70’li Yıllarda Öğrenci Olmak?

1970 yılında Antakya Lisesi’ni, 1974 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdim. Antakya Lisesi Fen Bölümü’nden mezun oldum. Çok güzel bir sınıfımız vardı. Sınıfımızın tamamı bir üniversiteyi bitirdi ve güzel bir yere geldi. Yıllar sonra sınıf başkanımız Osman Emir sınıfımızın tamamını toparladı ve bir Whtasapp grubu kurdu. Her gün arkadaşlarımızla sosyal […]

1970 yılında Antakya Lisesi’ni, 1974 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdim.

Antakya Lisesi Fen Bölümü’nden mezun oldum. Çok güzel bir sınıfımız vardı. Sınıfımızın tamamı bir üniversiteyi bitirdi ve güzel bir yere geldi.

Yıllar sonra sınıf başkanımız Osman Emir sınıfımızın tamamını toparladı ve bir Whtasapp grubu kurdu. Her gün arkadaşlarımızla sosyal medya üzerinden de olsa iletişimi kuruyoruz.

Gerçek dostlukların, samimi ortamların olduğu yıllardır lise yılları. En büyük değişimi geçirdiğimiz zorlu ve bir o kadar da eğlenceli yıllar. Bazen ‘O yıllara keşke dönebilsem!’ diye de düşündüğümüz olmuyor değil.

Öğretmenlerimiz de çok deneyimliydi. Öğretmenlerimizi sevdik, arkadaşlarımızı çok sevdik. Aramızda ayrılan sınıf arkadaşlarımla öğretmenlerimi rahmetle anıyorum.

1970 yılında girdiğim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü  1974 yılında bitirdim.

Dünyanın en güzel kenti İstanbul’da, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Prof. Muharrem Ergin, Prof. Dr. Sadettin Buluç… gibi efsane hocalardan ders aldık. Lise yıllarında olduğu gibi, üniversite yıllarında da arkadaşlarımı, hocalarımı çok sevdim. Hocalarımız ve arkadaşlarımızdan  yitirdiklerimizi saygıyla anıyorum.

Yaklaşık elli yıl sonra, bazı arkadaşlarımın girişimiyle yine sınıfın tamamına yakınının telefonlarına ulaşıldı ve bir Whatsapp grubu oluşturuldu. Her sabah ilk işim bu sayfayı açıp arkadaşlarımın paylaşımlarını okumak. Bu,  insana huzur veriyor.

Bir zamanlar, üniversite öğrenciliği gençlik yıllarının “unutulmaz güzellikler” dönemi olarak anılardı.  Bir yandan gelişip serpilirken, bir yandan da hayata hazırlanmanın heyecanı insanı sarmalardı.

Atanamama gibi bir sorun yoktu o yıllarda. Üniversite sayısı az olduğu için, mezun olur olmaz göreve başlanırdı. Günümüzde atanamayan öğretmen sorunu başköşede duruyor. Ara ara atanamadı diye intihar eden öğretmen adaylarını duyunca yüreğimizden bir parça kopuyor.  Bunun yanında kendi alanı dışında ekmek parasını kazanmaya çalışan ne çok öğretmen var. Bunlar da ayrı bir üzüntü kaynağı.

Sosyal alanlara yöneliş, dersler,  finaller arasına uyum içinde yerleşir. Özgürlüğün ilk adımlarıyla ilk aşklar da okul yollarında başlar.

Üniversite bitince de artık hayatın giriş kapısından geçiş vizesi alınmıştır. Herkes seçtiği alana doğru mutlu bir yürüyüşe başlar…

Bunlar 1960’lı, 1970’li yılların üniversite öğrencileri için şaşmaz doğrulardı. Üniversiteyi bitiriyoruz diye üzülenler bile olurdu.

Şimdi de üniversiteyi bitirirken üzülenler var. Ama bu üzüntü özel bir ortamdan ayrılmadan ziyade gelecek adına duyulan belirsizlik korkusundan kaynaklanıyor.

18 aylık askerlik döneminden sonra 1976 yılında öğretmenliğe başladım.

2002 yılında kendi isteğim üzerine28 yıl emek verdiğim ve çok sevdiğim öğretmenlik mesleğinden emekliye ayrıldım. 1976 yılında Antakya Merkez Lisesi’nde başlayan öğretmenlik yaşamım,  Harbiye Lisesi’nde son bulmuştu. Öğretmenlik yaşamım boyunca, öğrencilerimi sevdim, meslektaşlarımı sevdim, velilerimi sevdim. Hala bir öğrencimi, bir meslektaşımı, bir velimi gördüğümde bir huzur buluyorum, seviniyorum.

Emekliye ayıldıktan yaklaşık bir ay sonra 3 aylığına Avrupa’nın farklı ülkelerine gittim. Böylece, İlk kez uçağa bindim, ilk kez ülkem dışında farklı ülkeler gördüm. İlk kez yaşadığım kenti, Antakya’yı, dışarıda tanıtmanın heyecanını yaşadım. İlk kez, yabancı dil bilememenin ezikliğini duydum…

Frankfurt Havaalanı’na iner iner inmez,  Doğu ile Batı arasındaki gelişmişlik farkını hissediyorsunuz.  Zaman geçtikçe; Batı’nın daha rahat ve mutlu olduğunu anlıyorsunuz.

Hafta içinde oğlumla birlikte Samandağ ve Reyhanlı’ya gitmiştik. Her iki ilçemizin de durumu yürekler acısı. 21. Yüzyıla yakışmayan görüntüler.

Ben Defne’de yaşıyorum. Burayı anlatmaya gerek yok sanırım.

Avrupa’yı gördükten iki ay sonra İran’ın 8 ilini gezme olanağım oldu. İtiraf edeyim ki, İran’da gördüğüm sıcaklık çok farklıydı. İran’daki tarihi ve kültürel değerler çok etkileyiciydi. Binlerce yıllık tarihi kentlerin yağmalandığı bir dönemde İran’ı görmek daha bir anlam kazandı. İran’la ilgili notlarımı dönüşte

“Doğuya Açılan Pencere” adıyla kitaplaştırdım.

İran gezisinin hemen ardından “Uzak Komşumuz” Suriye’ye bir turla gittim. Halep, Şam, Lazkiye kentleri adeta büyüledi beni. Halep Kalesi, Halep Çarşısı, Zekeriya Camisi, Kassiyun Dağı, Emevi Camisi, Hamidiye Çarşısı, Ugarit… hafızalardan silinmeyecek yerler. (Devam edecek)

Exit mobile version