Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antakya’da kültür-sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Antakya

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Antakya Kitaplığı
Efsanelerimiz/Ali Püsküllüoğlu
Anadolu bir masal ve efsane ülkesidir. Nereye giderseniz gidin, arar sorarsanız, oralarla ilgili efsaneler anlatırlar size. Yedi kartal ömrü yaşayan ademı, bir adaya adını veren kızı, sırtındaki çocuğu, sütle beslenen yılanları anlatırlar. Daha nice nice efsaneler dinlersiniz. Yurdumuzda her ağacın, dağın taşın, kurdun kuşun, denizin akarsuyun bir efsanesi vardır.
Efsane ile masal birbirine karışır Anadolu’da. Efsaneler, olağanüstü yönleri olan bir anlatı, bir tür masaldır. Kimileri onlara inanır, onları gerçekte olmuş gibi görür. Oysa masala inanılır mı? Ali Püsküllüoğlu, yıllardır uğraşır efsanelerle. Bildiği, duyduğu, okuduğu efsanelerin kimilerini, sizler için yeniden yazdı. Ozanca anlatımını seveceksiniz.

Konuk Yazar
Yarının Antakya’sına Yolculuk /Sabahattin Yalkın
Yıllardır anlatılarla, antik bir kentin nasıl elden çıkarıldığını gördük, dinledik. Üzüldük doğrusu … Gerçekte ben daha çok üzüldüm. Çünkü o eski, özellikli kentle, sevgili Antakya’mla birlikte, benim çocukluğum, gençliğim de uçup gitmiş… Gerçekte bu durum, son elli yıl içinde birçok kentimizin başına gelen bir olay. Çünkü bir kente sahip çıkmak bir meydan savaşıdır. Ordusu vardır, komutanı vardır… Karşısında da düşmanı vardır, düşman komutanı vardır. Ancak çok güçlü komutanlar kazanır bu savaşı. Rant canavarlarına karşı, birkaç namuslu politikacı yetmez. Halkın da kentine sahip çıkması gerekir. Roma İmpratoru Neron’ un Roma’yı yaktığı, Roma bed sesiyle şarkı söyleyip lir çaldığı anlatılır. Deli olarak nitelenen Neron, aslında deli değildi. Roma pislikten, kokudan, farelerden, başıboş kedi ve köpeklerden geçilmeyen, hastalık kaynayan, kontrolden çıkmış bir kent olmuştu. Tek kurtuluş yolu kenti yakmak ve yeniden kurmaktı. O da bunu yaptı.
Almanya’da Humbolt Vakfı’nın 25 günlük gezisinde, çeşitli ülkelerden gelmiş bizleri, ilginç bir yere, küçük bir kasabaya götürmüşlerdi. Antakya’ nın şimdi yıkılmak üzere olan sokaklarına benzeyen dar ve taşlarla bezeli bir yer. Kasabanın evleri bir iki katlı ahşap yapılar. Tek taş yapı kasabanın kilisesi. 200 yıldan beri tek taşını yerinden oynatmadıkları gibi, bir tek yeni inşaat da yaptırılmamış. Kasaba olduğu gibi korunmuş. 2. Dünya Savaşı sırasında da, yabancı güçler bu özelliği nedeni ile burayı bombalamamışlar. Ne Ruslar, ne de Amerikalılar… O gece aralarında benimde bulunduğum evli çiftleri kasabanın sarayında misafir ettiler. Saray bizde her yerde rastlayacağımız iki katlı, ahşap bir kasaba otelinden farksızdı. Yürürken merdivenleri sallanıyordu. Ama bakımlı, tertemiz idi. Şimdi burayı koruyabilen yönetim ile bizim belediyeleri bir karşılaştırınız.
