Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Kadınlara Çağrımız ‘Birlikte Güçlüyüz’

Röportaj/Tamer Yazar Mor Dayanışma

Röportaj/Tamer Yazar

Mor Dayanışma Kadın Derneği Başkanı Aylin Yüksel: “25 Kasım’da, kadınları; pandemi kurallarına özen göstererek, bulundukları her alandan ses vermeye, kadın örgütleriyle irtibata geçmeye ve hayatları, hakları, özgürlükleri için mücadeleye güç vermeye çağırıyoruz.”

‘Kadına Şiddet’ sarmalında dururken, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Ekim 2020 Raporu’na iliştirilen “21 Kadın öldürüldü, 8 Kadın şüpheli şekilde ölü bulundu” bilgisi ile başlayalım. Çünkü bugünün sayfasında ‘kadınlar’ var, yaşadıkları ‘şiddet’ var, ‘haksızlıklar’ var, biriken sorularının ‘cevapsızlığı’ var.
O zaman bugün, kendilerini, “kadınların bedeni, emeği ve kimliği üzerinde özgün bir tahakküm kuran erkek egemen (patriarkal) kapitalist sisteme karşı, kadınların öz örgütü, isyan çığlığı, özgürlük yürüyüşü…” olarak isimlendiren Mor Dayanışma’nın Hatay adresinde duralım, sorularımızı da, Kadın’ın Türkiye’si adına biriken beklentiler adına soralım.
Mor Dayanışma Kadın Derneği Başkanı Aylin Yüksel ile sohbetimize ilk sorumuzla başlayalım…

Yazar Aylin Yüksel, bir yazısında, “Kafaları atmalı kadınların. Kafaları atmalı ki, kendileriyle karşılaşabilsinler!” diyor. Mor Dayanışma’nın, kadının kendisini ve gücünü fark etmesi için yaptığı çalışmalar da buna mı dair?

Evet, bir yönüyle tam da buna dair diyebiliriz. Yaşadığımız aterkil toplumda kendini göremeyen, kendisinden beklenilen talepler karşısında en son kendisine bakabilen, hatta bakamayan kadınlar kendi güçlerini fark ettiklerinde, kendilerine dayatılan rolleri reddettiklerinde, emek ve bedenlerini sömüren ve özgürlüklerini kısıtlayan sistemi sorgulamaya başladıklarında her şey değişmeye başlıyor. Mor Dayanışma, çalışmalarıyla bunu yaratmak, kadınların gücünü göstermek ve bir arada örgütlü mücadeleyle de hayatlarımız üzerindeki baskı mekanizmalarına karşı durabileceğimizi göstermeye çalışıyor.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü yaklaşıyor. Erkek egemen sistemin içinde “erkek şiddeti” ile baş başa kalan binlerce kadının yaşadıkları adına, bugün için ne söylemek gerek? Yaşanan ölümler ve şiddet sarmalı için nasıl bir final yazmak gerek?

25 Kasım’a gittiğimiz bu süreçte erkek şiddetine baktığımızda; her gün en az 2 kadının ölümüne, onarılmaz yaralara, travmalara, hak gasplarına şahit oluyoruz. Pandemiden itibaren yayınlanan raporlara baktığımızda; erkek şiddetinin nasıl arttığına, vahşileştiğine, kamusal alana yayıldığına tanık oluyoruz. Kadınlar, artan krizlerde (toplumsal, siyasal, ekonomik) ilk gözden çıkarılanlar oluyor.
Bunlar olurken, iktidar kanadında önlem almak yerine, kadınların kazanımları olan 6284 Yasası ile İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına dönük adımlar atılıyor. İnfaz Yasası ile şiddet faillerinin hapisten çıkmasına önayak olunuyor. Bekçilik Yasası ile hayatlarımız kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Keyfilik ve cezasızlıkla, şiddet meşrulaştırılıyor. Yasaların işlerliği sağlanmıyor. Şiddet anında acil müdahale için adımlar atılmıyor. Kadınların sorunlarını görmek ve şiddeti durdurmak yerine, kadın düşmanı politika ve söylemlerle, eril medya dili ve erkek yargı mekanizmalarıyla şiddeti meşrulaştıran bir yola gidiliyor.
Finali, hep birlikte, kadın dayanışmasıyla, sınıf, dil, din fark etmeksizin, aynı erkek sisteme tabi olduğumuzu görerek ve buradan hareketle, erkek egemen sitemin yarattığı rekabete karşı bir arada durarak ve mücadele ederek sağlayacağız.

Mor Dayanışma’nın, Eylül ayında bir anketi paylaşıldı, “Erkek Şiddeti ve Hak Gasplarına Yönelik Araştırma Anketi Raporu” başlığında. Pademi döneminde; kadınlara yönelik erkek şiddeti, kadın cinayetleri, işsizlik ve yoksulluk başlıklarında, tablo ne oldu?

Pandemi, herkes için çok zor bir süreç olarak yaşandı. Hala da zorluklarını yaşıyor, bir şekilde uyum sağlamaya çalışıyoruz. Bu süreçten en çok etkilenen, maalesef en alt tabakalardaki; güvencesiz çalışan, yoksul işçi kesimi, ötekileştirilen mülteciler, evsiz barksız kalanlar, çalışmak zorunda bırakılanlar oldu. Sağlık emekçilerini, ama önce bakım emeğiyle bağlantılı olarak, özellikle kadın sağlık emekçilerini anmak gerekiyor.
Bu yaşanan zorlu tablo ışığında, Temmuz ayında önce ‘Harekete Geç’ kampanyası ile ev ev, mahalle mahalle, kadınlarla birebir veya daha çok çevrimiçi buluşmalar gerçekleştirdik. Bir yanda kadın örgütleriyle birlikte artan şiddete, İstanbul Sözleşmesi’ne dönük saldırılara karşı sokakta ses verip çalışmalar yürütürken, diğer yanda kendi çalışmalarımızı da gerçekleştirdik. Her kanaldan kadınlarla bir arada olma yolunu açmaya çalıştık. Erkek şiddeti, kadın cinayeti, çocuk istismarını gündemleştirmek, kadın düşmanı politikaları ifşa etmek, özellikle kadınları daha da yoksullaştıran ekonomi politikalarına müdahale etmek, yerel yönetimlere sorumluluklarını hatırlatmak ve acil eylem planı oluşturulmasına ön ayak olmak hedefiyle yol aldık. Yerel yönetimlere sorumluluklarını yerine getirmeleri için baskı kurmak, İçişleri Bakanlığı ve Aile Çalışma Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın “şiddet azaldı” açıklamasının pratikte hiç bir karşılığı olmadığını göstermek istedik. Kampanyamızın bu noktada ikinci ayağı ise, yaptığımız çalışmaları ve gözlemleri verilerle desteklemek adına gerçekleşen anket çalışması oldu.

Anketinizde, katılımcıların %32’si geliri olmadığını belirtirken, yarıdan fazlasının geliri ise asgari ücretin altında. Eldeki tablonun temelinde, biraz da bu ekonomik yetersizlik mi yer alıyor? Erkek egemen sistemin kadını istediği gibi gözaltında tutabilmesi de biraz bundan mı?

Pandemi sürecinde şiddet, iş yükü ve bakım emeğinin artmasında, kadınların yoksullaştırılması büyük rol oynadı. Ekonomik yetersizlik, elbette erkek egemen sistemi besleyen, kadınların tahakkümünü derinleştiren bir etmen. Tam da kapitalizmin, ataerkiyle, kadınlar üzerinden yarar sağlama uzlaşısını gösteren bir gerçeklik. Ama tek başına değil. Çünkü patriyarka, hayatımızın her alanına o kadar sızmış ve o kadar köklü ki, sadece ekonomik baskı ile açıklanamayacak birçok yaşam deneyimi mevcut. Ekonomik yeterliği olan, sınıfsal anlamda belirli rahatlığı bulunan ya da belirli yerlere gelmiş, kendi hayatını kurma adımları atmış birçok kadının erkek egemen sistemin dayatmalarına nasıl maruz kaldığını, ekonomik, psikolojik, cinsel, fiziksel bir çok şiddet türü ile tahakküm altına alındığını, hayatını belirli toplumsal dayatmalara göre yaşamak zorunda bırakıldığını; çalışmalarımızda karşılaştığımız bir çok deneyimden, kadın hareketinin yüzyıla dayanan çalışmalarından, pratiğinden, teorik deneyiminden biliyoruz. Bu durum; toplumsal, siyasal, kültürel, ekonomik birçok etmen barındırıyor. Bu yüzden patriyarkal kapitalizmden bahsediyoruz.

