Arkeoloji Müzesi’nin ziyarete açılan 2. Etap kısmında bulunan eserlere dair hiçbir tanıtıcı bilginin olmamasını değerlendiren, Müzeler eski Genel Müdürü Kenan Yurttagül: “Sanırım, Müze’nin 2. Etap çalışması biraz aceleye geldi. Ancak bu yaşanan aceleyi de telaşı da anlayabilmiş değilim. Üstelik Bakan tarafından açıldığı da düşünülecek olursa…”
Antakyalı Arkeolog, Müzeler eski Genel Müdürü Kenan Yurttagül, kent merkezinde, eski müze binasında yapımı devam eden ‘yeni müze’ çalışmalarından Hatay Arkeoloji Müzesi’nde ziyarete açılan 2. Etap’a, gündemde yer alan bazı konu başlıklarına dair sorularımızı cevaplandırdı. Aynı zamanda, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş’ın Kültür Danışmanlığını da yapan Yurttagül, 31 Mart sonrası şartlar izin verdiği ölçüde, ciddi projeler için hazırlıklarının olduğuna da işarete etti.
Sorularımıza başlayalım mı?
Hatay Devleti’nin Meclis’i olarak kullanılan, Antakya kent merkezindeki taş binanın “Kent Müzesi” yapılması yönünde çalışmalar var, ki bu çalışmalar, Kültür ve Turizm Bakan eski Yardımcısı, Ak Parti Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman tarafından organize ediliyor. Ancak bu konuda çekinceleriniz var sanırım! Nedir onlar?
Konumuz, Meclis Binası, ki bu bina normal şartlarda sinema olarak tasarlanmış bir bina. Bildiğim kadarıyla burası, Hatay Devleti’nin olduğu dönemde, sadece iki toplantı için kullanılmış bir yer. Bir kere, teknik olarak, Kent Müzesi için uygun bir yer değil. Peki, neresi kent müzesi olabilir? Şimdilerde, ‘Etnografya Müzesi’ yapılma hazırlığı süren, eski müze binası Kent Müzesi için iyi bir adres olabilirdi. Hatta Lütfü Savaş ile Antakya Belediye Başkanı olduğu dönemde ilk tanıştığımızda bu konu gündeme gelmiş ve eski müze binasının Kent Müzesi olarak düzenlenme fikri masaya yatırılmıştı. Kendisi de bu fikrin hayata geçirilmesine dair görüşmelerde bulunmuştu. Ancak daha sonra şartlar değişti ve konu da gündemden kalktı!
Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor ki… Eski Müze binasında yapılmak istenen için ‘Etnografya Müzesi’ demek yanlış olur. Zira etnografya, insan topluluklarını, sahip oldukları kültürleriyle anlatır. İnsanın toplumsal varlığını, niteliksel ve niceliksel olarak inceler. Ama Antakya’nın kendisi zaten bir açık hava ‘etnografya’ müzesidir. Sahip olunan taş ve ahşap evler de bu müzenin çok önemli bir parçası. Tüm bu hikayeyi, bir müze içerisinde ‘mankenlerle’ ya da dijital sunumlarla anlatmanın çok bir yararı olacağını düşünmüyorum.
Etnografik anlamda Antakya’da yapılması gereken şey şu… Yok olmaya yüz tutan bir takım geleneksel eski mesleklerin, değerlerin korunması ve bugünden yarına yaşamaları adına desteklenmesi! Mesela Uzun Çarşı’nın bu anlamda düzenlenmesi lazım. Antakya’nın bu geleneksel çarşısına baktığınızda, künefeciler ve peynirciler neredeyse araya sıkışmış durumda.
İfade ettiğim nedenlerden dolayı, eski müze binasının ‘etnografya’ değil, ama bir Kent Müzesi olarak düzenlenmesinde fayda var. Tam da bu noktada, eski Meclis binasının kültür hizmetine devam etmesi ise şehrin sosyal hayatı adına daha faydalı bir tercih olacaktır. Aksi takdirde, şehir, kültürel aktiviteleri adına bir sahnesini, bir salonunu kaybetmiş olacak.
