar kırık bir Türkçeyle konuşurken, Türklerin dilinden, İstanbul Türkçesi berraklığında aksansız bir Türkçe dökülüyor. Bugün bile sokağın dillerinden olan Arapça, hiçbir karakterin aksanına nasılsa tesir etmiyor.

-GAVUR!-

Fakat dizideki Müslüman karakterlerin diline tesir eden net bir şey var, o da nefret söylemi… Gayrimüslimlere karşı ayrımcı bir ifade olan “gavur” kelimesi, dizi karakterlerinin dilinden düşmüyor. “Gavur döver gibi dövdüler bizi”, “Fransız gavuruna köle olmayacağım” gibi replikler her bölümde duyuluyor. Bu kelimenin birçok Antakyalı gibi benim hayatıma da Antakya’dan farklı sebeplerle ayrıldıktan sonra girdiğini düşünürsek, böylesine aşağılayıcı bir kelimenin, Antakya’nın ve Antakyalıların gündelik yaşantısında olmadığını söyleyebiliriz. Bu durumda dizi gerçeklikten iyice uzaklaşarak, yine bölge insanına yapay gelen bir hikaye üzerinde ilerliyor.

Son olarak, dizide dikkat çeken bir diğer gariplik ise kötü karakterin ismi… Dizinin adı Aziz iken, Fransız delegenin isminin de Pierre olarak seçilmesi, akla ister istemez Antakya’daki kadim kiliseyi getiriyor. Saint Pierre (Aziz Pierre) Kilisesi, sadece Antakyalılar için değil, dünya Hıristiyanları için büyük öneme sahip bir yapı. Basit bir tesadüf olması muhtemel olsa da, Pierre adının seçilmiş olması yine de ilginç.

Ezcümle, Aziz dizisi 1930’lar Antakya’sını anlattığını sanıyor. Her ne kadar sahnelerden birinde arkalardan gelen çan sesi kısa süreliğine de olsa “Antakya budur” dedirtse de, birçok kültüre beşiklik etmiş böylesine güzel bir şehri yanlış aktarıyor. Ve bununla kalmayıp, bölge insanının dini ve kültürel yapısına dair aşağılayıcı bir üslup benimsiyor.

Tamer Yazar