Biraz, Anayasa Hukuku derslerini çağrıştıracak. Fakat işin temeli, ilkelerin doğru yorumlanmasında ve politikaların, davranışlarımızın, kabul edilen çağdaş ilkelere göre yorumlanmasında yatmaktadır. Anayasa; Devlet’in iktidarının dengeli ve denetlenebilir, hukuk kuralları ile bağlı olmasını sağlar.
Devletin işlevleri, çoğulcu demokrasilerde yasama-yürütme-yargı olarak üçe ayrılır. Fakat bu tartışma öncesinde, çoğulcu-çoğunlukçu demokrasi anlayışlarını tekrar hatırlamakta fayda vardır.
Çoğunlukçu demokrasi, çoğunluğun kararlarının uygulandığı ve bu kararların mutlak olduğu yönetimdir. Yasalar, azınlık hakları, kuvvetler ayrılığı gibi etmenler, çoğulcu demokraside alınan kararları sınırlandırırken, çoğunlukçu demokraside çoğunluğun aldığı kararlar sınırsız ve mutlaktır. Yani “çoğunluk görüş, her zaman haklıdır ve her şeyi yapmaya muktedir” zihniyetidir.
Çoğulcu demokrasi ise çoğunluğun mutlak hakimiyetini reddeden, azınlıktakilerin siyasal ve kültürel haklarının kabul edilmesi gerektiğini ve azınlığın da bir gün çoğunluk olabilme hakkının verilmesini savunan demokrasi anlayışıdır. Yani çoğunlukçu anlayıştaki “ben, çoğunluğa sahip oldum, azınlığı yok sayarak tüm isteklerimi yerine getirebilirim” zihniyetinin karşıtıdır.
Devlet’in iktidarının denetlenebilmesi ve sınırsız bir güce dönüşmemesi için, Devlet’in bu erkleri, yani yasama-yürütme-yargı erkleri dağıtılır. Tek elde toplanmasına çoğulcu demokrasilerde müsaade edilmez. Bu erkler, diğer taraftan birbirlerini denetler ve “denge-fren” (check and balances) sistemi oluşturulur.
Yargı erkinin, yasama ve yürütme gibi siyasi iki erkten farkı, bağımsızlığındadır. Yargı organının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, çoğulcu demokratik sistemin vazgeçilmez unsurudur. Yargı organının tarafsızlığını ve bağımsızlığını kaybetmesi durumunda, o ülke adeta felakete sürüklenir. Ne toplumsal huzur kalır, ne adalet sağlanır, ne de ekonomik kalkınma gerçekleşir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, devlet iktidarının sınırlandırılması ve denetlenebilmesi için sadece yasal düzenlemeler yetmez. Bu noktada yurttaşlara, yani sivil güce düşen önemli görevler vardır. Bizde, “İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” mantığı hakimdir, yani “Devlet” yurttaşın “efendisi” değil, “hizmetkarıdır”. Tüm sistemin amacı, yurttaşların huzuru ve yaşayabilecekleri sağlıklı bir ortamın oluşmasıdır.
Bu sebeple yurttaşların, sivil toplumun, bir hukuksuzluk yahut keyfilik karşısında “bu doğru değil, hukuk kuralları çerçevesinde hareket edilmesi gerekir” diyebilmesi gereklidir. Yönetimde keyfilik ve hukuksuzluğun zararları, toplumun tüm kesimlerine sirayet eder.
Aynı şekilde, ülkede iç yatırımcının sermayesini ekonomiye katması, istihdam ve katma değer yaratıp Devlete vergi ödemesi de, yine bağımsız-tarafsız hukuk devleti ilkesine doğrudan olarak bağlıdır. Hukuki bir öngörülebilirliğin olmadığı ülkede, yatırımcı, sermayesini ekonomiye katmaz, döviz-altın-arsa gibi istihdam ve katma değer yaratmayan araçlarda tutar. Bu da gelir adaletsizliğini, toplumsal huzursuzluğu, işsizliği artırır. Aynı şekilde yabancı yatırımcı da yatırımını, “yarın başına ne geleceği belli olmayan” bir ortama yapmak istemez. Yani para, hukukun öngörülebilir olduğu, huzurun ve güvenin olduğu bölgeye gelir. Güvensizliğin, keyfiliğin olduğu bir ortama para gelmez, müteşebbis “dertsiz başıma dert almaya niyetim yok” der ve sermeyesini ekonomiye katmaz.
Hukuk devleti ilkesinin gerçekleşebilmesi, bireylerin temel hak ve hürriyetlerinin korunması için yargının tarafsız ve bağımsızlığı şarttır. Toplumsal gelişme ve ekonomik kalkınma, birey hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ile gerçekleşebilir. Temel hak ve özgürlükler noktasında sorunlar yaşayan, çoğunluk anlayışın hakim olduğu bölgelerin ekonomik ve toplumsal kalkınmada sınıfta kaldıkları net olarak görülmektedir.
İşte tüm bu sebeplerden ötürü tarafsız ve bağımsız hukuk, ekmek kadar su kadar değerli diyoruz. Hem ekonomik kalkınma, hem toplumsal huzur için. Hukukun olmadığı bölgede adalet olmaz, huzur olmaz, haksızlığa uğrayan kendi “hukukunu” uygulamaya cüret eder. Kayıt dışı ekonomi, vergi kaçakları artar, işsizlik azalır.
Hukuka, toplumun tüm kesimleri olarak sıkı sıkıya sarılmamız, yargıya güveni sarsacak tüm davranışlardan ve söylemlerden kaçınmamız gerekir. Yargı süjeleri de -hakimler, savcılar, avukatlar- üzerlerine düşeni yapmalıdır. Yargı; bağımsız, tarafsız, adil, hızlı, şeffaf, toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede, kolayca erişilebilir, mesleğe yaraşır bir görüntü içerisinde olmalıdır. Aksi halde “muassrır medeniyetler” hedefimiz hayal olur.
YORUMLAR