Hatay, İstanbul ve Şanlıurfa… Türkiye’de en fazla Suriyeli barındıran iller! Peki, sorunlar mı? Suriyelilerin, iç savaş nedeniyle Türkiye’ye sığınmaya başlamalarının üzerinden 10 yıl geçti. Vatandaşlık, uyumun önemli bir parçası. Fakat bu konuda yaşanan sıkıntılar, yıllardır Türkiye’de yaşayanları mağdur ediyor.
‘Sosyal Uyum’ başlığında kentlerin izlediği yollar farklı olsa da, genel eleştiri değişmiyor. Bu konuda istenen noktada değiliz ve toplumdaki ‘ne zaman dönecekler?’ sorusunda biriken kalabalığın güven eksikliğini de bir türlü dağıtamadık.
Bugün, Antakya ve diğer kentlerden Suriyeliler konuşsun ve geride kalan ülkelerinden çok uzakta inşa etmeye çalıştıkları hayatları adına bizlere kendi resimlerini çizsinler. Bunun ilk örneği de, bizden, içimizden, Antakya’dan bir Suriyeli olsun…
“Burada evlendim. Okuyamadım. Aslında devam edebilirdim belki ama… İstemedim! Sanırım, insanın içinde birçok şey ölüyor, yaşadıklarının ertesinde. O kadar sevdiğimiz insanı kaybettik ki, kendi hayatlarımız için mücadele etmeye başlamak bile uzun zamanımızı aldı. Yine de geldiğiniz yere bakınca, ‘ne kazandık’ diye soruyorum kendi kendime. Bir çocuğum var. O da burada büyüyor. Henüz Türkçe bilmiyor, ama öğrenmesi gerekecek gibi! Daha ne kadar burada kalacağımız belli değil. Vatandaş olanlarımız var. İster miyim? Bilmiyorum… Ben sadece, ülkeme dönmek ve içinde olduğum bu çaresizliğe bir son vermek istiyorum. Ne sabit bir işimiz, ne düzenli bir gelirimiz var. Hayat hep zordu ve o zorluk da hiç değişmedi! Şanslı olanlarımız yok mu? Tabi ki var! Ama ben gibi çoğu, onların sadece ufak bir azınlık olduğunu biliyor. Bir de sordunuz! Mutlu musunuz, diye! Değilim…”
Peki, diğer örnekler mi? Yaşanan zorluklar, beklentiler, hayaller, sıkıntılar… En çok da, yeni bir hayat için vatandaşlık başvurusu yapanlar, ama reddedilenler! Deutsche Welle Türkçe’den Burcu Karakaş’ın haberine yansıyan başka sığınmacı örnekleri ile devam edelim o zaman…
-YORULDUM!-
“Ben, burada okudum. Neden Avrupa’ya çıkayım? Dilim yok, sıfırdan başlamaktan yoruldum. Artık sıfırdan başlamak istemiyorum.”
Fatma Tata, 21 yaşında. Ailesiyle, Halep’ten Türkiye’ye sığınalı 7 sene olmuş. Fırat Üniversitesi’nde kimya okuyan Fatma, vatandaşlık başvurusu “gerekçe gösterilmeden” işlemden kaldırılan binlerce Suriyeliden biri. Göç İdaresi, Fatma’yı, üç sene önce vatandaşlık işlemleri için çağırmış. Evraklarını teslim edip beklemeye başlamış. Ancak geçen sene internetten kontrol ettiği başvuru sayfasında, “İstisnai olarak Türk vatandaşlığının kazanılması başvurunuz işlemden kaldırılmıştır” mesajıyla karşılaştığını anlatıyor.
“Üç yıl bekledim, üç yıldan sonra kaldırmışlar. Göç İdaresi’ne sordum, ‘Bilmiyoruz, Ankara’dan böyle bir cevap geldi bize. Hiçbir şey yapamıyoruz’ dediler. Bu sene mezun olacağım. Bir tek yüksek lisans yapabilirim. Çalışamam hiçbir şekilde.”
Geçen sene, Fatma gibi çok sayıda Suriyeliye vatandaşlık başvurularının işlemden kaldırıldığı mesajı iletildi. Fatma, sadece kendi çevresinden onlarca arkadaşının başvurusunun geri çevrildiğini anlatıyor. Ailesinden vatandaşlık başvurusu yapan tek kişi olduğunu söyleyen genç kadın, herhangi bir gerekçe gösterilmeden neden başvurusunun işlemden kaldırıldığını anlayamamış.
“Bir sebep varsa eğer, ben bunu düzeltirim. Ama hiçbir sebep verilmedi. Ben, öğrenciyim. Buraya küçük geldim. Ne borcum var, ne kötü yaptığım bir şey. Çok küçük geldim ben buraya.”
-DOKTORUM!-
Vatandaşlık başvurusuna yanıt beklerken, “Başvurunuz, işlemden kaldırılmıştır” mesajını alan Suriyelilerden biri de Humuslu Musab Haswa. Genç adam, Suriye’de iç savaş nedeniyle yarım kalan tıp eğitimini, Erciyes Üniversitesi’nde tamamlayabilmiş. Sekiz sene önce Türkiye’ye sığınan, şimdi 29 yaşında olan Musab, Suriyelilere sağlık hizmeti veren bir Avrupa Birliği projesinde pratisyen doktor olarak çalışıyor. O da, tıp fakültesinden mezun olmadan dört ay önce Göç İdaresi’nden gelen telefonla vatandaşlık başvurusu yapmış. Üç yılın sonunda ise ret yanıtı almış.