Biliyorsunuz, Antakya’ da en önemli nokta Köprübaşı denilen, Roma Köprüsü’nün bulunduğu yerdi. Asi Nehri üzerine kurulmuş olan bu köprü, kentin iki yakasını birbirine birleştiren tek yerdi. Antakya, en az 4 – 5 bin yıllık, belki de 10 bin yıllık, kent geçmişi olan, Roma döneminde de Dünya’nın üç dört büyük kentinden biri idi. O zamanki bütün kentler gibi bir nehir kenarında kurulmuş, güvenlik nedeni ile de sırtını dağa vermiş … Büyük İskender zamanında, komutanlardan Antiokus tarafından yeniden kurulmuş … Sonra Roma döneminin en görkemli sayfiye kenti olmuş. Defne ( Harbiye ) zenginlerin yaşadığı bir yer. Olimpiyatları finanse eden yahudi para babaları burada yaşarlar. Ben Hur olayını hatırlayalım. Araba yarışında Romalıların burnunu kırmak isteyen Harbiyeli yahudiler, aslen bir yahudi prensi olan, Roma’ da komutanlık yapmış Ben Hur’u bulurlar. Yarışı kazanan Ben Hur yahudilerin övünç ve onur kaynağı olur.
Roma’ya gidip gelmekten usanan Roma İmpratorları, bir ara Antakya’yı geçiçi olarak Başkent yaparlar. Her zafer sonrası Roma komutanları Antakya’ya yeni eserler kazandırırlar. Her taraf heykellerle, saraylarla, köşklerle bezenmiştir. Şimdi Müze’de bulunan mozaiklerin çoğu o yapıların yer ve duvarlarını süsleyen mozaiklerdir. Heykellerin çoğu o dönemden olup, Fransızların çalıp Loure Müzesi’ne taşıdıkları heykellerden arta kalanların bir kısmıdır. Gerçekte bütün Batı kentlerinin müzeleri Anadolu ve Doğu topraklarından çalınan eserlerle donatılmışlardır. Sözünü ettiğimiz Antakya Köprüsü o zamandan kalmadır. Bu köprünün yıkımını ve nedenini biliyorum. Ben su mühendisiyim. O yıllarda bu günkü bilgime ulaşmış bir mühendis olsaydım, Köprü’yü belki de yıkılmaktan kurtarabilirdim. Çünkü bu köprü Roma döneminden kalan önemli bir eserdi.
Şimdiki Kurtuluş Caddesi, Dünyada ilk kez aydınlatılan ünlü Herod Caddesidir. Caddenin sonunda dört ayak üzerine oturtulmuş Apollon Heykeli vardır.Bu bölge eskiden beri zeytini bol ve ucuz bir yer. Caddenin iki yanı boylu boyunca zeytinyağı çıraları ile donatılmıştır. Her akşam kent çıracıları bunları yakar. Aydınlatılmış Cadde eğlence yerleri, meyhaneler, barlar, halk lokantaları, hamamlar, havuzlar, kumarhaneler, çalgıhanelerle doludur. Şimdi bile eğlenceye çok düşkün olan Antakyalılar, gece yarılarına kadar buralarda eğlenirlerdi. Antakya o dönemin rakipsiz turizm merkezidir. Zengindir, zevklidir, hoşgörülüdür. Antakya Akademisi Dünyaca ünlü bir akademidir. Güzel söz söyleme, heykelcilik, matematik en önemli ders konularıdır. ( İ.S. 300’lü yıllar ) Ünlü öğreticiler, düşünürler yetiştirmiştir. Çok ünlü bir konuşmacı ( hatip) olan Antakyalı Libanius ( İ.S. 314 – 394 ) Antakyalı varlıklı bir aileden gelmedir. Bu aile Olimpiyatları organize etmiştir. Libanius, Bizans İmpratoru Julian’ ın ( İ.S. 361- 364 ) yakın arkadaşıdır. Onu Hristiyanlığa yaklaştırmıştır. Ölümünde yapılan cenaze töreninde, tören konuşmasını Libanius yapmıştır.
M.S. 526 yılındaki büyük zelzelede 300 bin insanın öldüğü söylendiğine göre o yıllarda, burada bir milyona yakın insan yaşıyor olabilir. Bu büyük zelzeleden sonra Antakya o görkemli günlerine bir daha ulaşamamıştır.