Aslında sadece Kent Müzesi de değil, ama tematik müzeleri de konuşmalıyız. Gördüğüm ve gezdiğim için söylüyorum… Sadece İngiltere’de 3 bin müze var ve bu müzelerin çoğu, tematik müzeler. Düşünün ki, Antakya’da bir ‘ayakkabı müzesi’ olduğunu ya da bir ‘mobilyacılık müzesi… Hatta bir ipekçilik müzesi, zeytin ve zeytinyağı müzesi! Bunların ötesinde, bir sabun müzesi açıldığını düşünün.
Antakya için konuşurken, “Zaten bir açık hava ‘Etnografya’ Müzesi” ifadesine yer verdiniz. Peki, bu müzenin ne kadar farkındayız ve ne kadarına sahibiz?
Hep söylediğim bir şey… Antakyalı, Antakya’nın ne yazık ki farkında değil! Çok önemli bir şehirde yaşıyorlar. Ama buna rağmen, bu şehri sadece yemekle özdeşleştiriyorlar. Bu, doğru bir yaklaşım değil. Antakya, kurulduğu andan itibaren birçok uygarlığa şehircilik yapmış, başkent olmuş bir coğrafya. Çok zengin bir kültürü ve tarihi var. Fakat ne yazık ki bunu göremiyoruz. Çirkin yapılar, çirkin yapılaşmalar, var olan kültür değerlerinin üzerinde otel gibi inşaatlar ve çok daha fazlası… Biliyorsunuz, Küçük Dalyan ve Müze’nin olduğu bölge, şehrin ana arteridir. Bu gerçeğe rağmen, bu bölgede sürekli bir yapılaşma söz konusu. Mesela buna engel olunması lazım. Yani mesele sadece Bir Kent Müzesi ya da Etnografya Müzesi değil, ama bu şehir, Antakya…
Bilindiği gibi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yeni uygulamaya geçirdiği projeyle beraber, tüm yıl boyunca kazı faaliyetlerinin sürdürüleceği antik kentler ve ören yerleri belirlendi. Bunlar; Antalya’da Patara, Side ve Olympos, Burdur’da Kibyra, Denizli’de Laodikeia ve Tripolis, İzmir’de Teos, Isparta’da Pisidia Antiokheia, Çanakkale’de Parion, Assos, Trio, Gaziantep’te Zeugma, Mersin’de Anemurium, Muğla’da Euromos, Stratonikeia Lagina ve Knidos antik kentleri, Diyarbakır’da Zerzevan Kalesi, Mersin’de Silifke Kalesi, Muğla’da Beçin Kalesi, Şanlıurfa’da Harran Örenyeri. Bu listede Hatay’ın olmamasını, olumlu mu yoksa olumsuz bir gelişme olarak mı almak lazım?
Bunu daha önce de konuşmuştuk. Bir kere 12 ay kazı, teknik olarak da pratik olarak da uygun değil, mümkün de değil. Akademik olarak da üstelik… Bence Hatay bu anlamda şanslı. Zaten, bildiğim kadarıyla, Antakya içinde şu an süregelen tek kazı çalışması, Hipodrom’a dair kazı, ki bunun dışında başka bir alanda kazı çalışması yok.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hayata geçirilen “Müzelerde Müzik” etkinliği, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü işbirliğinde düzenleniyor. İstanbul Arkeoloji, Topkapı Sarayı, Anadolu Medeniyetleri, Adana, İzmir Arkeoloji, Efes, Antalya, Edirne, Mersin, Bursa, Sivas, Şanlıurfa ve Diyarbakır müzeleri olmak üzere, toplam 11 ilde, 13 müze müdürlüğündeki etkinlikler belirli aralıklarla yapılıyor. Sizce, bu listede Hatay neden yok? Merak edenler için, kriter nedir?
Biliyorsunuz, geçmişten bugüne kadar devam eden, bir Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali var. Aspendos antik kentinin tiyatrosunda yapılıyor. Bu, gerçekten de çok güzel bir proje. 90’larda ise Efes Antik Tiyatrosu benzer etkinliklere ev sahipliği yaptı. Yine Bodrum Kalesi’nin hemen altında her sene yapılan bir Bodrum Festivali var. İfade ettiğiniz gibi, müzeler de son dönem bu tür etkinliklere ev sahipliği yapmaya başladı. Açıkçası, Bakanlığın, müzeleri bu proje kapsamında belirlerken ne tür bir kriter kullandığını bilmiyorum. Belki de süreç içerisinde başka başka müzeler de bu çalışamaya dahil edilecek.
