PEKİ, onlar Antakya’ya hazır mı?
AK Parti’den İzzettin Yılmaz ve CHP’den Hikmet Hatunoğlu isimlerinin 31 Mart yerel seçimleri kapsamında öne çıkmasının ve netleşmesinin ardından, gözler; üzerlerine ‘uyarı’ levhaları asılan, demir kafesler içine alınan, dar sokaklarına asfalt ve beton dökülen, tescilli, ama bir o kadar da yorgun kente çevrildi. Peki, elde, slogandan öte ‘gerçek projeler’ var mı, soralım mı? ‘Kaldığı yerden mi devam edecek, yoksa yanlışa dur mu denecek’, diye de ekleyelim!
2010 senesinde konuşan, dönemin Hatay Valisi Celalettin Lekesiz, eski Antakya Evleri’ni restore ettirerek turizme kazandıranların harcamalarının yaklaşık yüzde 30’unun Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından karşılandığını ifade etmiş, “Tüm sivil toplum kuruluşlarından birer Antakya evini tarihi dokusunu bozmadan restore edip projeye katkı sağlamalarını bekliyoruz. Proje ve imar konusunda da gerekli kolaylığı göstereceğiz” çağrısı yapmıştı. O dönem, yurt dışında katıldıkları bir fuarı da örnek gösteren eski Vali Lekesiz’in karşılaştırması ise İspanya’nın Toledo kenti ile olmuştu. Söylenen mi?
“Bakan Sadullah Ergin ve işadamlarıyla, İspanya’da fuara katıldık. Turistik Toledo Kenti’ni ziyarete gittik. 70 bin nüfuslu ve dağın tepesine kurulu Toledo’da, eski tarihi evleri, 27 yılda restore ederek turizme kazandırmışlar, geceliğini de 100-150 Euro’ya kiralıyorlardı. Kaldı ki; bizim evlerin mimari yapısı, dar sokakları, avluları, içinin serin olması, ayrıca cami, havra, kiliselerin de sırt sırta bulunması turistlere daha cazip gelecek.”
Aradan geçen 9 senede, Toledo kenti örneğini de, bahse konu projeleri de geride bıraktık, hatta rafa kaldırdık! Antakya kentini ikiye bölen Asi Nehri’nin doğusundaki bölge ile Habib-i Neccar (Silpius) Dağı arasında kalan yerleşim yeri içerisinde yer alan geleneksel Antakya evlerini ise çokça kaderlerine terk ettik. Bugün, bazıları kafe, restoran ve butik otel şeklinde hizmet verse de, kent silueti denen kısımda sınıfta kaldık. Eldekinin kendi içindeki ‘evrimleşme sürecini’ mi? Ne denetledik, ne kontrol ettik, ne de büyümesini (!) izlerken müdahale ettik. Ama madem Toledo ile başlamışız, onla devam edelim mi? Bize örnek gösterilende biraz mola alalım…
-TOLEDO!-
Daracık taş sokakları arasında ilerleyen bir blog yazarı anlatsın, adımladığı kenti ve Antakya adına biraz düşünelim…
“Bir ortaçağ masalından, bir ülkenin en eski dini başkentinden bahsedeyim size. İspanya’nın bilinen ilk başkenti olan Toledo adeta bir ortaçağ masalı gibi bugün dimdik ayakta ve hikayesini merak eden gezginleri ağırlamaya devam ediyor. Bana göre, her gezginin, UNESCO Dünya Mirasını Koruma Listesi’ne giren bu küçük şehri mutlaka planlarına dahil etmesi gerekiyor.
Toledo şehri, (Antakya gibi…) eski şehir ve yeni şehir olarak ikiye ayrılıyor. Kısaca özetlemek gerekirse, eski şehir; turistik ve tarihi kısmı, yeni şehir ise genç nüfusun, modern yerleşim yerlerinin merkezi. Sabahları uyanıp yeni şehre çalışmaya giden halk, akşam olunca tarihi evlerin bulunduğu eski şehre geri dönüyor. Eski şehrin mimarisi ve tarihi dokusu o kadar korunaklı ki, bir çivi çakmak ya da pencere pervazına bir tabela asmak, yerel makamlardan zorlukla alınan özel izinlere bağlı. Bunca yıl şehri korunaklı olarak muhafaza edebilmenin sırrını keşfetmişler.
