Edebiyatımızın temel taşlarından Sabahattin Ali’ye göre edebiyat her şeyden önce bir mücadeleydi, amacı ise “insanları daha iyiye, daha doğruya, daha güzele yükseltmek, insanlarda bu yükselme arzusunu uyandırmak” olmalıydı. Sabahattin Ali’nin “Edebiyata nasıl başladınız?” sorusuna yanıtı çok kısa olmuştu: “Kitap okuyarak.”
Sabahattin Ali bıkıp usanmadan okudu, yazdı, düşündü. Toplumsal çelişkilere tepkisini sanat yoluyla gösteren yetkin bir yazar oldu. Öğretmenlik, memurluk gibi işlerde çalışan Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Mim Uykusuz, Rıfat Ilgaz’la birlikte Marko Paşa’yı çıkarmaya başladı. Yazıları yüzünden tutuklandı, hapis yattı, gizi hâlâ çözülemeyen bir cinayete kurban gittiğinde henüz 41 yaşındaydı.
Sabahattin Ali, Bulgaristan sınırında öldürüldü. Ölüm haberi uzun süre gizli kaldıktan sonra, 12 Ocak 1949 günü gazetelerde yer aldı. Kitapları ancak 1960 sonrasında yeniden basılabildi, cinayet üzerindeki kuşkular da açıkça 1968’lerde dile getirilmeye başlandı.
Sabahattin Ali, 11 Aralık 1945’te, zamanın Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Âli Yücel’e uzun bir mektup yazarak, politik görüşlerini açıklamış, mektubun bir bölümünde şunları söylemişti:
“Millet, kültür seviyesi ve siyasi olgunluğu arttıkça, elbette iyiyi kötüden, hası kalptan ayıracak, bu yurda hizmet etmek isteyenlerle, başka emellere hizmet edenlerin arasındaki farkı görecekti.
Fakat karanlık ruhlu insanları en çok korkutan da işte halkın bu olgunluğa varması idi. Bu memlekette atılacak her ileri adımı kendi hak edilmemiş ekmeklerine bir tecavüz gibi nefretle karşılayan bu insanlar, hiçbir kötü vasıtayı ihmal etmeden açık ve kapalı tezvirlerine devam ediyorlardı. Ellerindeki en kuvvetli silah komünizmdi. Her ileri hamleyi, her ileri fikri bu damga ile gözden düşürmeye uğraşıyorlardı. Köy Enstitülerine komünist yuvası diyen onlardı; Hasan Âli Yücel’e komünistlerin koruyucusu diyen onlardı; Sabahattin Ali’nin, içlerinde bu memleket ve bu millet endişesinden başka bir tek heyecanın ifadesi bulunmayan eserlerine komünist damgasını vuran onlardı; Turancıları, ırkçılığı, geriliği himayelerine alan onlardı…”
Sabahattin Ali, öyküden romana şiirden oyuna kadar çeşitli edebi türlerde yapıtlar verdi. Yapıtlarında insanın trajedisine, toplumsal yaşamdaki çelişkilere, yaşamın acı gerçeklerine emekçi insanların sorunlarına ışık tuttu. Öykü ve romanlarının arka planında dönemin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısındaki çarpıklıklar, yozlaşan değerler yer alıyordu. Ali Baba dergisinde 25. 11. 1947 tarihli sayısında yer alan yazısı “Ne Zor Şeymiş” başlığını taşıyordu:
“Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi, cefakeş milletimizdir.
Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunla, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük.
Bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik.
Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: ‘Görüyor musunuz şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor..’
Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?
Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu.”
Sabahattin Ali, halkın sesiydi. Kısacık ömrüne üç ömürlük bilgi, deneyim, kültür, sevgi ve sanat ürünü sığdırdı. Baskılara ve her türlü tehdide karşın yazmayı sürdürdü. İnandığı yolda direndi, ulusun bağımsızlığını, emekçi halkın özgürlük ve mutluluğunu savundu. Pek çok tasarısını gerçekleştiremeden öldürülen Sabahattin Ali, hep genç kaldı.
Orhan Tüleylioğlu
YORUMLAR