Korona virüsü nedeniyle “zorunlu karantina” günlerini yaşamaya devam ediyoruz.
Sağlık Bakanı’nın birkaç gün önceki açıklamasıyla birlikte artık “Kontrollü sosyal hayat” dönemine girmiş bulunuyoruz.
Hafta başından itibaren, bazı görüşlere göre erken olmakla birlikte, kuaförler, güzellik merkezleri AVM’ler kademeli olarak açıldı. İnsanlar AVM’lerin önünde uzun kuyruklar oluşturuyor.
İçinde bulunduğumuz sağlıkla ilgili yaşamsal tehditler yetmezmiş gibi sosyal medya üzerinden, nefret söylemi tehlikeli bir boyutta tırmanıyor.
Gün boyunca bu tür haberlerle yatıp kalkıyoruz. Dolayısıyla bugün çok farklı şeyler yazmak istiyorum:
Tunceli doğumlu, Dr. Daimi Cengiz iyi arkadaşımdır. Yaşamını Almanya’nın Düseldorf kentinde sürdürüyor. Onu Antakya’da bir etkinlik nedeniyle ağırlama olanağı bulabilmiştim. Çok tatlıdır sohbeti.
Sayın Cengiz’le telefonla sık sık görüşürüz, edebiyattan, müzikten halkbilimden söz ederiz.
“Hem Dımılki/Kırmancki halk müziği icracısı hem de derlemeci ve araştırmacı olarak Dersim folkloru üstüne çalışmalarıyla tanınan Dr. Daimi Cengiz; yaklaşık otuz yıllık bir alan sonucu Dersim’in efsanevî şair-dengbêji halk filozofu ve manzum tarihçisi olarak adlandırabileceğimiz Sêy Qaji üstüne derli-toplu bir çalışma yapmış bulunuyor. Sêy Qaji’nin 1860-1936 yılları arasında yaşadığı kabul edildiğine göre demek ki bu çalışmayla Dersim’in yaklaşık yetmiş yıllık toplumsal ve siyasal tarihi gözler önüne seriliyor.”
Sevgili Dr. Daimi Cengiz dostumun Evrensel Kültür Dergisinde “Ayak Altına Gömülenler” adlı bir yazısı çıkmıştı.
Dr. Cengiz yazısında, geleceğe anlamlı mesaj veren üç saygın kişinin vasiyetinden söz ediyordu.
Birincisi yazınımızın en güçlü mizah ustası Aziz Nesin’in. Aziz Nesin, yapıtlarından elde edilen gelirle, kimsesiz çocukların eğitimi için İstanbul’da bir vakıf kurdu. Nesin, “Vakıf bahçesinde baş ucuna mezar taşı konmamak koşuluyla bilinmeyen bir yere gömülmesini, mezarının üstü de dahil bütün bahçenin çimlendirilmesini ve üstünde çocukların oynamasını” vasiyet etti. Aziz nesin, vasiyetine uygun bir şekilde gömüldü. Ve çocukları, yattığı çimenlerin üzerinde oynuyorlar.
İkinci öykü, İran’ın Kum kentinde Ayetullah Mer’aşi Necefi adına yapılan Yazma Eserler Kütüphanesi’nin öyküsü.
17 Haziran 2003’te İran’ın çölde bir vahayı andıran Kum kentine gitmiştik. Kentte bir tur attıktan sonra bizi Ayetullah Mer’aşi Necefi’nin kurmuş olduğu, içinde 235.000 el yazması yapıtın yer aldığı İslam aleminin üçüncü büyük kütüphanesine götürdüler.
Kütüphanenin girişinde solda Necefi’nin gösterişsiz türbesi, sağda Necefi’nin bir insan seli tarafından taşınan tabutunun fotoğrafı. Ölmeden önceki vasiyeti, “Beni kitap okuyanların ayakları altına gömün.”
Necefi, 25 yaşında kitap toplamaya başlamış. Mevcut kitapları 85 yılda tamamlamış. O zamana dek bu değerli yazmaları yabancılar toplayıp götürüyorlarmış.
Necefi, parasızlık nedeniyle hacca bile gidememiş ve yaşamı boyunca 100 İran Riyali sahibi olamamış. Bazı kitapların üzerine notlar düşmüş. “Ben bu kitap karşılığında iki gün odun kestim.”, “Ben bu kitap sahibinin yerine iki ay oruç tuttum ” gibi.
Necefi, yaşamı boyunca yabancı mal kullanmamış. Şöyle ki, yapımında yabancı malzeme kullanılıyor diye elbiselerinde düğme bile yok.
Araştırmacılara her türlü hizmetin ücretsiz olarak sunulduğu bu kütüphaneyi günde 2000 kişi ziyaret ediyormuş.
Üçüncü öykü olarak Ali Emiri Efendi’den söz edeceğim.
Şehzadebaşı’ndan Fatih Camii’ne giderken yolun sol tarafında, kapısında “Millet Kütüphanesi” tabelası olan bir bina vardır. Bir bahçeden girilen ana yapıda eşsiz el yazması yapıtlar bulunmaktadır. Bu kütüphaneyi dolduran 15.000 cilt yapıt, Ali Emiri Efendinin emeğinin ürünüdür.
Ali Emiri Efendi, 30 yıl boyunca dolaşıp varını yoğunu harcayarak bu yapıtları toplamıştır. Yaşamını bilime adadığı için hiç evlenmeyen bu değerli kişi ne yazık ki genç kuşaklar tarafından pek bilinmiyor.
Ali Emiri Efendi, 1918 yılında yazdığı “Osmanlı Vilâyât-ı Şarkiyyesi” adlı yapıtında, “Şark vilayetleri“mizin zengin kültürü ve tarihiyle birlikte (Bölgedeki Artuklu medeniyetini ortaya çıkaran ilk isimlerden biri kendisidir) Ermeni sorununu da anlatır.
Ali Emiri Efendi Diyarbakırlıdır. Milliyetçiliğin patladığı 1890’lara kadar, Diyarbakır’da Müslümanlarla Ermenilerin nasıl dostça ve iç içe yaşadıklarını anlatıyor.
Ali Emiri’nin “Tezkere-i Şuaray-ı Âmid” (Diyarbakır Şairleri Tezkeresi) adlı kitabında çok sayıda Ermeni şairin de adı vardır. Örneğin, Mesîhî, Şîrin, Melûl, Kahdî, Agop Lütfi, Nâtık… ki bu şairler, Türkçe şiirler, nefesler, ilahiler, şarkılar, türküler yazmışlar!
Nesin, Necefi, Ali Emiri gibi aydınların önünde saygıyla eğilmekten başka ne söylenebilir ki?…
YORUMLAR