Küçük ve masalsı bir şehir… Çevresini su kanalları ve tarihi taş köprüler sarıyor. Köprülerin üstünden çekeceğiniz fotoğraflar, su kanallarının güzelliği, tarihi binaların çevresindeki yeşil tabiat sizi büyülüyor.”
-ŞİMDİ SIRA BİZDE!-
Hatay’ın Valisi ve dönemin Adalet Bakanı tarafından Antakya’nın ‘geleceği’ gözetilerek örnek gösterilen kente dair konuşmamızın üzerinden tam 9 sene geçmiş! Peki, bizler, blog yazarının bahse konu Toledo için yazdıklarını Antakya için bugün söyleyebiliyor muyuz? Bakımlı taş sokaklarından… Her detayına kadar korunan evlerinden… Turizme kattıklarından… Eski ile yeni kısmı arasındaki uyumdan bahsedebiliyor muyuz? Dürüstçe, hayır!
O yüzden de, bu kentin sokaklarında adımlayanlar konuşsun biraz, onlar anlatsın hissettiklerini ve finalde noktayı hep beraber koyalım!
T.R. > Ayaklarımın altında her adımda akıp giden bir tarih var ve bunu bilerek ilerliyorum. Ama isterdim ki, bu kenti yönetenler de en az benim kadar hissetsin bu kenti, benim kadar duysun, benim kadar dinlesin. Biri olmayınca, diğeri de olmuyor, biliyor musunuz? Sadece görmek yetmiyor… Sadece bilmek de… Sadece duymak da… Hepsi olunca, bir de kalp lazım, hissetmek için! Hepsi varsa da, işte o zaman her şey tam oluyor. Ama bizdeki, çok eksik! Sanırım kalp da eksik, hissediş de. O yüzden de, her yürüyüşte, üzülüyorum. Bu kentte son 3 senedir üniversite okuyorum ve ilgisizliğe hala anlam veremiyorum. Sanırım her şey bitince, o zaman ‘vah…’ diyecek insanlar! Dilerim o ‘vah…’ geldiğinde, eldeki her şey bitmiş olmaz!
S.G. > Yoksulluk zor. Bu evlerde oturup da her şeyin bakımını yapmak çok zor. Devlet yardım ediyor, diyorlar ama… Bilmiyoruz ki, zaten yol gösteren de yok! Çürüyor her şey. Çürüyor, biz de çaresiz, yamalıyoruz çürüyen tarafları. Ama isterdim tabi, bakılsın bu evlere, güzel olsun her şey. Ama istemekle olmuyor.
Y.R. > Bu kısma yakın bir otelde kaldım geçtiğimiz sene, bu sene yine buradayım, ama bu defa iş için. Her geldiğimde biraz daha kirlenmiş buluyorum bu kenti. Tabi eski kenti kastediyorum, sizin deyiminizle. Zaten İstanbul gibi beton bir kentten geliyoruz buraya. Oraya benzer bir başka kentte kalmak yoruyor. Dilerim, zamanında sahip çıkılır. Çünkü buraya dair fotoğrafları ne zaman paylaşsam, insanlar soruyor, ‘evler niye kafesler içinde’ diye! Düşünün, onlar bu kente hiç gelmeyenler ve soruyor! Peki, sizler sormuyor musunuz? Bence sorun. Bir an önce sorun.
-SORALIM!-
Bugünün Antakya Belediyesi tarafından, taş ve ahşap evleri arasında asfalt ve beton yollar yükseltilen tescilli Antakya adına, Antakya Belediye Başkanlığı için adaylıkları netleşen AK Parti’den İzzettin Yılmaz ve CHP’den Hikmet Hatunoğlu’na herkes adına soralım!
Sizlerin Antakya için yapacaklarınız neler? Eldeki yanlışları sonlandırmak için çözümleriniz neler? Bu kentin anlatılması gereken hikâyesine, ona ait olmayanların sıkıştırıldığı bugünden yarına söylemleriniz neler? Slogan değil, gerçekleriniz neler? -Tamer Yazar-