Ne yazık ki kentimizi zamana ve siyasal atraksiyonlara karşı koruyamadık. Burada belki de hepimiz az çok suçluyuz. Çünkü hiçbir kavga vermeden kent savaşları kazanılamaz. Gerçekte artık eski kentleri yıkıp yapma yerine, bütün Dünya şu yolu izliyor. Eski kenti koruyabildiğimiz kadar koruyalım. Ama çağdaş yaşamın kentini de, yeni kent olarak, eski kentin uygun yerine yapalım. Bu bakımdan, yönetimler, özellikle Belediyeler büyük sorumluluk altındadır. Bizim de halk olarak görevimiz, belediyelerin başına seçeceğimiz insanlarda, bu işleri göğüsleyebilecek donanıma sahip olup olmadığını araştırmamızdır.
Aslında Antakya’nın başına gelenler, bugün bütün Türkiye’de yaşanan trajik bir durumun uzantısıdır. Başta İstanbul olmak üzere, kentler kırsal kesimin yoğun göçü nedeniyle işgal altındadır. Kentine sahip çıkacak halk henüz oluşma fırsatı bulamamıştır. 35-40 yıl içinde % 80 olan köylü nüfusumuz, % 35 lere düşmüştür. Hiçbir kent bu kadar kısa bir zamanda, kırsal göçmeni içine sindirip kentli bir bilinç oluşturamaz. Bu durumun acısı kolay kolay giderilemez. Değerli bir iş adamımız az önce eğitim önemli bir yatırım alanı dedi. Yürekten katılıyorum. Türkiye’nin en büyük sorunu bence eğitimdir. Çünkü bugünkü eğitim sistemimiz ile siz 70 milyonluk bir ülkeyi yönetecek insanı zor yetiştirirsiniz. Yaşadıklarımız bunu doğruluyor. Gene de umut içindeyim. Çünkü insanların işlenme olanağı bulamamış gizli gücüne inanıyorum .

Haftanın Şiiri
İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına
FurûğFerruhzad (Çeviren: Ali Güzelyüz)
Ve bu benim
Yalnız kadın
Soğuk mevsimin eşiğinde
Toprağa bulanmış varlığı anlamanın başlangıcında
Ve sade ümitsizlik ve gökyüzünün hüznü
Ve bu çimentolu ellerin güçsüzlüğü.

Zaman geçti
Zaman geçti ve saat dört kez çaldı
Dört kez çaldı
Bugün Dey* ayının ilk günü
Mevsimlerin sırrını biliyorum ben
Ve anlıyorum anların sözünü…
Mezarda yatıyor kurtarıcı
Ve toprak, kabul edici olan toprak
Huzurun bir işaretidir.

Zaman geçti ve saat dört kez çaldı
Rüzgâr esiyor sokakta
Rüzgâr esiyor sokakta
Ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum

Haftanın Sanat Gündemi
Nazım Hikmet ölüm yıl dönümünde Moskova’da anılacak
Türk ve dünya şiirinin büyük ustalarından Nâzım Hikmet, ölümünün 56. yıl dönümünde Moskova’da, Rus Türk İşadamları Birliği’nin (RTİB) organizasyonu ile anılacak.
3 Haziran 1963’te Moskova’da hayata veda öden Nazım Hikmet için yapılacak anma törenine Türkiye’den Nâzım Hikmet Vakfı temsilcileri, sanatçılar, edebiyatçılar ve Nâzım dostları katılacak.
Geleneksel hale gelen “Nâzım Hikmet Dostluk Ödülü” bu yıl sanatçı Edip Akbayram ve Prof. Dr. Dmitriy Dmitriyeviç Vasilyev’e verilecek.
