Diplomasinin devrede olması gerekliliğini sık sık yazma ve hatırlatma gereğini duyarız. Bu nedenle de belli aralıklarla bu hususu gündeme getirmek suretiyle gereğinin ilgililer tarafından yapılması için kendimize düşeni yaparız.
Şöyle bir çevremizden başlamak üzere, dünya devletleri ile olan ilişkilerimize bakalım?
Acaba kaç tane dost diye bileceğimiz devlet var?
Eğer diplomasinin gereği olan ilişkiler kurulmaz ve sürdürülmezse, dost bileceğimiz, sıkışık zamanlarımızda kendisinden destek isteyeceğimiz acaba kaç ülke var?
Tüm bunların kökeninde, yalnız kalmayı göze alarak ve diplomasiyi devre dışı bırakmak suretiyle kendi bildiğimizi karşımızdakine şu veya bu şekilde kabul ettirmek isteğinin yatmakta olduğu kanısındayız.
Oysaki bu genç cumhuriyetin kuruluş felsefesinde yatan temel ilke; Yurtta Sulh, Cihanda Sulh ilkesidir.
Bu ilkenin ödünsüz olarak uygulandığı dönemlerde, genç Türkiye Cumhuriyetinin gerek bölgemizde, gerekse dünya devletleri içerisinde çok önemli bir yeri ve konumu oluşmuş idi.
Eğer bu günlere gelebildik ve hala bir ölçüde etkinliğimiz devam edebiliyorsa, bunu Atatürk’ün benimsediği ve uygulamaya koymak suretiyle yaşama geçirdiği Atatürkçü politika ilkesine borçluyuz.
Gerek iç politikada, gerekse dış politikada sertlik yerine uzlaşının devrede olması gerekir.
Eğer uzlaşı söz konusu olur ve karşılıklı görüşmelerle sorunların çözüm yolları aranırsa, bilinmelidir ki sonunda başarıya ulaşılır.
İç siyasette herkesin aynı görüşte olması söz konusu olamaz.
Karşılıklı fikir teatileri yapılmak suretiyle, orta bir yol bulunması mümkündür.
Nitekim bu nedenledir ki, dünyanın büyük bir çoğunluğunda, özgürlükçü demokrasi modeli benimsenmiş ve yaşama geçirilmiştir.
Karşı fikir sahiplerinin de doğru söyleyebileceği, onların düşüncelerinden de yararlanmak suretiyle ülkenin sorunlarına çözüm bulunabileceği, akıldan çıkartılmamalıdır.
İç ilişkilerde, siyasetçilerin devreye girmesi ve kanaat önderlerinin görüş ve önerilerine kulak verilmesi suretiyle, sorunların çözüm yolları aranır ve bulunur.
Dış ilişkilerde ise, bu görev, bizim bir zamanlar monşörler diyerek devre dışı bırakmaya çalıştığımız diplomatlar tarafından yerine getirilir.
Diplomaside uzlaşı daima ön planda yer alır.
Diplomatlar, bir ustanın tezgâhta yaptığı dokuma gibi, ilişkileri de dokumak suretiyle, karşılıklı anlaşma zemini oluşturur ve bu zemin doğrultusunda da sorunların çözüm yolları devreye sokulur.
Geçtiğimiz günlerde Libya’daki iç savaş ile ilgili olarak muhalefetin yaptığı uzlaşı çağrısı, sırf öneri muhalefetten geldi diye, düşünülmeden, yararı ve zararı tartışılmadan, hemencecik red edilmiş idi. Gerekçe olarakta, bir tarafta meşru hükümet, öte tarafta terör örgütleri vardır anlamına gelecek nedenler gösterilmişti.
Aradan uzunca bir zaman geçmeden bu sözler unutuldu. Türkiye ile Rusya taraflara ateşkes çağrısı yaptı.
Hani teröristlerle görüşme yapılmaz idi?
Oysaki taraflara yapılan çağrı karşılık buldu ve Libya’da ateşkes uygulamaya sokuldu.
Bunun böyle olmasında başarı, elbetteki diplomasinin devreye sokulması ve görüşmeler yoluyla sonuca varılması idi.
Libya bu konudaki son örnektir.
Bu nedenle Atatürkçü siyasetin, yani Yurtta Sulh Cihanda Sulh ilkesinin hatırdan çıkartılmayarak ödünsüz uygulanması halinde, gerek ülkemiz, gerekse diğer devletler açısından çok olumlu sonuçlar alınacağını unutmamak gerekir.
Boşuna söylenmiyor ve yazılmıyor: Dünyanın yetiştirmiş olduğu en büyük insanların başında Mustafa Kemal Atatürk ve onun ilkeleri geliyor diye….
YORUMLAR