Bir yangının külleri, hangi sürede soğur?
Kaç zamanda dağılır sisi? Ne zaman kaybolur kokusu insanın bedeninden, belleğinden! …
Kaç yılda unutur insan, yangının çıkardığı sesi?…
Bir, beş, on, otuz, belki yüz yılda, ya da hiç?
Tam otuz bir yıl önce Pir Sultan Abdal Kültür Etkinliklerinin dördüncüsüne katılmak üzere, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta bulunan onlarca sanatçı, tiyatrocu, yazar, şair, katılımcı, Madımak Otelinde sekiz saat süre ile, on beş bin kişinin örgütlü kuşatması altında, tekbir sesleriyle, her türlü sözlü ve fiziki saldırıya maruz kaldı. Laik cumhuriyeti hedef alan bu örgütlü kalkışmanın faillerinin, devletin asker ve emniyet güçlerinin gözleri önünde oteli ateşe vermesiyle, ikisi otel çalışanı olmak üzere otuz beş kişi yanara can verdi. Onlarca insan yaralandı.
O günden bugüne hem çok şey değişti, hem hiçbir şey değişmedi Türkiye’de. Yangının karası, olduğu yerde büyüdü. Bu otuz bir yıllık süreç içerisinde toplumsal ve kişisel belleğimizde acıyla andığımız, toplumsal algımızı darmadağın eden, yaşam bütünlüğümüzü ortadan kaldıran, her birimizin fizyolojik, psikolojik varlığını tehdit eden katliamlara, ne yazık ki yenileri eklendi. (Başbağlar, Gazi Mahallesi, Reyhanlı, Ankara 10 Ekim Gar, Suruç, İstanbul katliamları ve diğerleri.)
Bu saldırı ve katliamların her birinin acısı ve yarattığı şok, önceden yaşanmış olanların toplumsal hafızamızda birikmiş acısını, yeniden kanattı ve çoğalttı. Bu katliamlar ve şiddet sarmalı, insan türünün düşünsel ve eylemsel tarihinde biriktirdiği tüm değerlerin üstüne, bir örtü daha örttü. Bu örtüyü acı, kan, vahşet mirasından kurtulmak isteyen; demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukuk üstünlüğü aksesuarlı yirminci yüzyıl, ne yazık ki aralayamadı. Yirmi birinci yüzyıl, bir olanak sağlayabilecek mi acaba? …
OTUZ BİR YIL ÖNCE 2 TEMMUZ’DA SİVAS’TA!…
Pir Sultan Abdal Kültür Etkinliklerinin dördüncüsüne katılmak üzere, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta bulunan onlarca sanatçı, tiyatrocu, yazar, şair ve katılımcı; konakladıkları Madımak Otelinde sekiz saat süre ile abluka altına alındı. O Cuma günü, camiden çıkan ve örgütlü şekilde otelin çevresini dolduran yaklaşık on beş bin kişinin kuşatması altında; her türlü sözlü ve fiziki saldırıya maruz kaldı. Oteli taş, tuğla, kiremit yağmuruna tutan güruh, bu süre boyunca; “Cumhuriyet Gidecek, Şeriat Gelecek” “İslamın Ordusu Laiklerin Korkusu”, “Kanımız Aksa da Zafer İslamın”, “Cumhuriyet Burada Kuruldu Burada Yıkılacak”, “Şeriat Gelecek Zulüm Bitecek” sloganları attı. Sürekli olarak otelin içine girme hamlelerinde bulundu, her hamlede galeyan arttı, bağırış ve sloganların hızı yükseldi!
Madımak Oteli, Valilik Binası ve Kültür Merkezi arasında sürekli gidip gelen ve giderek sayıları artan kitle, Valilik Binası önünde yukarıdaki sloganlarla birlikte “Vali İstifa” bağırışları ile bina içinde bulunan dönemin Valisine sözlü saldırıda bulundu. Orada bulunan askerler sayesinde binanın içine girmeleri, fiili ve fiziki bir saldırıda bulunmaları güçlükle engellenebildi. Bunun üzerine Kültür Merkezine yönelen kitle, orada Arif Sağ konserini izlemeye gelen kalabalığa saldırdı, camları kırdı. İnsanlara fiili saldırıda bulundu, yüzlerce kişiyi yaraladı. Merkezin önünde bulunan (bir elinde saz tutan, yanında bir Kangal Köpeği ile betimlenen yerel kıyafetli erkek figüründen oluşan) Ozanlar Anıtını yerinden söktü. Kendinden geçmiş halde tekbir getirerek, el ve ayak darbeleriyle ve tırnaklarıyla anıtı parçaladı, naralar atarak, yerde sürükledi.
