Belleğin Kokusu

Kaygı biriktirmeyi ne vakit öğrendiysek o… Islığımıza sığınmayı ne vakit seçtiysek… Adımlarımızla hızlanan bir tenhalık gibi… Yaşanmışlık ve sözcüklerimize sinmiş bir yalnızlık… Yoksa bir dize nasıl anlatsın, hangi acının hangi izini taşıdığımızı… Hangi hayatın hangi rengiyle buluştuğumuzu… Ya hiç hissetmesek… Duymasak… “Dönüp bir kez daha baktım karanlık eve; Yatak odasının penceresinde Mumlar, kayıtsız, sarı bir […]

Kaygı biriktirmeyi ne vakit öğrendiysek o… Islığımıza sığınmayı ne vakit seçtiysek…

Adımlarımızla hızlanan bir tenhalık gibi…

Yaşanmışlık ve sözcüklerimize sinmiş bir yalnızlık…

Yoksa bir dize nasıl anlatsın, hangi acının hangi izini taşıdığımızı…

Hangi hayatın hangi rengiyle buluştuğumuzu…

Ya hiç hissetmesek… Duymasak…

“Dönüp bir kez daha baktım karanlık eve;

Yatak odasının penceresinde

Mumlar, kayıtsız, sarı bir ışıkla parlıyordu…”i  diye yazmış Ahmatova

Eksik yanlarımız ya da fazlalıklarımızın hissi, dijital çağın bize yamadığı yeni bir kaygı türü sanırım…

Belirsiz tanımlar hemen her haberin kökenine dokunuyor…

Gündelik gerçeklerin bulanıklaştığı çağın kasveti gibi…

Hissetmek değince, sık sık yaşadığımız bir keşif mi bu yalnızlık

Zihnimize konup bizi var eden bir yer değişikliği mi?

Farklı bir enstrüman arayışı veyahut kendinden öteye bir anlam yüklemek…

Görünmeyenlerin tarihi hüzündür çünkü

Yokluğun ve yoksulluğun

Her hafızanın kokusu olmadığı gibi

Belleğin ve kaygının kokusu gibi

Düşün sersemliği buna dahil

Hayatın her aşamasının kaybı da

Montale’ye kulak verelim;

 “Uzanmak gölgesine, soluk ve dalgın,

güneşten kızgın bir bostan duvarının,

dinlemek böğürtlen dikenlerinin arasından

tarlakuşlarının şakımasını, hışırtısı yılanların…”ii

Hissetmek değince, sık sık yaşadığımız bir keşif mi bu yalnızlık

Zihnimize konup, bizi var eden bir yer değişikliği mi?

Oysa doğa üzerine oynanan bir çeşit kumar, bir çeşit zihin gelgitine maruz kalıyoruz

Bu durum, düş kırılmalarının yolunu açmakla kalmıyor, yeniden yaratılan acıların fitilini ateşliyor.

Bireylerin kabuğuna çekildiği ve buna karşın savaşların yeni acılar yaşattığı kırılmalar

Ve ardından yaşanan tekrarlar

Çocuk işçiliği…

Kadın sömürüsü,

Kölelik şartlarında çalıştırılan mülteciler…

Sağlık ve eğitim…

Çevre tahribatı…

Fernando Pessoa’nın dediği gibi; “Gerçekten yaşıyor muyuz? Hayatın ne olduğunu bilmeden yaşamak, yaşamak mıdır?”

Somut hayatımızda böylesine ucu açık, sivri ve acı dolu süreçler yaşanıyor yazık ki…

Uzayın derinliklerinden, dünyamızdan, insanlığımızdan çalınan koca bir zamanın tahrip edildiği süreçler…

Bir tercih, onarılmaz bir olumsuzluğa katkı sunmamalı…

En azından birey ve doğa böyle bir acıya maruz kalmamalı…

Koruyamadığımız her şey için geçerli bir zorunluluk bu…

Kurgunun hemen her aşamada var olduğu bir çağda özellikle…

Ancak acılardan çıkarılacak dersler yeni bir geleceğin mimarı olabilir…

Gelecekteki trajedilere bir set oluşturmak gibi…

[i] Son Karşılaşmanın Şarkısı, Anna Ahmatova, Çev: Ataol Behramoğlu

[ii] Uzanmak Gölgesine Soluk Ve Dalgın, Eugenio Montale, Çeviri : Egemen Berköz

Exit mobile version