“Keşke, önceden söyleseydiler. Ben de ona göre davranırdım. Uzmanlık yapmak istiyorum. Vatandaşlığı bekliyordum. Buradaki insanları muayene etmek isterdim. Yurtdışına çıkmak istemiyorum, ama şimdi düşünüyorum.”
Binlerce Suriyeli, ya halen vatandaşlık almayı bekliyor ya da yıllarca bekledikleri vatandaşlık başvurularının neden işlemden kaldırıldığını öğrenmek istiyor.
-YASAYA AYKIRI!-
Hatay ya da diğer kentlerde yaşanan bu duruma işaret eden Solaris Derneği’nin “Suriyelilerin Türk Vatandaşlığı Alırken Temel Haklara Erişimde Karşılaştığı Sorunlar” Raporu, başta çocuklar olmak üzere, vatandaşlık başvurularında yaşanan sorunlara dikkat çekiyor.
Ağustos 2020’de, Hatay’ın da içinde olduğu 12 ilde 49 aileyle görüşen Dernek, Türkiye vatandaşlığı almamış̧ çocukların 40’ının geçici koruma statüsünün bulunduğunu, 7’sinin vatansız, 1’inin kayıtsız ve 1’inin de “ziyaretçi” statüsünde olduğunu tespit etti. Türkiye’de doğan Suriyeli çocuklara otomatik olarak vatandaşlık verilmediğini hatırlatan Solaris Direktörü Fatih Şanlı, “Anne ya da babanın Türk vatandaşı olması veya belli bir süre Türkiye’de yaşıyor olması lazım. Raporlama sürecinde, vatandaşlık verilen bazı Suriyelilerin burada doğan çocuklarının vatandaş olmadığını öğrendik. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir insanın çocuğuna geçici koruma verilmesi yasaya aykırı” diyor.
Rapordaki Suriyeli bir ebeveynin, “Polis çevirmesinde, çocuğun bize ait olduğunu, doğum belgesiyle ispatlamak zorunda kalıyorum” ifadesi, yaşanan sorunlardan sadece birini ortaya koyuyor. Şanlı, bürokratik sorunlar, yani halen yeni doğan başvurularından bazılarının inceleme aşamasında olması nedeniyle, “vatansız Suriyeli çocuklar” sorununun büyüdüğüne dikkat çekiyor. Fatih Şanlı, vatandaşlığın “lüks” değil, “hak” olduğunu belirterek, “Aslında vatandaşlığın en hassas ve en önemli noktası şu: Gelecek. Bu insanlara bir gelecek vadetmemiz gerekiyor” diyor.
-EVRAKLARIMIZ!-
Sıkıntılar yaşayanlardan biri de Abdurrahman Abdulkerim. Deyrizor’dan Türkiye’ye sığınmış. İngilizce öğretmenliğinden mezun olan 33 yaşındaki Suriyeli, altı yıldır ailesiyle Türkiye’de yaşıyor. Eşi ve üç çocuğuyla beraber 2018’de vatandaşlık başvurusu yapmış.
“Geçen sene Ağustos ayında, bizim de başvurumuz, binlerce Suriyeli gibi işlemden kaldırıldı. Evraklarımızda her şey tamamdı, ama ne olduğunu bilmiyorum.”
Türkiye’de Suriyelilerin sevilmediğini ve istenmediğini düşünen Abdurrahman Abdulkerim, vatandaşlık da alamadıkları takdirde, tek çarelerinin Avrupa’ya gitmek olduğu kanaatinde. Bazı arkadaşlarının hali hazırda Türkiye’yi terk ederek Avrupa’ya gittiğini ve onu da cesaretlendirmeye çalıştıklarını anlatıyor. Abdulkerim’in, en küçüğü bir yaşında olan üç çocuğu da burada doğmuş. Üçünün de, ne Suriye ne de Türkiye vatandaşlığı var.
“Burada vatandaşlık alırsak, belki Avrupa’ya gitmeyiz, ama sanırım imkansız bu. Üç çocuğum da vatansız. Vatansız ve geleceksiz…”
-SON SÖZ!-
Hatay, İstanbul, Kilis ve diğer kentlerde, yaşadıkları alanlarda kendi yaşam alanlarını yaratmak durumunda kalanlar adına en net tespitlerden birini, İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Akademi Koordinatörü ve Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Nihal Eminoğlu yaptı. Yapılması gerekenler kısmında durup da, bu konuda sorumluluk almayanlara da verilmiş cevapta, özetle şu ifadeye yer verildi:
“Birbirine yakınlaşmayan, toplumsal uyum/entegrasyon sağlamayan toplumlar, iç çatışmaya her zaman için çok daha açıktırlar. Önce birbirini tanımak ve ardından etkileşim kurmak, ön yargıları kırmak, nefret söylemini kaldırmak ve o toplumun bir parçası olarak, herkesin toplumsal kalkınma ve sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlayabilir hale gelmesi en idealidir. Aksi halde, marjinalleşme dediğimiz, gettolaşma, radikalleşme dediğimiz unsurlarla karşı karşıya kalırız. Yani bu, aslında etki tepki meselesi. Dışlanan kişi ve grupların; seslerini duyurma, haklarını savunma, varlıklarını ortaya koyma biçimi, şiddet yoluyla olmak durumunda gelişebiliyor çoğu zaman… Haliyle, Türkiye’de bulunan mülteciler için uyum politikaları yapılmazsa, her iki toplum birbirine yakınlaştırılmazsa, mültecilerin geri dönüş ihtimallerinin de azaldığını gördüğümüz bu dönemde Türkiye’de her iki toplumun nasıl yaşayacağına ilişkin bir formül bulunmazsa, bu ayrışma, toplumda çok ciddi çatışma ve krizleri de doğurur.” -Tamer Yazar-