RTİB tarafından Edip Akbayram ve Prof. Dr. Dmitriy Dmitriyeviç Vasilyev’e ödül verilmesine ilişkin yapılan açıklamada, “Türk halk kültürü ve şiirini modern pop müziği ile birleştirerek büyük kitlelere ulaştıran ve toplum sorunlarına her zaman duyarlı kalmış saygıdeğer sanatçımız Edip Akbayram, Türk müziğine vermiş olduğu emek ve katkılarından dolayı bu ödüle layık görülmüştür. Rusya’nın önemli şarkiyatçılarından olan ve Türkçe kitapları da bulunan Türkolog Prof. Dr. Dmitriy Dmitriyeviç Vasilyev ise Türk kültürünün tanıtımına katkılarından dolayı söz konusu ödüle layık görülmüştür.” denildi.
Nazım Hikmet’i Anma Törenleri, 2 Haziran Pazar günü saat 18:00’da Russkaya Pesnya Teatr’da “Cahit Berkay ve Moğollar” konseri ile başlayacak ve 3 Haziran Pazartesi günü saat 11:00’da Nâzım Hikmet’in Novodeviçi’deki mezarı başında yapılacak anma töreni ile sona erecek.

Dünyada en çok kitap okunan ülke Hindistan
Dünyada en çok kitap okunan ilk 10 ülke arasında 6 Asya ülkesi, 4 Avrupa ülkesi yer aldı.
Dünyada en çok kitap okunan ülke Hindistan 23 Nisan, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütünün (UNESCO) 1995’de Paris’te yapılan 28. Genel Konferansında alınan kararla Dünya Kitap ve Telif Hakkı Günü olarak kutlanıyor. Dünyada en çok kitap okunan ilk 10 ülke arasında 6 Asya ülkesi, 4 Avrupa ülkesi yer alırken, her vatandaşın haftada ortalama 10 saatin üzerinde kitap okuduğu Hindistan, en çok kitap okunan ülke olarak dikkati çekiyor.
AA muhabirinin İngiltere merkezli dünya kültürü puan endeksinden derlediği verilere göre, dünyada en çok kitap okunan ülke Hindistan olurken, bu ülkeyi sırasıyla Tayland ve Çin takip ediyor. Endeks, vatandaşların haftada okumaya harcadığı ortalama zamanı esas alıyor. Basılı kitapların yanı sıra gazete, dergi ve çevrim içi yazılı içerik gibi her türlü okunabilir materyal puanlama kapsamına dahil ediliyor.
TÜRKİYE 18. SIRADA
Hindistan’da her vatandaş, haftada ortalama 10 saat 42 dakika kitap okuyor. İkinci sırada yer alan Tayland’da kişi başı haftada ortalama kitap okuma süresi 9 saat 24 dakika olurken, üçüncü sırada yer alan Çin’de ise halk haftada 8 saatini kitap okuyarak geçiriyor. Listede en çok kitap okunan diğer ülkeler sırasıyla Filipinler (7 saat 36 dakika), Mısır (7 saat 30 dakika), Çekya (7 saat 24 dakika), İsveç (7 saat 6 dakika), Fransa (6 saat 54 dakika), Macaristan (6 saat 48 dakika) ve Suudi Arabistan (6 saat 48 dakika) şeklinde sıralanıyor. Türkiye, haftada ortalama 5 saat 54 dakika kitap okunma süresiyle listenin 18’inci sırasında yer alıyor.
EN ÇOK OKUNAN KİTAPLAR
Dünyada en çok Kur’an-ı Kerim ardından İncil okunuyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nin Kurucu Lideri Mao Zedong’un beyanlarından derlenen “Başkan Mao’dan Seçme Sözler”de en popüler kitaplar listesinde üçüncü sırada yer alıyor. Miguel de Cervantes’in “Don Kişot” kitabı ile JK Rowling’in yazdığı “Harry Potter” serisi de dünyada en çok okunan edebiyat eserleri arasında yer alıyor.