Hatay Arkeoloji Müzesi’nde 2. Etap da tamamlandı ve Müze artık tam randımanla hizmete girdi! Ancak… 2. Etap denen kısımda sergiye çıkan hiçbir eserde tek bir isimlik bile bulamayanlar, kafalarında birçok soru işareti ile Müze’den ayrılıyor! Bu tür sorunlar sizce neden devam ediyor?
Sanırım, Müze’nin 2. Etap çalışması biraz aceleye geldi. Ancak bu yaşanan aceleyi de telaşı da anlayabilmiş değilim. Üstelik Bakan tarafından açıldığı da düşünülecek olursa… Bu anlamda, en azından o tanıtıcı levhaların, isimliklerin olması gerekirdi, ki hikayeler sonra da eklenebilirdi. Bu şartlarda, bir resim sergisini gezer gibi geziyorsunuz. Ama resim sergilerinde dahi, her esere dair bir isimlik yer alır, ne anlama geldiğini işaret eden, sanatçının ismine yer veren bir detay paylaşılır, küçük de olsa bir bilgi olur. ‘Umarım ileride tamamlanır’ diye düşünüyorum. Ama ifade etmek gerekirse, evet, bu bir eksiklik.
Yurt dışında da çok fazla müze gezen birisiniz. Karşılaştırma yaptığınızda gördüğünüz şey nedir?
Türkiye bu açıdan çok şanslı. Niye mi? Bir kere, yurt dışında dolaştığınız arkeoloji müzelerinin tamamı, Anadolu’dan ve Ortadoğu’dan toplanan eserlerle oluşturulmuş, sömürge müzeleridir. Paris’teki Louvre Müzesi, New York’taki Metropolitan Müzesi gibi… Burada önemli olan, yaklaşım, ki sahip olduğunuz eserleri nasıl anlattığınız çok önemli! Bir kere, ben bir ziyaretçi olarak müze içinde dolaştığım zaman, bir eserin hikayesini okumak isterim. Maalesef ki, bu ifade ettiğiniz şey müzelerimiz adına önemli bir eksiklik. Ama şunu da ifade etmek gerekiyor ki… Her şeyi Ankara’dan beklemek olmuyor! İlgili müzelerin yöneticilerinin, çalışanların, bunları hazırlayıp koyması gerekir. Çünkü iki yüze yakın müze var. Müzeler Genel Müdürlüğü, her müzenin olduğu noktaya gidip ‘ne yaptınız?’ deme şansına çok sahip değil. Bu, biraz bakış eksikliği, vizyon eksikliği, biraz da eğitim eksikliğinden kaynaklanıyor.
Son bir sorum olacak size… Arkeoloji Müzesi’nin ilk projelendirildiği dönemde, ön cephesine konan, ancak şartlar gereği hiçbir zaman çalıştırılamamış su değirmenini! Şu an paslı bir demir yığını halinde! Sizce de bir güncelleme yapılması gerekmiyor mu? Belki de kaldırılması…
Eğer başa dönersek… Bu projeyi çizen isimle Ankara’da tanıştım. O dönem, müze adına çizdiği 3 projeyi de bana detaylı bir şekilde anlattı. Ben de kendisine Antakya’yı anlattım. Ben anlattıkça, o, notlar aldı. Hatta kendisiyle olan görüşmemizde, “Bana bu bilgiler Müze’den gelmedi” demişti. Dördüncü proje ise bugünkü bina oldu. Projeyi hazırlayan kişi, Antakya’nın şartlarına ve iklimsel özelliklerine hakim olmadığı için, bu ‘su dolabının’ konma fikrinde rüzgar iyi hesap edilememiş. Durum bu aslında. Biraz da ters bir noktaya konmuş. Müze’ye karşıdan bakıldığında eğer sağ tarafa konumlandırılmış olsaydı, çalışır durumu devam edebilecekti diye düşünüyorum. Ama şu an ki konumu itibariyle mümkün olmuyor. İstenirse, tabi ki kaldırılabilir. Eğer kaldırılmaz ve ‘kalsın’ denirse de, paslanmış şu anki halinden arındırılabilir. Havuzu da doldurulabilir. En azından yapılmak istenen o nostaljik görsellik yaratılabilir. Ama ifade ettiğiniz gibi, bir demir yığını gibi duruyor. -Tamer Yazar-