Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Av. Nabi İNAL

4 Ekim

Tarih 4 Ekim 1926. Türkiye Cumhuriyeti, henüz genç bir devletken, köklü bir devrime daha imza
attı: Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girdi.
O gün, yalnızca hukuk sistemimiz değişmedi; aynı zamanda toplumun temel taşları yeniden
şekillendi. Kadın ve erkeğin eşit bireyler olarak tanındığı bu yasa, Türkiye’nin modernleşme
yolculuğunda hayati bir dönüm noktasıydı.
Düşünebiliyor musunuz? O gün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tek bir kadın milletvekili dahi
yoktu. Ama buna rağmen, kadınlara haklarını teslim eden bu devrim niteliğindeki yasanın ön
sözünü Mahmut Esat Bozkurt kaleme aldı.
Kadının aile içinde ve toplumda birey olarak tanınmasını sağlayan bu kanun; boşanma, nafaka,
mal paylaşımı ve velayet gibi konularda kadın-erkek eşitliğini yasal güvence altına aldı. Hatta
birçok alanda kadınların lehine hükümler getirildi.
O günden bu yana neredeyse bir asır geçti. Hukuki eşitlik sağlanmış olabilir; ancak toplumsal
hayatta kadının varoluş mücadelesi hala devam ediyor.
Her gün gazetelerde, ekranlarda, sosyal medyada benzer haberleri okumaktan yorgunuz artık:
Kadına şiddet, cinayet, tehdit, baskı… Yalnızca Eylül ayında 20 kadın öldürüldü. Bunların beşi evli
oldukları erkek, üçü kendi oğulları, ikisi eski eşleri, ikisi akrabaları, biri kardeşi, biri ise birlikte
oldukları erkek tarafından katledildi.
Bu rakamlar, hala en büyük meselemizin “kadınların yaşama hakkını” korumak olduğunu acı bir
şekilde yüzümüze vuruyor.
Kadınların yaşam hakkı tehdit altındayken eşitlikten, adaletten ya da ilerlemeden söz etmek ne
kadar mümkün?
Tüm bu karanlığın ortasında, Bahriye Üçok’un ölüm yıl dönümünü de geride bıraktık. Bir bilim
insanı, siyasetçi ve aydın olan Üçok’un laiklik ve kadın hakları konusundaki mücadelesi hala
yolumuzu aydınlatıyor.
Laiklik yalnızca din ve devlet işlerinin ayrılması değildir; aynı zamanda kadınların, birey olarak
özgürleşmesinin de temelidir. Laiklik güçlendikçe demokrasi güçlenir; demokrasi güçlendikçe
toplum aydınlanır.
İşte bu nedenle 4 Ekim yalnızca bir tarih değil, bir duruş, bir hatırlatmadır. Medeni Kanun’un
kabulü, Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına dayalı bir toplum inşa etme iradesinin simgesidir.
Her yıl bu günü daha büyük bir coşkuyla anmalı, unutmamalı, unutturmamalıyız. Çünkü unutursak,
geriye düşeriz. Çünkü unutursak, eşitliği ve adaleti tehlikeye atarız.
Yapmamız gereken çok açık: Aydınlığı bırakmamak. Geriye değil, ileriye yürümek. Kadınların eşit,
özgür ve güvende yaşadığı bir toplum için kararlılığımızı göstermek ve bu iradeyi hem kendi
geleceğimiz hem de tüm dünya için sergilemek.
Çünkü kadın varsa, hayat vardır. Kadın eşitse, toplum güçlüdür.
Medeni Kanun, bu gücün ilk adımıydı. Şimdi ise o adımı sonsuz bir yürüyüşe çevirmek bizim
elimizde.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER