Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı: İçimizdeki Şeytan/Sabahattin Ali
“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizdeki şeytan yok… İçimizdeki aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…” Bu romanında, toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın “kapana kısılmışlığını” gösteriyor Sabahattin Ali. Aydın geçinenlerin karanlığına, “insanın içindeki şeytan”a keskin bir bakış.” (tanıtım yazısı)
Konuk Yazar: Su Perisi Ve Edebiyatta Defne /Ferhat İşlek
“Ey toprak ana… Beni ört, beni sakla, beni kurtar.”
Bu çığlıklar Apollon’dan kaçan Daphne’nin son çığlıklarıdır. Bu çığlığın ardından ayakları kök olur toprakta; kolları dallara keser, saçları yapraklara…
Apollon, Daphen’in ağaç olmasını üzüntüyle izler. Sonra ona sarılır ve sert kabuklar altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duyar.”Bundan sonra sen Apollon’un kutsal ağacı olacaksın” der.
Zeus’un oğlu ışık tanrısı Apollon ile Babası Irmak Tanrısı, annesi Orman Tanrıçası olan kendisine de “su perisi” denilen Daphne’in söylencesi yaygın olarak bilinmektedir. Özellikle Antakya’ da dilden dile günümüze kadar yaşayan bir söylencedir bu.
“Edebiyatta Defne”, Mehmet Karasu ile eşi Nebihe Karasu’yun derlediği, çeşitli yazıları içeren ve yöreyle ilgili ayrıntılı bilgilere ulaşacağımız kapsamlı bir çalışma. Kitabın daha ilk sayfalarında Defne-Apollon söylencesinin yer alması da bilinçli bir seçim. Çünkü bu söylenceyle özdeşleşmiştir burası.
Mitler her dönemde sanatın, edebiyatın esin kaynaklarından biri olmuştur. Aslında bu bir tür toplumların geçmişini anlamlandırma arayışıdır. Ayrıca mitoloji insanlığın ortak değerlerindendir. Bazen toplumların yeniden doğmaları için bir dayanak oluşturur.
Edebiyatla da çok yakın ilişkisi olmuştur. Örneğin çağları aşan bir özelliği vardır mitolojik şiirlerin. İnsanlığın ortak değeri olması bu yüzdendir. Bazen adalet, bazen bir aşk, bazen bir inanç, hüzün ya da sevinç, ortak dile dönüşür.
Antakya mitolojik açıdan çok yoğun. Dafne onlardan biri. Dafne’nin güzelliği şiirseldir. Aşk da vardır; o da şiirseldir. Apollon’un karşılıksız aşkı bu şiirselliği iyice derinleştirir.
Mitolojik şiirler veya yazılan metinler ne masala ne de söylencelere benzer. Günümüzle tarih arasında çoğu kez felsefesiyle birlikte bağ kurulur. Bir beyin fırtınasına yol açar okuyucuda. Hem önceki insanın, hem de günümüz insanının duygularına ses olur.
Bu aynı zamanda kökenlere yönelirken, bu konuda yazılanların, işlevsel açıdan ne denli önemsenmesi gerektiği sonucunu çıkarır. Toplumların tarihsel belleğine önemli ölçüde iz bırakacak etkili, derinlikli bu çalışmaların kalıcı ve her dönemde yaşayan edebiyat ürünleri olduğunu da belirtmek isterim.
Kitapta bu anlamda birbirinden değerli yazılar ve şiirler yer alıyor.
“Defne ağacı birsu perisiydi” başlığıyla Ali Püsküllüoğlu, “Defne güzel bir su perisiydi. Yağmurlarda ıslanır, ırmaklarda yıkanır, nerde bir su görse dalardı içine. Anası orman, babası ırmaktı Defne’nin. Irmakta yıkandıktan sonra, kıyıda bir ağaç altına oturur, o uzun saçlarını tarar, bir yandan da türkü söylerdi. Defne’nin türküleri rüzgârla, ağaç dalları arasından ormanın ta içlerine yayılırdı” diyor.
Ali Püsküllüoğlu söylencenin ayrıntılarına girer yazısında. Defne’yi tatlı ninnilerle büyüten orman ve ırmaktır. Türküleri ırmak öğretmişti ona. Söylediği türküler ırmağın akarken çıkardığı seslere benziyordu. Bu türküler yalnızlığını unutturuyordu Defne’nin. Orman ise ona gezinmeyi, saklanmayı ve geyikler gibi kaçmayı öğretiyordu.
Fakat gel gelelim ne ırmak, ne de orman ona sevgiden hiç söz etmemişlerdi. Sevgiden söz etmeyerek onu koruduklarını düşünüyorlardı. Buna rağmen kurdun kuşun dahi bildiği aşkı gün gelir Defne de öğrenir. Her gün çalgı sesi gelmeye başlar kulağına. Bu sesin peşine koşar ormanda, dağlarda. Amabu tatlı ezgileri kimin çaldığını bulamaz bir türlü. Durumu fark eden annesi, “Defne güzel kızım, bu senin çalgıcın Apollon. Onun şiiri ve çalgısı, bütün kızları kendine çeker. Ben de bilirim onun ezgilerini, çok tatlıdır. Tatlıdır ya, bilmen gerek ki, Apollon bir tanrıdır ve de tanrıları seven, onlara âşık olan kızlar, ya kendini öldürür, ya da sürgüne gider bu yerlerden” der.
İçindeki sevgi annesinin bu sözlerine rağmen dinmez Defne’nin. Apollon’la bir ormanda karşılaşır sonuçta.
Apollon’un ormanda gördüğü Defne’nin peşine düşmesi ve Defne’nin ağaca dönüşmesi söylenceye göre bugünkü Harbiye’deki şelalelerde gerçekleşmiştir.
Ayla Kutlu da “Doğduğum Yer merhaba” diyerek konuk oluyor kitaba.
1940’lı yıllardaki Harbiye’de geçen çocukluk anılarını anlatıyor.
“Gözümün açıldığı cennet, bilincimin aştığı ilk eşik” diyor Harbiye için. Ve ekliyor: “Cennet bana, yaşım bir elin parmaklarına gelmeden Kenan ülkesinin bu en üst çevresinde sunulmuştu.”
Harbiye, Ayla Kutlu’nun çocukluğunun geçtiği yıllarda köy görünümündedir. Ama yeşili, zengin doğasıyla başka bir yerdir burası. Sokaklarından geçerken evler görünmez, görülebilen su ve yeşil. Ayla Kutlu’nun çocuk mekânlarıdır su kenarları ve bahçeler. Şelaleler ise bugünkünden çok farklıdır.
“Çocukluğumda ve ilk gençliğimde coşkun bir yaşama sevinciyle onlarca şelale, suda kök salıp azmana dönüşmüş binlerce ağacın, gürbüz toprakaltı hayvanlarının ve dünyanın en güzel vadisinin doğumunu kutsar dururdu. Çünkü yalnızca şelale suları doğumun sevinç şarkısını bin yıllar süresince söyleyebilirler. Yükseklerden inerken öyle bir bağırırlardı ki, doğduklarından beri ıslaklıkla yaşayan çınarların ve daha aşağıdaki sürekli yeşil yosunların üstüne döküldüklerinde insanlar susmaktan başka çare bulamazlardı.”
Yazarımız, günümüzde teknolojik açgözlülük dediği girişimlerle şelalenin küstürüldüğünü belirtiyor.
Nedim Gürsel de “Defnenin gözyaşları” başlığında aynı konuya değinir. Zevksiz yapılaşmanın sonucu köhne tesislerle burasının kebapçı yerine çevrildiğini, plastik masalar ve sandalyelerle, zevksizliğin doruğundaki yapılaşma ile bu güzel doğa parçasının ele geçirildiğini üzülerek yazıyor.
Aynı üzüntüyü Cengiz Bektaş’ta da görmek mümkün. Defne deyince aklına su ve yeşil geldiğini belirten Bektaş, suların kullanımına lokantaların, gazinoların el koyduğunu, oysa bu sulardan oradaki lokantalara gidemeyecek olan yoksulların da yararlanması gerektiğini vurguluyor. “Bu doğa armağanı başta Harbiye halkının olmak üzere tüm insanlığındır” diye de ekliyor.