Dünyanın en çok okunan diğer kitapları Charles Dickens’ın “İki Şehrin Hikayesi”, JRR Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesi, Antoine de Saint-Exupery’nin “Küçük Prens”, Lewis Carroll’ın “Alice Harikalar Diyarında” ile Agatha Christie’nin “10 Küçük Zenci” kitapları şeklinde sıralanıyor. (KÜLTÜR SERVİSİ)

Halit Çelenk Hukuk Ödülü sahiplerini buluyor.
Ödül töreni, Halit Çelenk’in hayatını kaybedişinin yıl dönümü olan 5 Mayıs 2018’de Ankara’da yapılacak. Ödül töreninde Ruhi Su Dostlar Korosu da yer alacak.
Halit Çelenk Hukuk Ödülleri Seçici ve Düzenleyici Kurulu şöyle:
Prof. Dr. Rona Aybay, Prof. Dr. Korkut Boratav, Prof. Dr. Ali Murat Özdemir, Ali Rıza Aydın, Serpil Çelenk Güvenç, Dr. İlker Kılıç, Av. Başar Yaltı, Av. Erşen Sansal, Av. Barış Aybay, Av. Özlem Şen Abay

Muhsin Ertuğrul kabri başında anılacak
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, kurucusu Muhsin Ertuğrul’u, ölümünün 40. yıldönümünde kabri başında anıyor.
Anma töreni, 29 Nisan 2019 Pazartesi günü saat 11.00’de, Zincirlikuyu Mezarlığı’nda Muhsin Ertuğrul’un kabri başında yapılacak.

Söylencelerimiz
Hz. Musa- Hızır Peygamber Buluşması
Binlerce yıl önce Hatay’a bağlı Samandağ’ın Hıdır Bey köyünde bir ‘Hayak Suyu’ varmış. Bu suyun başını yedi başlı bir ejderha tutar ve her yıl bir kız kurban edilirse, suyun akmasına izin verirmiş. Kurbanlık sırası kralın kızına gelmiş. Kızın elleri bağlanmış ve ejderhanın önüne atılmış. Ejderha tam kızı yutacakken bir çoban çıkagelmiş ve kılıcını ejderhanın kalbine saplamış. Ejderha acıdan kıvranırken çobana bir darbe daha indirmesini ve acısına son vermesini yalvararak istemiş. Ancak çoban bu isteği yerine getirmemiş. Ejderha da korkunç pençeleriyle yerleri tırmalayarak uzaklaşmış ve gide gide Lübnan’da sert kayalara çarpmış. Çarptığı yerde bir ırmak oluşmuş. Irmak ejderhanın açtığı yoldan Hatay’a ulaşmış. O ırmak Asi Irmağı, o çoban da Hızır peygambermiş. Halk ona Hıdır Bey adını yakıştırmış ve kralın kızı ile evlendirmiş. Hızır’ın yere sapladığı kılıç da koca bir çınar olmuş.
Samandağ’a ait bu söylencenin devamı Hızır ile Musa Peygamber’in buluşmasıdır. Bu buluşma yeri günümüzde bir ziyaret mekanıdır. Buraya “buluşma kayası” denilmektedir. Dokuz Kardeş Çayı’nın kolları arasında, Musa ile Hızır’ın konakladıkları yerler kutsal sayılmakta ve bu inanca sahip Anadolu’nun dört bir yanından gelen ziyaretçiler, buradaki Şeyh Hızır türbesini ziyaret ederek adaklar adamaktadırlar.
Hızır ya da Hıdır diye adlandırılan kişi, İslam inancında Hz. Musa’yı eğitmekle görevlendirilmiş ve kendisine batın bilgisi (ilm-i ledün, ilm-i hakikat) verilmiştir. Hızır, bu niteliğiyle, mutasavvıflarca gerçek bilgiye ulaşmış yetkin insanın sembolü sayılmış, halk arasında da tanrısal nitelikleriyle ilişkilendirilerek ölümsüzlüğüne inanılmıştır.
