Zafer Atakan, ağabeyi Ahmet Atakan için konuştu: “Bu süreçte yürekten, samimi vekiller oldu yanımızda. Bir de şov amaçlı, yanında kamera ile dolaşan, Gezi üzerinden prim devşirmek için yanımıza gelenler de. Yıllarca kendi halkı için mücadele etmiş, direnişin hep en ön saflarında yer alan Ahmet’i halk sahiplendi. Ancak basın, milletvekilleri ve sözde devrimci popülist avukatlar sahiplenmediler.”
Ahmet Atakan’ın, Armutlu Mahallesi’nde gerçekleşen ODTÜ’ye destek eylemleri sırasında yaşamını yitirmesinin 4’üncü yılı. Atakan Ailesi için acılı bir 4 senenin sonunu kaleme alan Zafer Atakan, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımla hem kardeşini hem de kardeşini kaybettiği günün öncesini ve sonrasını yazdı. Kaleme aldığı yazısında yaşanan acıyı, öfkeyi, o dönem verilen mücadeleyi anlatan Zafer Atakan, kendilerine verilen destekler için teşekkür ederken, tam da bu noktada yaşadıkları düş kırıklığını ise açık ve net bir dille paylaştı.
Ali İsmail Korkmaz’ın ölüm haberi ile başlayan süreci yazarken, o günü herkes için detaylandıran Zafer Atakan, yaşanan acının 4 senesi için şunları dile getirdi:
“10 Temmuz’da Ali İsmail’in ölüm haberini aldı, Ahmet. Adeta yıkılmıştı. Gecenin bir vaktinden sabaha kadar ağladı. İlk defa Ahmet’in ağladığını görüyordum. Ertesi gün, Ali İsmail’in cenazesi için binlerce insan mahallesine doğru yürüyüşe geçti. Ahmet yine en başlarda, Ali İsmail’in pankartı ile yürüyordu. Yaklaşık 10 km’lik cenaze yürüyüşünde Ahmet’in ayakkabısı yırtıldı. Ciddi bir mesafeyi o sıcak altında yalın ayak yürüdü.
Belli bir süreden sonra Armutlu’daki kitle seyrekleşmiş, çatışma durumları her pazartesi adalet eylemlerine dönüşmüştü. Ahmet de o adalet eylemlerinden birinde katledildi. Normalde her çatışma ve eylemde Ahmet’in yanındaydım, ama o gün eyleme gidememiştim. İşten yeni gelmiştim, Ahmet de hazırlanıp çıkıyordu. ‘Nereye’ diye sordum, düğüne gideceğini söylemişti. Eylemden haberimiz bile yoktu. Düğüne, ar-dından Armutlu’da polisin müdaha-lesi olduğunu duyup oraya gitmiş.
-VURULMUŞ-
Saat 01.15’ti, uyumaya geçmiştim. Amcamın oğlu geldi, ‘Ahmet’e bir şey olmuş’ dedi. O esnada telefonum çaldı. Biri Ahmet’in bacağından vurulduğunu söyledi.
Evden çıktık. Ne olduğundan annemin haberi bile yoktu. Bizim de yoktu. Tek bildiğimiz, Ahmet’in ayağından vurulduğuydu. Akdeniz Hastanesi’ne gittik babamla. Ahmet’i oradan Devlet Hastanesine sevk ettiklerini söylediler. Hastaneden bilgi alamadık. Hastane önünde bekleyen kalabalığa Ahmet’i sorduk, gamsızın biri ‘ölmüş diyorlar’ dedi. Titremeye başladım. Atladık arabaya. Devlet hastanesine aracı kullanamadım. Titriyordum. Babam kullandı arabayı.
Devlet Hastanesine yetiştik. Haberi alan gelmişti. İçeri geçtik. Ahmet’e müdahale ediliyordu. Bir umutla bekliyorduk. Yarım saat sonra annemi getirdiler. Baygınlık geçiriyordu.
Birkaç dakika sonra resüsitasyon odasından amcam çıktı, ‘Hepimizin başı sağ olsun, Ahmet’imizi kaybettik’ dedi. Dünya başıma yıkıldı. Çığlıklar, bağrışmalar, kriz geçirenler… Annemi hastanenin bir odasında sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Henüz Ahmet’in vefatından haberi yoktu. Babam ağlayarak odaya girdi, ‘Oğlumuzu, Ahmet’imizi kaybettik’ dedi. Annem kendinden geçti. Sakinleştiriciler, yatıştırıcılar… Ertesi gün Akdeniz Hastanesine cenazeyi almaya gittik.