Kitapta Defne’nin tarihine geniş yer verilmiş. “Defne’nin tarihi Antakya’nın tarihi geçmişi ile bağlantılıdır” deniliyor. Çok sayıda halk hikâyesi ve söylenceye yer verilen bölümde, Apollon’un tapınağını ziyaretin dışında, burası tarih boyunca varlıklı insanların gelip bir süre konakladıkları yer olmuş. Trajan döneminde su kemerleri yapılarak burasının suyu Antakya’ya taşınmış. Birçok din adamının zaman zaman gelip buradaki din adamlarının görüşüne başvurduğu, 115 miladi tarihinde de burada Zeus Tapınağının inşa edildiği belirtilmektedir.
Kuşkusuz elde edilen mozaik levhaların da Defne’nin tarihini aydınlatmada önem taşır. ÖrneğinMÖ 196 yılına ait bir mozaik levha Roma İmparatorluğuna karşı çıkan Kartaca Komutanı Hannibal’ın Defne’ye gelip kutlama şenliklerine katıldığını gösterir. Defne’de bulunan Micalo Bisyohya mozaiği ise Antakya ile ilgili manzara resimlerini içeriyor.
Wirliam Barlett ise şunları yazıyor: “Defne’yi kuran Selkuslar buraya on bin dönüm defne, murt ve kozalık çam ağaçları dikmişler, bu bahçelerin ortasında Apollon ve Diana mabedini kurmuşlardı. Defne Antakya krallarının mesire ve eğlence yeri olmuştu.”
Kitapta Harbiye’nin İpekçiliği göz ardı edilmemiş. İpek dokumacılığının aile geleneklerinde olduğu vurgulanarak, değişik renk ve desenlerinde olan Harbiye ipeğinin yörenin hem ekonomisine katkısı olmakta hem de bir kültürel gelenek olması bakımından önem taşımakta olduğu belirtiliyor.
Sayfalar arasına serpiştirilmiş şiirler de var. Bunlardan ilki Kavafis’in Antiohya Dolaylarında” şiiri.
Bir bölümü şöyle;
“Düşüncesi’ni açıkladı Dafni’de Apollon/Kehanette bulunmayacakmış(Kim takar)/ Geleceği söylemeyecekmiş/Dafni’deki tapınağı temizlemezse eğer/ Rahatsız ediyormuş kendisini komşu ölüler/…/Köpürdü julianos, yangını kundaklayıp/ Biz Hıristiyanların çıkardığını yaydı/Başka ne yapabilirdi?/Bırakın söylesin. Bir şey kanıtlanmadı. Söylesin /Köpürmüş olmasıdır önemli olan”
Melih Cevdet Anday’ın “Defne ile Tanrı“şiiri de uzun bir şiir olarak yer alıyor. Defne ile Apollon arasındaki bildiğimiz söylenceyi dizelerle anlatıyor.
“Yazık dedi tanrı çok yazık/ Saramadan yitirdim seni/ Bari benim ağacım ol da/ Yaprakların çelenk olsun kahramanlara/Ezgilerde, türkülerde anılsın bundan sonra/ Yan yana adlarımız/ Yazık dedi tanrı çok yazık”
Adnan Yücel yaşıyorken sık sık Defneye gider, şelalelerdeki bir kır kahvesinde oturur, dinlenirmiş. Bu bilgiyi hem eşi anlatmış hem de Mehmet Karasu’dan dinlemiştim. Hatta geçtiğimiz yıllarda düzenlediğimiz Adnan Yücel anma etkinliğini sözünü ettiğim kır kahvesinde gerçekleştirmiştik. Kitaptaki mitolojik şiir ve yazıların belki de en etkileyici yazısı “Irmağın ve Ormanın Kızı Defne” başlığıyla Adnan Yücel imzasını taşıyor.
“Su ile toprak arasındaki sonsuz aşkın, çağlar boyu yaşayan ölümsüz bir meyvesiydi Defne. Bir su perisiydi. Bu yüzden de bütün canlı ve cansız varlıkların dilini çok çabuk öğreniyordu. Babası Peneusonu, sık sık su kuşlarıyla konuşurken ya da su kabarcıklarıyla oyunlar oynarken görüyordu. Anası orman ise onu, ya daldan dala atlayarak sincaplarla yarışırken ya da bir böğürtlen çalısıyla konuşurken görüyordu. Annesini kaybetmiş bir ceylan yavrusuna ya da sürüsünü kaybetmiş bir keklik palazına kılavuzluk ediyordu. Kuşların göç zamanı kimi kez turnalarla selamlaşıyor, kimi kez de ördek sürülerine göllerin ve sazlıkların yerini gösteriyordu.”
