Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Siyasallaşan Yargı’ya Güven Kalmadı!

Av Hatice Can, “Yaklaşık

Av Hatice Can, “Yaklaşık 45 yıllık Avukatım. 12 Eylül askeri darbesini yaşadım. Sıkıyönetim ve sonra, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde davalara katıldım, savunmalar yaptım. Ancak bu son dönem kadar, yargının siyasallaştığı ve muhalifleri ‘susturma aracı’ olduğu bir dönem görmedim.”

“Üniversiteye başladı, daha ilk adımında hayatını elinden aldılar. Nasıl olur da, kızımın hayallerini elinden alan birisini içeriden çıkarabiliyorsunuz? Ben affetmeden, siz nasıl affedebilirsiniz?”
…Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İnşaat Mühendisliği 1. sınıf öğrencisi İrem Su Akkaya, Aralık 2019’da hayatını kaybettiğinde henüz 19 yaşındaydı. Deutsche Welle Türkçe’den Burcu Karakaş’a konuşan Anne Leyla Akkaya, bu sözlerle, kızının katilinin yeni infaz yasası nedeniyle serbest kalacak olmasına isyan ediyor.
Haklısınız! Bugün, oldukça yoğun bir gündemle bu sayfadayız. Biraz da bu yüzden; “İnsan Hakları”, “Mülteciler”, “Kadınlar” gibi başlıklarda verdiği hukuksal ve toplumsal mücadele ile isminden söz ettiren, bir dönem İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyeliği de yapan, Hatay Barosu üyesi Av. Hatice Can ile gündem başlıklarını konuştuk. Herkesin evde kaldığı, ama gündemin de dün kadar yoğun ve yorgun olduğu bir süreçte, biriken sorulara cevaplar aradık.
İnfaz Yasası’ndan Gezi davalarına, çocuk istismarı başlığından tutuklu gazetecilere birçok konuda sorularımızı yönelttiğimiz Can, eleştirilerini paylaşırken, olması gerekenleri de sıraladı.

O zaman, ilk soru ile başlayalım…

Cezaevlerinden yaklaşık 90 bin kişinin tahliye edilmesini sağlayan infaz düzenlemesine yönelik yasa, kamuoyu vicdanında memnuniyet yaratacağına, tartışmalı sürecine devam ediyor. Peki, ‘tutuklu’ ve ‘hükümlü’ başlığında yarattığı ikilem ve adaletsizlik sürecinde, sizin beklentiniz neydi?

Demokratik bir toplumda, suçlunun cezasının infazı aşamasında, bireyi topluma kazandırma ve rehabilite etme amacı vardır, olmalıdır. Öğrencisi olduğum, hümanist doktrin açısından Ceza Hukuku eğitimini aldığım unutulmaz Prof. Faruk Erem’in, “Suçluyu kazıyınız, altından insan çıkar “felsefesi ile yaklaşılmalıdır insana. Mevcut düzenleme, infazda eşitliği ve adaleti içermiyor.
Bireylere karşı suçlarda infaz indirimi ve tahliyeler yapılmıştır. Bu durum da, mağdurları ve kamu vicdanını zedelemektedir. Bizlerin öncelikli beklentisi, özgürlükçü bir ceza yargılaması ve düşüncesini ifade ettiği için cezaevlerinde olan aydınların ve yazarların salıverildiği bir değişikliktir. Bu istemlerimizden hiçbir zaman vazgeçmiyor ve ısrarla da bu istemlerimizi talep ediyoruz. Mevcut haliyle, düzenleyenin, istediğini kayırdığı bir sistem olmaktan öteye gidemiyor. Toplumun adalet algısını ve vicdanını yaralıyor.

Bir tarafta tahliye umutları sönen Gazeteciler, diğer tarafta tartışmalı bir isim, ‘Organize suç örgütü yönetmekten Ankara Sincan Cezaevi’nden tutuklu bulunan Alaattin Çakıcı ve tahliyesi! Türkiye’nin, hukuk ve adalet sürecine, bu infaz düzenlemesi nasıl bir evre ekledi sizce?

Ne yazık ki, yargı siyasallaştı ve toplumda yargıya güven kalmadı. Araştırma şirketlerinin ‘Kurumlara Güven’ başlığı ile yaptıkları kamuoyu yoklaması ve araştırmalarda “yargıya güven” sorusuna verilen cevaplardan çok, yüksek oranda “Mahkemelere güvenilmediğinin” ortaya çıkması, söylenmesi, çok üzüntü vericidir.
Organize suç örgütü liderleri serbestken, muhalif olduğu için cezaevinde olan birçok isim tahliye edilmedi. Gerçek niyetin, kapasitenin çok üstünde kişinin olduğu cezaevlerini boşaltmak değil, iktidarın kendisi için tehlikeli görmediği kişilerin salıverilmesi olan bu uygulama, toplumun eşitlik ve adalete dair beklenti ve duygusunu zedelemektedir.

Kamuoyunda ciddi bir hassasiyet var ve hatta Barolar da bu konuda net bir duruş sergiledi. Ancak! İnfaz indirimi kapsamı dışında tutulan çocuk istismarı suçlarına af yeniden gündeme gelebilir mi?

Çocuk istismarı konusunda, Kadının İnsan Hakları ve Çocuk Hakları savunucuları olarak her zaman tetikteyiz. Bu değişiklik daha önce de gündeme getirilmişti. Küresel salgından faydalanıp alelacele geçirmek istedilerse de, kamuoyu buna izin vermedi. Yeniden gündeme geleceğine dair işaretleri bir kısım medya organlarında çıkan haberler vermekte ise de, biz bu konuda tepkimizi koymaya devam edeceğiz. Çocuk-Gelin söylemi dahi yanlış bir söylemdir. 18 yaşından küçük bireyler çocuktur ve bu konu tartışmaya kapalıdır.

Çok sık sorulan bir soru var! “Bu konu (çocuk istismarı suçlarına af) neden sürekli olarak gündemde” ve “kız çocuklarının erken yaşta evlilik durumunu normalleştirme çabası mı” diye? Sizce?

4+4+4 eğitim modeli getirildiğinde, çocuk emeğinin sömürüsü artacak ve “kız çocuklarına yönelik istismarın önü açılacak “ diye düşünerek tepkilerimizi dile getirmiş, itirazlarımızı yükseltmiştik. Ne yazık ki bu konu çok ciddi bir toplumsal sorun.
Tüm bu nedenlerle… Toplumsal cinsiyet eşitsizliği endekslerinde son derece geri sıralarda olan ülkemizde, kız çocuklarının, eğitimini tamamlayarak, güçlü ve ekonomik olarak “özgür kadınlar” olmasını savunuyoruz. Siyasal iktidarın bu konuyu ara ara gündeme getirip nabız yokladığını ve bazı kalemlere “istismar demeyin” şeklinde tartıştırdığını da biliyoruz. Ama bu tartışmaya da, bu gündeme de izin vermeyeceğiz.

Dikkati çeken bir şey daha var, özellikle içinde olduğumuz bu son dönemde! Küçük yaştayken ‘kendi rızası’ (!) ile evlenip çocuğu olan birçok kadının, eşlerinin hapse girmesi nedeniyle mağdur olduğunu savunan çok fazla haber yapılıyor, ki bu haberlerin de, kamuoyundaki ‘olası bir düzenlemeye karşı’ olan algıya yönelik ‘yumuşatma’ haberleri olduğu söyleniyor. Sizce de bu bir algı operasyonu mu?

Çocuğun, “çocuk” olarak varlığının, bireyselliğinin yok sayıldığı bir sistemde, bir de kız çocuğu olmak, “nesne muamelesi görmek” anlamına geliyor ne yazık ki… Ve zaman zaman, erken evliliklerin önünü açmak amacını da taşıyor. Ayrıca ”çocuk istismarı”, iki yüzlü toplumun “aklanması” amacını da taşıyor kanımca. Örneğin konu, erken yaşta evlendirilen çocukların rehabilitasyonu da olamıyor ne yazık ki. Ve her nedense onların kurtarıcıları da, hapisteki “istismarcı kocalar” oluyor. Ve kadın mücadelesi ile mahkum etmeyi başardığımız istismarcı erkekliği kurtarma telaşı mı acaba?
Ama evet… Kesinlikle bir algı operasyonu. Ulusal ve uluslararası düzenlemeler çok açık. “Çocuğun rızası” diye bir şey söz konusu olamaz. 2020 yılında halen bunları konuşuyor olmak çok acı. Artık bu sorunu aşmamız lazım. İktidara yakın kimi basın kuruluşları buradan bir “mağduriyet” yaratıp yasal düzenlemeyi “meşrulaştırmak” istiyor. Ancak çocuk ve kadın hakları savunucuları olarak buna izin vermeyeceğiz.

Cezaevinde, yaptıkları ‘haberler’ nedeniyle tutuklu bulunan Gazetecilerin ya da muhalif kimlikleri nedeniyle bilinen siyasetçilerin ‘terör’ bağlantılı suçlamalarla infaz düzenlemesinin dışında tutulmasını, İnsan Hakları Derneği içinde de yıllarca mücadele etmiş biri olarak, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaklaşık 45 yıllık Avukatım. 12 Eylül askeri darbesini yaşadım. Sıkıyönetim ve sonra, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde davalara katıldım, savunmalar yaptım. Ancak bu son dönem kadar, yargının siyasallaştığı ve muhalifleri “susturma aracı” olduğu bir dönem görmedim.
Siyasal iktidar; kendisine muhalif olan herkesi, her düşünceyi, her söylemi “terör” kapsamına alabiliyor. Barış istemek, muhalif olmak, sosyal medyada paylaşım yapmak suç. Yapılan düzenleme ile siyasal iktidar, ne yazık ki bireylere karşı suçlardan ceza alanları salıveriyor ve ne yazık ki cezaevlerinde; siyasi görüşü nedeniyle muhalif olanlar, aydınlar, yazarlar, sanatçılar kalıyor.
Bu noktada, sırası gelmişken, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit’in yakın bir zamanda katıldığı bir çalıştayda yaptığı konuşmadaki, “Adalet sistemi, ülke ekonomisi de dahil olmak üzere, toplumun her kesimini doğrudan ilgilendirmektedir. Bu nedenle yargı sistemine ilişkin sorunlar, toplumun her kesiminin meşru ilgi alanı içindedir. Tüm adalet aktörlerinin ve karar vericilerin, bu gerçeğin farkında olması gerektiğini düşünüyorum. Adli kalitenin yükseltilmesi için; “etik, şeffaflık ve topluma karşı hesap verilebilirlik” kavramları üzerinde daha çok çalışmamız gerekmektedir” sözünün altını çizmek ve paylaşmak istiyorum.

Abdullah Cömert Davası’nda, sanık polis Ahmet Kuş’a ‘kastın aşılması suretiyle öldürme’ suçundan 13 yıl dört ay hapis cezası verilmiş, bu karar Yargıtay tarafından bozulmuştu. İkinci yargılamada ceza altı yıl 10 ay 15 güne indirilmişti. Yargıtay tarafından bu ceza onandı, bildiğim kadarıyla. Peki, ‘her şey bitti’ mi yoksa ‘adalet’ için devam mı?

Adalet mücadelesi ve mücadelemiz, gerçek adalet sağlanana kadar bitmez, bitmeyecek. Anayasa Mahkemesi’ne hak ihlali başvurumuzu yaptık. Sonrasında gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) de gideceğiz. Bu mücadeleyi sürdürmek, hem Cömert Ailesi nezdinde, hem Antakya halkı nezdinde boynumuzun borcudur.

Gezi’de hayatını kaybeden Ahmet Atakan için de yıllardır ertelenen adalet adına bir yargı süreci beklentisinde olanlar var ve dosyanın sizde olduğunu biliyoruz. Ne aşamada ve süreç ne kadar zor, diye sorsam… Ne söylersiniz?

Ahmet Atakan’ın katledilmesine ilişkin soruşturma devam ediyor. Ne yazık ki henüz açılan bir kamu davası yok. Biz, fail veya faillerin tespiti için mücadele veriyoruz. Ancak dosyada defalarca savcı değişmesine rağmen, bir ilerleme kaydedilmiyor. Şu an dosya halen açık, soruşturma kapatılmıyor. Ancak ilerleme de kaydetmiyor. İğneyle kuyu kazmak da gerekse, Ahmet Atakan davasının açılması için hukuki mücadelemizi sürdüreceğiz.

Teşekkürler

Röportaj/Tamer Yazar