Ahmet’le son vedalaşmamız için morga girdik. Her tarafı kefenle sarılı sadece yüzü açıktı… Yüzünde garip bir gülümseme vardı.
-CAN YOLDAŞIMDI-
Kardeşimin, can yoldaşımın ölü bedenine sarıldım. Sanki içimden biri işkence yapıyordu bana, tarifi yok…
Cenaze oldu. Ahmet’i uğurladık. Yüzlerce, binlerce, on binlerce kişi geldi baş sağlığına. Kronikleşmiş bir kâbustu sanki. Anneme aylarca sakinleştirici iğne vurdular. Gelen her insan acımızdan bir dem almaya çalışıyor, acımızı paylaşıyordu. Tek başına gelenler, heyetlerle gelenler, vekiller, STK’lar, örgüt temsilcileri… Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad da bir gazeteci aracılığıyla taziyelerini göndermişti. Ahmet, Beşar Esad’ı çok severdi. Emperyalist işgale karşı kurtuluş mücadelesi veren bir halkın lideri olarak görürdü onu. Taziye sırasında bir milletvekili geldi tek başına. Ahmet katledildikten sonra Türkiye’nin birçok kentinde eylemler yapıldı.
-NASIL OLDU?-
Henüz Ahmet’in nasıl katledildiğini bilmiyorduk. Görgü tanıkları Ahmet’in sokak başında kafasından vurulduğunu söylüyordu. Ölümünden 3 gün sonra HRT’de Ahmet’in apartman çatısından düşerek öldüğü bir görüntü yayınlandı. Görgü tanıkları ısrarla Ahmet’in sokakta vurulduğunu, çatıya hiç çıkmadığını söylediler. Tam 11 tanık hep aynı şeyi, ‘Ahmet aşağıda vuruldu’ dediler.
Jandarma, apartman içinde parmak izi taraması yaptı. Ne merdiven korkuluklarında ne de kapılarda Ahmet’in parmak izi vardı. Birkaç gün sonra Ahmet’in katledildiği yerin yanı başındaki mazgalın içinden, üzerinde kana benzeyen leke ve 3 adet saç kılının olduğu bir gaz kapsülü bulundu. Gaz kapsülü Jandarmaya teslim edildi. Birkaç ay sonra kriminal laboratuvarın raporu geldi, ‘Üzerindeki leke kan lekesi değil. Ne olduğunu biz de anlayamadık. Saç kılları incelenecek durumda değil’ dipnotuyla. Daha sonra öğrendik ki, eğer o saç kıllarından DNA örneği alınmışsa, o saç kılları bir daha incelenemezmiş.
Bu süreçte yürekten, samimi vekiller oldu yanımızda. Bir de şov amaçlı yanında kamera ile dolaşan, Gezi üzerinden prim devşirmek için yanımıza gelenler de. Yıllarca kendi halkı için mücadele etmiş, direnişin hep en ön saflarında yer alan Ahmet’i halk sahiplendi. Ancak basın, milletvekilleri ve sözde devrimci popülist avukatlar sahiplenmediler.
Ahmet’in dava sürecinin başlatılması için kamuoyu oluşturmamız gerekiyordu. Halk bu süreçte hep yanımızda yer aldı, ama sanki birileri bilinçli olarak Ahmet’in ve mücadelesinin unutturulması için yani Gezi’nin neye ve kime karşı olduğunu çarpıtmak ve pasifize etmek için onu Gezi’den koparmaya çalıştılar.
Gezi direnişinin mücadeleci ve devrimci karakteri yerine katledilenlerin ölümleri/ölüm şekilleri hep göz önünde tutuldu. Gezi direnişine siyasetsiz bir kimlik verilmeye çalışıldı. Oysaki Gezi; Ahmet’ti, Ethem’di, Hasan Ferit’ti, haksızlığa ve otoriteye karşı koyuştu, sokaklarda mücadele veren milyonlardı, onların kararlı, cesur ve devrimci karakterleriydi…” Tamer Yazar