Hatay’da, kadınların, pandemi sürecindeki dayanışma örneklerini çok izledik. Peki, örgütlenme ve ortak hareket adına, kadınlar arasındaki birliktelik yeterli düzeyde mi? Ortak çıkartılması gereken o ses yeterince güçlü mü?

İnsanlığın köklerinde var olan dayanışma ruhu, pandemi sürecinde de her yerde olduğu gibi ortaya çıktı. Birçok dayanışma örneğine tanık olduk. Biz, Mor Dayanışma olarak, bu noktada çalışmalar yürüttük. Örgütlenme ve ortak hareket etme noktasında, pandemi döneminde kadınların sesinin çok iyi çıktığını, tüm zorlu koşullara ve haklarımıza dönük saldırılara rağmen, hem Türkiye genelinde hem de Hatay özelinde mücadele ettiğimizi düşünüyorum. Başka kadın örgütleriyle bir araya gelerek, platformlar olarak, zor koşullarda bir ses olduk. Örgütlenme adına birliktelik elbette yeterli düzeyde değil. Sesimizin daha güçlü çıkması adına daha çok örgütlenmek, ataerkinin, kapitalizmin kadınlara dayattığı normlarla mücadele etmek, kadınlar arasına kurulan rekabet mantığıyla yüzleşmek ve bulunduğumuz her noktadan birbirimize el uzatmak gerekiyor. Çünkü patriyarka, tüm kadınlara karşı. Hiçbirimiz bundan azade değiliz.

Bahse konu ankete katılanların %72,4’ü, şiddete maruz kalındığında izlenebilecek yolları ve haklarını biliyor ama… Antakya özelinde konuşalım! Kadın sığınma evlerini çok konuşuyoruz, çözüm için adres de gösteriyoruz! Peki, gelinen noktada elimizde ne var?

Şiddete, ekonomik yetersizliğe, işsizlik tablolarına baktığımızda, sığınma evlerinin ve kadın danışma/dayanışma merkezlerinin önemi daha çok anlaşılıyor. Ama geldiğimiz noktada maalesef, sığınma evleri, Türkiye geneli ve Antakya özelinde hem sayısal, hem de niteliksel anlamda yeterli değil.
Pandemi sürecinde hastalığa bağlı olarak, gerekli donanım ise hiç bir şekilde karşılanmadı. Hatta bir nevi işlevsizleştiklerini söyleyebiliriz. Sığınma evlerine yönlendirdiğimiz pek çok kadından, koşulların uygun olmadığı ya da belirli ihtiyaçların karşılanmadığı gibi şikayetler aldık. Sığınma evinde karşılanma şekli dahi başta olmak üzere, birçok etmenden dolayı, kadınlar, öldürülme tehlikesinde dahi sığınma evlerinde kalmamayı tercih ediyorlar. Bu noktada belediyelere çok sorumluluk düşüyor. Kadın örgütleriyle koordineli bir biçimde, yerelin ihtiyaçlarını göz önüne alarak, şiddetle etkin bir mücadele yürütülebilir. Şiddetin önlenebileceğini biliyoruz. Daha önceki yıllarda, Mor Dayanışma olarak ve diğer kadın örgütleriyle birlikte, platform olarak bu taleplerimizi belediyelere ilettik, kadınlar için aciliyetini anlatmaya çalıştık. Çoğu noktada, maalesef belediyelere ulaşamadığımız bir durumla da karşılaştık. En son Defne Belediyesi ile Kadınlar Birlikte Güçlü oluşumu olarak yaptığımız görüşmeler çerçevesinde, İstanbul Sözleşmesi’ne dair görsellerin bilboardlara asılmasını sağladık. Belirli periyodlarla görüşme, koordineli çalışma sözü aldık. Ama istediğimiz ve olması gereken tabi ki daha fazlası. Bunun olması için baskı oluşturmaya, belediyelere sorumluluklarını hatırlatmaya devam edeceğiz.

