“Acaba, bu İstanbul Sözleşmesiyle, farkında olmadan bilmediğimiz bir yerlere doğru mu çekiliyoruz?” diye soran Doç. Dr. Necmettin Çalışkan’ın tespiti net oldu… “Yaşanan tüm olumsuzlukları yalnızca bir yasaya bağlamak, bütün gündemi buna has kılmak, gündemin merkezine yalnızca bir konuyu almak, hiçbir sorunu çözmez.”
Türkiye, oldukça uzun bir zamandır, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” adıyla bilinen, ancak ülke kamuoyuna “İstanbul Sözleşmesi” olarak giren düzenlemeyi tartışıyor.
Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesini konu alan, hukuki bağlayıcılığı da bulunan ilk uluslararası belge niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının üzerinden 9 yıl (11 Mayıs 2011) geçmesine rağmen, süregelen tartışmaların bugün geldiği aşamada hala bir uzlaşı yaratılamadı!
Bu noktada değerlendirme yapan isimlerden biri de, Saadet Partisi Genel İdare Kurulu (GİK) üyesi Doç. Dr. Necmettin Çalışkan oldu. Çalışkan’ın tespitleri önemli. Çünkü Saadet Partisi Kadın Kolları Başkanı Ebru Asiltürk’ün Milli Gazete’ye (11 Mayıs 2020) yazdığı yazıda, İstanbul Sözleşmesi’ni, “aile yapısına atılan bomba” ve “elma şekerine bulanmış zehir” olarak niteleyerek, hükümete “sözleşmenin feshi” için çağrı yapması üzerinden çok da uzun bir süre geçmedi.
Hatay’dan İstanbul’a, kadınların alanlarda sık sık sloganları eşliğinde yükselttiği İstanbul Sözleşmesi’ne dair Doç. Dr. Necmettin Çalışkan’ın tespitleri, değerlendirmeleri ve yorumları, ara başlıklar halinde şöyle:
-İSLAM VE KADIN-
İstanbul Sözleşmesi ile ilgili, bugünlerde pek çok kesimden, sözleşmenin farklı yönlerine dair fikir ve kanaatler yayınlandı, tehlikenin büyüklüğüne dikkat çekildi.
Öncelikle bir hususu belirtmekte yarar var. İslam medeniyeti, sağlam bir toplumsal yapı oluşturmayı hedefler. Kadına şiddeti asla tasvip etmez. Yaratılışta, kadın ve erkeğin birbirinin tamamlayıcısı olarak; mükellefiyet, kulluk ve insan olma açısından eşit olduğunu belirler. Buna yönelik her türlü tedbiri alır, güvenini bozacak, tehlikeye düşürecek her türlü olumsuzluğa karşı çıkar.
Bu girişten sonra, bugüne kadar gündeme getirilenlerin dışında birkaç maddeyle, olayın başka yönleri üzerinde durmak istiyoruz.
-SORULAN!-
Öncelikle; Acaba bu İstanbul Sözleşmesiyle, farkında olmadan bilmediğimiz bir yerlere doğru mu çekiliyoruz? Ve bu tartışmayla, “orta sahada top mu çeviriyoruz?” sorusu sorulmalıdır.
İkincisi; Tartışmalarla, sapkın grupların ekmeğine yağ sürülmemeli, amaçlarına hizmet edilmemelidir. Zaten onlar da, sözleşmenin bu şekilde gündeme getirilip tartışılmasıyla meşruiyet kazanmasını istiyor olabilirler. Bu konuya bu şekilde takılmamız, -doğruları ifade etmiş olsak bile- onların hedeflerine/stratejilerine hizmet eder. “LGBTİ, Eşcinsellik” gibi kavramları devamlı gündemde tutmak, sapkın grupların işine geldiği gibi, gündemi saptırmak isteyenlerin de işine gelmektedir.
Üçüncüsü; Sorunun muhatabı iktidardır. Bu hususu düzeltecek tek merci de, Cumhurbaşkanlığı makamı ve TBMM’dir. Çıkaracağı kanun hükmünde kararname veya yasa ile sorun çözülebilir. Ne var ki, görüldüğü kadarıyla konunun muhatabı, henüz hiçbir şekilde topa girmemekte, sorunu belli kitlelere havale ederek, gerçek gündemi maskelemek için kullanmaktadır.
Dördüncüsü; Sözleşme üzerinden ülkede bir kutuplaşma ortamı oluşturuluyor. Böyle bir ortamdan “kim ya da kimler beslenir” sorusu sorulmalıdır.
Beşincisi; Bu sözleşmenin arkasında küresel güçler var. Bunlarla, ancak devlet gücüyle mücadele edilebilir. Bu grupların temel stratejisi, lehte veya aleyhte mutlaka konuşuluyor olmaktır, konunun gündemde tutulmasıdır. Bundan dolayı, bu husus gözüne alınarak yeni politikalar geliştirmelidir.
Kaldı ki yaşanan tüm olumsuzlukları yalnızca bir yasaya bağlamak, bütün gündemi buna has kılmak, gündemin merkezine yalnızca bir konuyu almak, hiçbir sorunu çözmez.
-KAÇINILMAZ SON!-
Bu kanun, aslında Türkiye’nin genel politikalarının bir yansımasıdır. Bu eğitim müfredatıyla, Avrupa Birliği ana hedef görüldüğü sürece, böyle bir son kaçınılmazdı.
Özetle; değerlerimizle örtüşmeyen bazı sapkın konuların halk arasında sürekli tartışılması, sıkıntılı birçok kavram ve mefhumun her eve girmesine, çocuklarımızın zihinlerinin daha küçük yaşlarda çarpık bir gündem tarafından şuur altınının kirlenmesine ve biçimlendirilmesine neden olmaktadır.
Başkaları tarafından oluşturulan gündemlerin dilden dile dolaşması, sapkınlık propagandası yapan odakların arzusu doğrultusunda bir tablo ortaya çıkarmakta ve en ücra köşelere dahi seslerini ve sözlerini ulaştırma imkânı sunmaktadır. Bu konuların bu kadar çok konuşulması, iki kesime yaramaktadır; Sapkın gruplar ve bu konu üzerinden rant elde etmek isteyenler. Tamer Yazar