Aynı hiddet ve kararlılıkla, sloganlar eşliğinde ve tekbir getirerek Madımak Oteli önünde toplanan bu kalabalıklar, saldırıları sürdürerek oteli gün boyu kuşatma altında tuttu! …“Devlet, toplu iğnenin başında vardır” diyen anlayışın Cumhurbaşkanı Makamında oturduğu bir ülkede, başkente dört yüz kırk kilometre uzaklıkta bir kentte, kolluk güçleri (polis, jandarma) ve itfaye, gün boyu süren saldırılar süresince, Madımak Oteli’nin önüne bir türlü gel(e)medi! Kuşatma ve saldırılar devam ederken, yangın başlamadan hemen önce otelin önüne askerleriyle birlikte gelen rütbeli asker, kalabalığın “Asker Bosna’ya” sloganları ve alkışlar eşliğinde, hiçbir müdahalede bulunmadan Otelin önünü terk ederek, askerlerle birlikte oradan ayrıldı.
Laik cumhuriyeti hedef alan bu örgütlü kalkışmanın planlayıcıları ve uygulayıcıları, asker ve emniyet güçlerinin gözleri önünde ve tüm Türkiye halkının tanıklığında, sloganlar ve tekbir sesleri eşliğinde öğlen saatlerinde başlayıp, gün boyu kesintisiz süren saldırı ve kuşatma sonunda, akşam saat yedi civarında, “yak, yak” bağırtıları ve alkışlarla oteli ateşe verdi. Otuz beş kişi can verdi.Kurtulanlar, onulmaz acılarla hayatta kalma, yitirdiklerinin oluşturduğu boşluğa sarılarak, o boşluğa düşmeden ve fakat ona alışmaya çalışarak, var olmaya çabalıyor otuz bir yıldır!
YARGILAMALAR, HAKİKAT ve ADALET
Olaylardan 18 gün gibi çok kısa bir süre içerisinde, henüz hazırlık aşaması tamamlanmadan; olayda “örgüt yok tahrik var“ saptaması yapıldı ve deliller dahi toplanıp değerlendirilmeden, bu saptamayla dava hemen açıldı. Saldırganların sayısı on binler iken, sanık sayısı yalnızca 124 sınırında kaldı.
Yargılamalar boyunca mahkeme salonlarında, mağdurlar, müştekiler ve avukatları sanıkların sürekli hakaret ve saldırılarına maruz kaldı. Sanıkların avukatlığını üstlenenlerden Şevket Kazan, olayın ardından Refahyol hükümetinde bu ülkede Adalet Bakanı, Hayati Yazıcı’da AKP’nin Devlet Bakanı oldu.
Davada uzun yargılamalar neticesinde; katliamın, Anayasal Düzeni zorla bozma amacı ile gerçekleştirilmiş olduğu sonucuna varıldı. Türk Ceza Kanununun “Anayasayı cebren değiştirmeye teşebbüs suçunu” düzenleyen 146. maddesi uygulamasıyla; otuz üç sanık idama (yeni yasa gereği ağırlaştırılmış müebbet hapis), dört sanık yirmişer yıla, bir sanık da, on beş yıla mahkum edildi.Diğer sanıklar, beş ila iki yıl arasında değişen cezalar aldı. Bunlardan kimileri cezaevinde bulunmakta iken, tanınan ayrıcalıklarla çocuk sahibi oldu. Türk Ceza Kanununun yürürlüğe girmesiyle; bu hükümlülerden on üçü; yeni kanunda ceza aldıkları maddeyi doğrudan karşılayan bir düzenleme olmadığı gerekçesiyle, haklarında infazın tehiri kararı verilerek, salıverildi. Mahkeme, bu kararı sonradan kendiliğinden geri aldı, ancak salıverilen sanıklardan firari olan yedisi yakalan(a)madı.
