Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Orhan Tüleylioğlu

Dijital kültür labirentinde

Dünya son yıllarda, dijital kültür alanında çok sayıda yeni gelişmeye sahne oldu. İnsanların etkileşime, iletişime girip karşılıklı ilişkiler kurma biçimlerini genişleten web sitelerinde görülen muazzam artış ve bir enformasyon deryası içinde nasıl yolumuzu bulacağımıza dair yaygın tartışmalar son yıllara damgasını vurdu. Bir sistem olarak internetin bu denli güçlenmiş ve derinleşmiş olmasını, çok sayıdaki farklı kullanıcının dertlerini ve özlemlerini sayısız farklı şekilde yansıtabilmesine bağlamak yeterli mi? Yoksa bu durum büyük ölçüde, dijital medyanın ve dijital dolayımın gücüne mi dayanmakta?

Kanadalı yazar ve düşünür Ron Burner, “İmgeler Nasıl Düşünür?” (Metis) adlı kitabında, dijital kültürün ulaştığı son noktayı ele alırken, “Sistemin tam kalbinde görünmez bir tasarım vardır,” diyor ve bunu “imge-dünyalar” olarak adlandırıyor. Yazara göre, imgeler sadece insan eylemlerinin temsilleri ya da yorumcuları değildir artık. İmgelerin heryerdeliği, onların yalnızca tüketim, oyun ya da enformasyon nesneleri olarak gören geleneksel kavrayışların çok ötesine geçmiş durumda. Dil, söylem ve izlemenin bir sentezi olan imgeler bütün medya biçimlerini bir araya getiriyor. Metinler, imgeler, öyküler, haberler ve enformasyon örgütlenmesi bir araya gelip bir imge oluşturuyor; bu imge ekranda görülür görülmez başka bir imge kümesinin parçası oluyor ve bu parçalar sanki görünürde bir son yokmuşçasına birbirine bağlanıyorlar.

Ron Burner, imgelerin enformasyon, yorumlama nesneleri, empati, yaratıcılık odakları ve dünyaya açılan pencereler olarak nasıl iş gördüklerini araştırıyor, imge- dünyaların yaşamımızda oynadığı önemli role işaret ediyor. Yazar, öncelikle zihin ve insan bilinci bağlamında imge yaratımının, üretimin ve iletişimin zengin kesişimlerini keşfe çıkıyor. Bir yandan da, zihinsel süreçlere ışık tutmak ve bu süreçleri resmetmek için bilincin karmaşık bir kültürel ve biyolojik topolojisini çizen yazar; kültür ile kimlik, imgeler ile anlam, zihin ile düşünce arasındaki görünürde saydam ilişkilere dair genel kanılara da meydan okuyor. Kültür, deneyim ve kimliğin kesişme noktalarını daha eksiksiz kavrayabilmek için simülasyon, bilgisayar oyunları, dijital sinema ve popüler kültür tarafından üretilmiş imge-alanlarını araştırıyor. Fotoğrafçılıktaki ve fotografik uygulamalardaki dönüşümlerden bilgisayar oyunlarının olağanüstü gelişimi ve önemine kadar hızla yayılan bu mübadele ağının çeşitli kültürel tezahürleriyle ilgileniyor. Yazar, insanların içinde faaliyet gösterdikleri ve onlara meşruluk kazandıran teknolojik bağlamı da inceliyor. Böylece imgelerin nasıl düşündüklerine dair soruları gündeme getiriyor.

Televizyonun etkisinin bir araç olarak sınırlarının çok ötesine geçtiğine dikkat çeken yazar, hiçbir teknolojinin, imgelerin bu gelişmekte olan tarihi üzerinde televizyondaki kadar büyük etkisi olmadığını söylüyor ve şunları ekliyor: “Televizyon, radyo ve internet her zaman yayındadır. Nasıl elektrik kullanılmadığı zaman ortadan kaybolmuyorsa, iletişim araçları da izleyiciler kapama düğmelerine bastıklarında ortadan kaybolmazlar. Bu sürekli mevcudiyet, insan hüneri ve yaratıcılığı sayesinde kurulmakta olan, doğa ve inşa edilmiş yeni bir çevrenin parçasıdır. Bunlar taklit dünyalar değildir. Bunlar dünyanın ta kendisidir.”

Ron Burnett, temel etkileşim ve iletişim biçimleri olarak imgeleri kullanan teknolojilere ve aygıtlara epeyce zekâ programlandığını; imgelere inanılmaz miktarda zekâ yerleştiren bu ekolojik çerçevenin sadece insanların birbirleriyle etkileşime girme biçimlerini değil, bu etkileşimlerin mahiyetini de değiştiren, sürekli olarak genişlemekte olan bir ekolojiye doğru kaydığını öne sürüyor. Yazar, imgelerin insan etkinliğinin her alanına dahil edilmesiyle yaratılan dijital dünyaların evreninden şu sonuçları çıkarıyor: “Zekâ artık paylaşılan bir fenomen haline gelmiştir. İnsan yaratıcılığı, emeği ve bağlantı kapasitesinin kesişimleri imgelerin kullanımı üzerinden de zekâyı yaymakta. Mesele, bizatihi imgelerin düşünüyor olması değil, zekânın artık sadece bilinçli varlıkların mülkü olmaktan çıkmasıdır.”

Teknolojiyi insanların ihtiyaçlarına, insanların ihtiyaçlarını da makinelere bağlayan bir dizi ortak ilişkinin haritasını çıkaran “İmgeler Nasıl Düşünür?” adlı kitap, kültürel ve teknolojik dönüşümleri yorumlayan, insanların enformasyon, imgeler, iletişim ve bilgiyle kurdukları ilişkileri yeniden tanımlayan başarılı bir çalışma.

Orhan Tüleylioğlu

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER