Koronavirüs salgını nedeniyle birçok insan işyerine gitmeyip, evden çalışma modelini tercih etti. Fakat farklı sektörlerde ve temel görevlerde çalışan bazı vatandaşlar, aynı şekilde, işe gitmek durumunda kaldı. Peki, Antakya ve diğer kentlerde, bizlerin ‘evde kal’ hikâyesine omuz veren meslekler hangileri, bakalım mı? Aslında her biri birer isimsiz kahraman, bunun altını kalın bir çizgi ile çizelim mi?
Tahmin edilebileceği gibi, koronavirüs riskinin en yüksek olduğu meslekler, sağlık sektörüne ait olanlar. Öyle ki, en riskli ilk 10 mesleğin hepsinde, sağlık çalışanlarının görev aldığı görülüyor. Hatta sıralama da şöyle ilerliyor… Dental hijyenistler, solunum tedavisi teknisyenleri, spor hekimliği pratisyenleri, diş asistanları, radyasyon terapistleri, ağız – diş – çene cerrahları, dişçiler, kadın hastalıkları ve doğum uzmanları, cildiye uzmanları ve hasta bakıcılar.
Evde Kal Türkiye’sinin diğerleri mi? Kargo çalışanları, su bayii çalışanları, fırıncılar, kurye elamanları, oto (sanayi) tamircileri, sebze hallerinde çalışanlar, taksiciler, inşaat işçileri, market personeli ve temizlik görevlileri…
Bugün, Antakya’dan Defne ve İskenderun’a, sizlerden gelen ve ilgili mesleklerde yaşanan sıkıntılı süreci anlatan mesajlar tamamlasın sayfayı, ama… İsimler noktasında hassas olanlar için, kodlama ya da harflendirme yapmayalım bu defa! İsim yerine, mesleklerle ilerleyelim.
O zaman ilki ile başlayalım ve ardından diğerleriyle devam edelim…
-KARGO!-
Zor zamanlar. Aslında, bir şey değil, ama çok şey söylemek istiyorum. İster istemez iş devam ediyor ve sizin seçme şansınız yok. Ya “hayat” ya “iş”! İkisi bir arada olmuyor. Sadece “hayat” ile de olmuyor! Çünkü iş olmadan, o hayatı ayakta tutmak mümkün olmuyor. Bir tarafta aileniz, sorumluluklarınız, giderleriniz, borçlarınız, kredi çektiğiniz için sizi ha bire arayan bankacı dostlarınız ve… Anlayacağınız, hikâyemiz kocaman bir zorunluluktan ibaret! Bir gün her şey yoluna girecek girmesine de! Anladık ki, iş hayatı içinde kocaman birer hiçiz ve çok çabuk vazgeçilebilenleriz! Çalışmaktan asla şikayetçi değilim. Sadece korkuyorum. Her gün onlarca, yüzlerce pakete dokunuyorsunuz ya, o bile ürkütüyor sizi. Yükleri, emanetleri evlere taşıyorsunuz ya… Her anınız ‘acaba’ ile geçiyor! Günün sonunda eve giderken, o ‘acaba’ sizi yiyip bitiriyor! O nedenle, dikkatliyim, hem de çok! O yüzden de her eve dönüşüm, temizlikle başlıyor ve diğer günün aynı mental yorgunluğunu bekleyişle.
-İNŞAAT!-
Sizinle daha önce de konuşmuştuk. Hayatım, ağır yük taşımakla geçti. Hal’de, meyve sebze yüklü çuvalları omuzladım. Hamallık yaptığım zamanlar koca koca eşyaları sırtladım ve şimdi de inşaattayım. Bizim işte ‘çalışmıyorum’ deme şansın olmaz. Ya çalışırsın ya da ‘kapı oradadır’ gitmek isteyen için. Böyle bir şansım var mı? Yok! Zaten aldığımız günü birlik para ile geçiniyoruz. Anlayacağınız, seçme şansımız yok. Maske mi? O da yok! Zaten o ter, o yorgunluk, o koşuşturma içinde hangi maske sizi virüsten korur ki? Korusa da, normal adam bulamıyor maskeyi, biz nereden bulacağız, hem de her gün! Para mı yeter ona? 1 Lira belki ama… Kuruş hesabını yapan bir adamsanız eğer, o 1 Lira da 1 Lira! Koy üstüne 1 Lira daha, al bir ekmek, götür evine! Anladın mı durumu?
-ÇÖP!-
Belediye çöp kamyonu arkasında ya da kent içinde elinizde süpürge ile… Bizim işte, temiz kalmanız zor. Allah’tan, belediye bize maskemizi veriyor. Eldivenlerimiz de var ama! Yine de tedirgin oluyor insan! Bir de, her yere, atıl durumdaki eldiven ve maske için ek çöp kutuları koymuş olsak da, insanlar kendi ev çöpleri içine kullandıkları eldivenleri ve maskeleri atmaya devam ediyor. Onları gördükçe, korkuyorum. Sanki bahsettikleri o virüs havaya yayılıyor da, nefesimle beraber içime karışacak gibi! Eve her gidişimde, bu korkuyla içeriye giriyorum. Aslında eşim benden daha çok korkuyor. O yüzden, kıyafetlerimi evin hemen girişinde çıkarıyorum, ardından onları bir poşete koyup eşime veriyorum. O da hemen makineye atıyor. Ben mi? Hemen duşa! Her günümüz bu! Sanırım iş değil, ama bu düşünce yoruyor insanı.
-FIRIN!-
Havalar ısındıkça virüs de gidecek diyorlar ya, sanırım en şanslı olanlar bizleriz! Ya da ben öyle düşünüyorum. Odun ateşinin hemen karşısındayız tüm gün. Çalışmaktan şikâyet edenler vardır belki, hatta “diğerleri evdeyken biz niye işteyiz” diyenler! Allah’tan çalışıyorum. Buna şükrediyorum. Ev kredim var. Aslında ‘öteleme’ gibi bir imkan getirdiler. Biz de bir halt sandık, sevindik. Hatta bankaya da sordum, 3 ay öteleme işini ama… Dediklerinden sonra vazgeçtim. Anlattıklarına göre, kredimi öteleyebilirlermiş! Neyin karşılığında mı? Her ay ödeyeceğim miktar, o 3 aylık öteleme nedeniyle artacakmış! Peki, bu bir ödüllendirme mi, cezalandırma mı? İlk dediklerinde, o 3 aylık süreyi hediye diye verdiklerini sanıp, ‘Allah razı olsun’ demiştim. Şimdi ise, ‘kaşıkla verip kepçe ile almayı iyi biliyorlar’ diyorum. Allah düşürmesin, diyorum. Başka da bir şey demiyorum. Çünkü virüs kötü de; açlık, parasızlık ve işsizlik çok daha kötü be kardeşim!
-TAKSİ!-
İstanbul gibi değiliz. Burada öyle taksi kültürü de yok. Belki günde bir iki kez çıkıyoruz işe, en iyi zamanda 3 ya da 4 de oluyor, ama fazlası değil. Korona zamanları, işimiz tam yattı! İnsanlar korkuyor. Ama diğer taraftan, parası olan da artık otobüse binmek istemiyor. Biraz da bu yönden, yeni bir müşteri kitlesi çıktı ortaya. Kural gereği maskesiz binmiyoruz arabalarımıza. Müşterileri de maskesiz kabul etmiyoruz. Cezası da var, ama öncelik o ceza değil, sağlığımız. Diyeceğim o ki… Geçinmek, her geçen gün zorlaşıyor. Günü kurtarıyoruz. Yarını da ‘yarın olunca’ düşünüyoruz. Başka da çaremiz var mı?
-MARKET!-
Bazen reyonda, bazen kasada… Her gün yüzlerce insanla karşı karşıyayız. Hepimiz maske kullanıyoruz. Eldivenlerimiz de var. Bu yetiyor mu, diye sorun! Çünkü bazen müşteri maskesiz giriveriyor içeriye. Ya da içeriye maskeli girip, ardından o maskeyi çenesinin altına koyup, sizinle de öyle konuşmaya çalışıyor. Bazen, Avrupa ve Amerika’daki gibi, müşteri ile kasa arasına plastik duvar ören sistemler geliyor aklıma. ‘Keşke olsa’ diyorum. Çünkü her şey bizim için. En ufak bir hata, hayatımız demek! Ölümü düşünmek bile korkutuyor. Böyle zamanlar, geleceği düşünüyorum. Hayallerimi. Yapacaklarımı. Geçen gün müzik dinlerken, dedim ki kendi kendime… “Ne kadar da çok ‘keşke’m var”! Sanırım, yalnız değilim. Korkarak yaşıyoruz. Meğersem hayatı kaçırıyormuşuz da haberimiz yokmuş. Her şey normale dönünce, keşke listeme bakıp, azaltacağım onları. Çünkü her gün işten eve döndüğümde, annemin, ‘hemen banyoya, üstündekileri de makineye at’ deyip, beni risk gibi görmesinden çok yoruldum. Ne kadar çok dikkat etsem de, ‘acaba’ demekten çok yoruldum. Tamer Yazar