Hızır ile Musa’nın Samandağ’da buluşması ise şöyle anlatılır: Günün birinde Musa Peygamber, Tanrı’ya “evrenin en akıllı adamı kimdir” diye sorar. Tanrı, “Hıdır Beydir” diye cevaplar. Musa, “onu nasıl bulabilirim” diye tekrar sorar. Tanrı “bastonunu yere sapladığında büyürse, ağaç olursa, torbandaki ölü balıklar canlanırsa, gökyüzü açıkken birden yağmur yağarsa, bulunduğun yer iki denizi kavuşturuyorsa, işte orası Hıdır’ın ülkesidir” der.
Hz. Musa, torbasına tuzlu balık koyar, bastonunu alıp yollara düşer. Dağ taş dolaşır ama, bir türlü Hıdır’ın ülkesini bulamaz. Sonunda Samandağ açıklarında bir kayaya varır, bastonunu toprağa saplar ve yorgunluktan uyuyakalır. Uyandığında bastonunun bir çınara dönüştüğünü, torbasındaki ölü balıkların canlandığını ve gökten bardaktan boşanırcasına yağmurlar yağdığını görür. Musa aradığı ülkeyi bulduğu için şükreder. O an yanına bir balıkçı yaklaşır, “Hoşgeldin ya Musa der. Musa, “Hoşbulduk, Hıdır Bey’i arıyorum. Yardımcı olur musun” diye rica eder. Balıkçı işine karışmaması koşuluyla ona kılavuzluk edeceğini ve onu Hıdır’a götüreceğini söyler. Musa kabul eder. Yola koyulurlar. Biraz yol aldıktan sonra balıkçı önlerine çıkan kayıkları çakısıyla deler. Musa nedenini sorar, ama yanıt alamaz. Adam bu kez karşılarına çıkan bir küçük çocuğu öldürür. Musa engel olmak ister, nedenini sorar yine yanıt alamaz. Asi Irmağı’nı izleyerek yola devam ederler. Bu kez bir köyde yıkılmakta olan bir duvarı adam onarır. Musa yine merak eder ve ne denini ısrarla sorar. Bu kez balıkçı da dayanamaz, öfkelenir ve yanıtlar:
“Kayıkları deldim, düşman gelip almasın diye. Çocuğu öldürdüm, çünkü büyüyünce çok kötü bir insan olacaktı. Bu duvarı da onardım, çünkü sahipleri çok yoksul insanlar ve yetimler. Duvar altında bir define var. Büyüyünce define onların olsun diye onardım duvarı” der ve gözden kaybolur.
Samandağ’da Buluşma Kayası denilen yerdeki Musa- Hızır karşılaşmasının Kuran’da yer alan bu öyküsüne başka eklemeler yapan İslam yazarları da vardır. Hızır’ın kimliği, dönemi, olağanüstü kişiliği ve niteliklerini konu alan, çoğu da eski geleneklere, özellikle de Gılgamış ve İskender destanlan ile Musevi efsanelerine dayanan bu bilgiler çelişkilidir. Bu bilgilere göre, Hızır “ab-ı hayat” denilen ölümsüzlük suyunda yıkandığı için rengi, Arapçası “hazır” olan yeşile dönmüş. Bu nedenle Hazır ya da Hızır adını almıştır. Halk inanışına göre, Hızır peygamber, ölümsüzlük sırrına ermiş bir ulu kişidir, insanları suya, hırsızlığa, yangına, zalim yöneticilere, şeytanlara, yılan ve akreplere karşı korur. Bütün dünya onun yönetimi altındadır. Denizde Tanrı’nın halifesi, karada vekilidir. Denizcileri kötülüklerden o korur. İstediği zaman görünmez olur, istediği zaman uçar. Kudüs’te oturur. Her cuma Mekke, Medine, Kudüs, Kuba ve Cebel-i Zeytun camilerinde namaz kılar. “Kul daralmayınca Hıdır yetişmez”, “Hızır gibi yetişti”, çaresizlik içindekilerin bir çıkış yolu bulduklarında ifade ettikleri atasözü ve deyişler arasındadır.