Reşat Mursaloğlu’nun “Defne Çağlayanları”,Onat Kutlar’ın “Gündemde Olmayan Sanatçı Ali Özalp”,O. Nuri Poyrazoğlu’nun “Bir Kış Günü Antakya’da”, İrfan O. Hatipoğlu’nun “Defneli Libanius’dan Günümüze“, İpek Ongun’un “Antakya Gezisi“,Bilge Umar’ın “Kilikya”, Ahmet Özer’in “Antakya’da Barışın Şehrinde Üç Gün”, Edip Kızıldağlı’nın “Dünyanın En Büyük Labirenti” başlıklı yazıları da bu çalışmaya önemli katkıları olan yazılar olarak kitapta yer almaktadır.
Diğer yandan Antakya Denilince ilk akla gelenlerdendir Sabahattin Yalkın.
Onun kitapta yer alan bir şiirinden alıntı ile selamlayalım Antakya’yı, Harbiye’yi, Defne’yi ve tabi ki orada yaşayan “Edebiyatta Defne “adlı yapıtı hazırlayan Mehmet Karasu ile eşi Nebihe Karasu’yu…
“Zeus’un delişmen oğlu elinden kaçırınca /Daphne’yi dal budak salardefneli gövde ağaç/Harbiye sularında yıkar kızlığını gizli gizli/Beyaz harmaniyelerine bürünmüş ora/Yahudileri Yarış günü ana baba kız kızan/Bilge sessizliğinde/Orontes Irmağı ve son dönemeçte kırbaçlamaya başlar/Soylu kır atlarını/…/Seni seviyorum Antakya/ Tanığım güneş” (Ekim yayında yayımlanacak olan “Mehmet Karasu’ya Armağan” Kitabından)
Haftanın Şiiri
Dur ve Düşün/ Sennur Sezer
Aynı ağırlığı duyar omuzlarında hamallar
Suya hasret topraklarda
Nasırlı ellerin acısı eşit
Ve kerpetenler, tornavidalar
Eş avuçlarda sıkılır sekiz saat.
Saçlardan fışkıran ter
Kasılmalar kalçalarda
Çocuklar eş acılarla doğar
Onlar, çocuklarını acısız doğururlar
Uyuyarak
İpek geceliklerle, çiçeklerle süslü
Gelin odalarına eş
Güneş, her gün onlar için doğar
Onlar için sıkılır vidalar
Ve silahlar onları korur.
Dur
Ve düşün,
Bugün ellerin temizse
Yarın da kirlenmesin
Eksilmesin bir çocuğun sütü,
Ve bir işçi
Bir patron bifteği için ölmesin. (Evrensel)
Haftanın Sanat Gündemi
4. Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali başlıyor
4. Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali, bu yıl “Edebiyat güldürür” sloganıyla 22 Haziran’a dek İzmirlileri Türkiye’den ve farklı ülkelerden önemli şair ve yazarlarla bir araya getirecek.
Bu yıl dördüncüsü düzenlenen ve bugün başlayan Uluslararası İzmir Edebiyat Festivali’nin sloganı “Edebiyat Güldürür”. 22 Haziran’a dek Kültürpark’taki etkinlik alanlarında düzenlenecek festival kapsamında ayrıca Seferihisar, Selçuk, Karaburun, Foça ve Tire’de de etkinlikler gerçekleştirilecek.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen, direktörlüğünü Haydar Ergülen’in üstlendiği festivalde Türkiye’nin önde gelen edebiyatçıları, mizah yazarları, çizerler, sinema ve tiyatro oyuncuları, müzisyenleri ve yurt dışından gelecek olan katılımcılar; İzmirli edebiyatseverlerle panellerde, söyleşilerde, okumalarda ve gösterilerde bir araya gelecek.
Festival kapsamında ünlü sanatçılar Yetkin Dikinciler, İklim Tamkan ve Senem Demircioğlu’nun sahnelediği “Yarına Davet – Nazım Hikmet” gösterisinin ve “Sevgili Arsız Ölüm” tiyatro oyunun yanı sıra açılış akşamında Grup Gündoğarken de bir konser verecek.