Ana davadan dosyaları ayrılan bu sanıkların yargılandığı ek davada Mahkeme; 13 Mart 2012 tarihli duruşmada, savcılık makamının talebine uyarak, suçun bir insanlık suçu niteliğinde olduğu ve bu tür suçlarda zamanaşımının söz konusu olmayacağı gerçeğini görmezden geldi. Madımak öldürümü “siyasal ve dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmiş” insanlığa karşı bir suç ve Anayasal düzeni zorla değiştirme girişimi olmasına karşın, sanıklardan Cafer Erçakmak ile ilgili dosyanın ölmüş olması nedeniyle ayrılmasına, altı sanık hakkındaki davanın da- Madımak Katliamının anayasal düzeni zorla değiştirme girişimi ve “siyasal ve dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmiş insanlığa karşı bir suç” olmasına, bu tür suçlarda “zamanaşımı kurallarının uygulanmaz” olduğu gerçeğine karşın- “zaman aşımı süresinin dolmuş olması gerekçesiyle” düşmesine karar verdi!
Gerçekler, küller altında kaldı. Gıyabi tutuklu üç sanık hakkındaki dava, halen Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor. Hukukun temel aldığı tek ölçü olan “adalet”; toplumsal yaşamın bir kalıp ve çerçevesini oluşturmaya yönelik ahlaki bir ölçü olarak da; vicdan, bellek ve algısal olarak hala gerçekleştirilmeyi bekliyor.
TEHLİKENİN SÜREKLİLİĞİ KARŞISINDA LAİKLİĞİ SAVUNMA ve KURUMSALLAŞTIRMA SORUMLULUĞUMUZ
Bu katilam ve sonrasında yaşanan süreçlerde, şeriatçı güçlerin giderek artan eylemlilikleri, siyasal ve toplumsal alanda etkileri, özel ve kamusal alan ve mekanlarda görünürlükleri, laik yaşam için yarattıkları tehdit; demokrasinin kurucu toplumsal ilkesi olan laikliğin içinin boşaltılmasının ve devletin laik karakterinin ortadan kaldırılmasının, bizi her daim yine aynı süreçlere götüreceğini gösteriyor!
Başka bir deyişle; “Bir devletin yapılanmasında, bütün kurum ve kuruluşlarıyla örgütlenmesi ve işleyişinde, hukukunun oluşturulmasında ve uygulanmasında, herhangi bir dinin anlayışlarının ve normlarının belirleyici olmaması gereğini ve istemini dile getiren³” laiklik ilkesinin, eksiksiz şekilde uygulanmasının, gerektirdiği koşulların oluşturulmasının ve sürdürülmesinin ne denli yaşamsal önemde olduğunu ortaya koyuyor! Tüm toplum kesimleri için; böyle katliamların bir daha yaşanmayacağı koşullar bütünü olan bir toplumsal yapının, hukuksal ve siyasal bir düzenin oluşturulması için mücadele etmenin ne denli öncelikli bir gereklilik ve sorumluluk oluşturduğunu vurguluyor!
Ve aynı zamanda; tıpkı Franz Kafka’nın “Dava’sının” utanç temasıyla bitmesinde olduğu gibi; Sivas Madımak Katliamı ve yaşadığımız bütün katliamların, her türlü şiddetin oluşturduğu bilinçli öfkenin ve yarattığı utancın, her daim ayakta kalacağını, mağdurların katledilmiş olmalarının yarattığı utancın, kendi yaşamlarından daha uzun süreli olacağını, tüm insanlığa daima hatırlatıyor! …
*Hukukçu/Akademisyen
(Sivas Katliamı Tanığı)
(Not:Temmuz 1993 tarihinde yaşanan Sivas /Madımak Katliamı ile ilgili olarak, o tarihte Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel: “Olay münferittir… Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş… Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır… Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır.” O dönem başbakan olan Tansu Çiller “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir!.. Halktan kimsenin burnu kanamamıştır ve ölenler de çıkan yangından boğularak ölmüşlerdir. Olayı bu kadar büyütmek yanlış, bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi” şeklinde yorumlar yapmışlardı. Sivas Madımak Öldürümü faillerinden olay sonrasında yakalanmamış, ancak haklarında yakalama kararı olan sanıklar ile ilgili davanın, mahkemenin 13 Mart 2012 tarihinde, zaman aşımı süresinin dolmuş olması gerekçesiyele düşmesine karar vermesi sonrası, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “’Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. …Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı” demişti.)
YORUMLAR