Mor Dayanışma, kendisini; kadınların bedeni, emeği ve kimliği üzerinde özgün bir tahakküm kuran erkek egemen (patriarkal) kapitalist sisteme karşı, kadınların öz örgütü, isyan çığlığı, özgürlük yürüyüşü olarak tanımlıyor. O yürüyüşün gerisinde kalan adımlara baktığınızda, HAKLAR bazında “yolun yarısını geçtik” diyebiliyor musunuz? Yoksa durum hala BİR ARPA BOYU hali mi?

Haklar bazında “kazanılmış haklarımızın bile” saldırı altında olduğu bir dönemden geçiyoruz. Var olan hakları koruma refleksi içinde, yeni yollar açma mücadelesi yürütüyoruz. Gelinen nokta, başlangıç noktasına bakıldığında, asla bir arpa boyu yol değil. Ama geriye doğru yol alma durumlarını, kadınlara dönük saldırıları ve var olan haklardaki bazı kayıpları düşününce, mücadelenin her daim sürdürülmesi gereken bir mecburiyet olduğu gerçeği, bize yolun da uzun olduğunu gösteriyor.

Mor Dayanışma çalışmaları, 2013 yılındaki kürtaj eylemlilikleri ve Gezi eylemleri sırasında yaşananlar noktasında isyan bayrağını yükselten Antakyalı kadınlar tarafından başlatıldı. Neden MOR, diye sorsam? MOR ve KADIN’ı bir araya getiren “resmi bizler için netleştirin” diye de eklesem, ne söylersiniz?

Gezi’de, özellikle kadınlar; kendi taleplerini haykırma adına, kürtaj eylemlilikleri ve baskılara karşı en kızgın kesim olarak en önlerde yer aldı, cesur yaratıcı eylemler ve sloganlarla sözünü söyledi, taleplerini haykırdı. Mor Dayanışma’nın kuruluşunda yer alan kadınlar da, Gezi’de kadın bedeni üzerinden yürütülen eril küfürleri ifşa etme, bu noktada farkındalık yaratma, alternatif oluşturma hedefiyle stantlar oluşturmuş, öfkelerini ve taleplerini haykırmak için bir araya gelmişti. Daha önce kadın çalışmasının içinde yer alan bu kadınlar, bir araya gelişin ihtiyacından hareketle, buluşmaları devam ettirdiler. Bu buluşmalarda, kadınlarla bir araya gelme ve eril tahakküme karşı kadın sesini çoğaltma ihtiyacı üzerinden dernekleşme kararı almıştı. O bir araya gelişlerde tabi ki isim önemli bir tartışma oldu. Farklı birkaç öneri daha vardı. En son, tam da var olan hakim algıya alternatif olması için, “MOR” isminde karar kılındı. Şiddetin yarattığı MOR algısını, aslında ‘Lilith Efsanesi’nden gelen MOR anlamı ile yıkmaktı amaç belki de.

Son olarak… 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü için, kadınlara bir çağrınız, mesajınız var mı?

Elbette! 25 Kasım’da, kadınları; pandemi kurallarına özen göstererek, bulundukları her alandan ses vermeye, kadın örgütleriyle irtibata geçmeye ve hayatları, hakları, özgürlükleri için mücadeleye güç vermeye çağırıyoruz. Patriyarkal kapitalizm var oldukça, hiçbirimiz güvende ve özgür değiliz. Gelin, hep birlikte harekete geçelim.