Onur konuğu Murathan Mungan
Bu yıl “Edebiyat Güldürür” sloganıyla düzenlenen Festival’in bu yılki Onur Konuğu Murathan Mungan olacak. Mungan 14 Haziran’daki açılışta ve 15 Haziran’daki söyleşide Kültürpark’ta edebiyatseverlerle bir araya gelecek. Mungan ayrıca festival kapsamında 16 Haziran’da Selçuk’ta okurlarıyla buluşacak.(Cumhuriyet)
“Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri” sahiplerine sunuldu
4. kez düzenlenen Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri, Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezinde düzenlenen tören ile sahiplerine verildi.
Türkiye edebiyatının unutulmaz şairlerinden Sennur Sezer anısına düzenlenen şiir ve öykü ödülleri sahiplerine verildi. DİSK Gıda-İş Sendikası ve Manos Kitap’ın düzenlediği “Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülleri” töreni Kadıköy’deki Barış Manço Kültür Merkezinde dün akşam gerçekleştirildi. Usta şairin 76’ncı doğum gününün de kutlandığı törene Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan, KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik, İletişim-İş Genel Başkanı Ünal Doğan, Cam Keramik-İş Genel Başkanı Birol Sarıkaş ve Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan’ın da aralarında bulunduğu dostları, okurları ve yoldaşları katıldı. (evrensel)
Şair Sennur Sezer, 76. doğum günü dolayısıyla İstanbul Zincirlikuyu’daki mezarı başında anıldı.
Şair Sennur Sezer, 76. doğum gününde Zincirlikuyu’daki mezarı başında anıldı. Usta şairin eşi Adnan Özyalçıner, DİSK Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Sekreteri ve Manos Kitap editörü Hakkı Zariç, Kor Kitap Editörü Onur Öztürk, Sennur Sezer adına verilen Emek-Direniş Öykü ödüllerinde bu yıl Jüri Özel Ödülü alan Özlem Keskin, Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Eski Başkanı Beyza Metin, arkadaşları, yoldaşları ve sevenleri Sennur Sezer’in kabri başında bir araya geldi.
‘SEN HEP BİZİMLESİN’
Anma da Sennur Sezer’in eşi Adnan Özyalçıner, yanında getirdiği Sennur Sezer’in ‘Hep Seninle’ kitabını mezar başına bırakarak, “Biz hep seninleyiz. Sen de hep bizimlesin. Hep seninle olduğumuzu, seninde hep bizimle olduğunu göstermek için kitabını buraya bırakıyorum” dedi. Dünya çocuk işçiliği ile mücadele günü olduğunu hatırlatan Özyalçıner, “Ben diyorum ki;Çocuklar hastalıktan, yoksulluktan, açlıktan, savaşlardan ölmesin. Çalıştırılmaktan öldürülmesin. Ben bunları derken sen ‘dur ve dinle’ şiirinde bunlara değinmiştin. Sen bu şiirinde dediğin gibi kimse ölmesin, herkes yaşasın” diye konuştu.
Ünlü ressam İbrahim Balaban vefat etti
Resimlerinde Anadolu insanının yoksulluğunu, renklerini ustaca resmeden ve ünlü şair Nazım Hikmet’in yakın dostları arasında yer alan ünlü Türk ressamı İbrahim Balaban 98 yaşında yaşama veda etti.
Balaban’ın doğduğu Bursa Seçköy’e defnedileceği öğrenildi. Balaban için salı Nazım Hikmet Kültürevi’nde saat 11.00’da tören düzenlenecek. Törenin ardından Şişli Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından cenazesi köyüne götürülecek
NE OKUSAK?
1.Kitap Kokusu/ Mustafa K. Erdemol/Can Yayınları
2.Güzel Günlerimiz Oldu/Sami Karaören/ Türkiye İş Bankası
3.İstanbul Kadınları/ Tülay Ferah/Eksik Parça Yayınları
4.Sait ile Sabahattin/Haydar Ergülen/ Kırmızı Kedi Yayınları
5.Hayal Molaları/ Şemsa Yeğin/ Türkiye İş Bankası