Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Hurigil, önce kalbe dokundu…

Ardından kadim topraklara… Antakya

Ardından kadim topraklara…

Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Fadi Hurigil: “Bizler, sadaka taşlarıyla yoksulları gözeten, kuşlar için bile vakıf eserleri oluşturan, müstesna ruha sahip bir ecdadın mirasçılarıyız.”

Hatay’dan Mersin’e, Vakıfların yaşadıkları sorunları belki de uzun zamandır en net dile getiren konuşma, Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Fadi Hurigil’den geldi. Geçtiğimiz hafta gerçekleşen Paskalya Yemeği nedeniyle Ankara’dan gelen çok sayıda misafirin de katılım gösterdiği buluşmada konuşan Hurigil, uzun zamandır biriktirilenleri paylaştı, ardından o birikenleri çözüm için özenle masaya bıraktı.
-KALABALIK KATILIM-
Önemli konuların altının özenle çizildiği Paskalya yemeğine; Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem, Genel Müdür Yardımcıları Burhan Ersoy ve Ali Hürata, Baş Hukuk Müşaviri Oya Erçil ve meclis üyeleri, Vakıflar Hatay Bölge Müdürü Mehmet Yıldıran, Surp Pırgıç Ermeni Hastanesi Vakfı Başkanı Bedros Şirinoğlu, Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh, Beyoğlu Meryemana Süryani Kadim Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin, İstanbul Rum toplumunu temsilen Peder Yorgo Kasapoğlu, İstanbul, Antakya, Mersin, Mardin, Midyat’tan Cemaat Vakıfları yöneticileri katıldı.
-ANLAMLI BAŞLANGIÇ-
Antakya Rum Ortodoks Kilisesi’nde gerçekleşen, Azınlık Vakıfları Temsilci Ofisi’nin her yıl düzenlediği geleneksel Paskalya yemeğinde konuşan, Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Fadi Hurigil, “Bizler, vakıf deyince; Bu topraklarda yaşamış, dini, inancı, etnik kökeni ne olursa olsun, bizimle birlikte aynı kaderi paylaşmış, aynı havayı solumuş tüm farklı düşünce ve inançlara sahip insanların oluşturduğu bir medeniyet topluluğu olarak algılarız. Çünkü bizim medeniyetimiz bir vakıf medeniyetidir. Bizler, sadaka taşlarıyla yoksulları gözeten, kuşlar için bile vakıf eserleri oluşturan, müstesna ruha sahip bir ecdadın mirasçılarıyız. Bugünkü millet şuurumuzu da sosyal dokumuzu da bu anlayışa borçluyuz” diyerek sözlerine başladı.
Hurigil’in konuşmasında öne çıkan kısımlar ise şöyle:
-1936 BEYANNAMESİ-
İlk defa 2003’te AB uyum yasaları çerçevesinde yürürlüğe giren Vakıflar Kanunu ile cemaat vakıflarına mülk satın alabilme ve sahip oldukları mülkler üzerinde tasarruf hakkı tanınması, ayrıca 2011’de yürürlüğe giren cemaat vakıflarının el konulan veya Hazine adına tescil edilen mal varlıklarının asli sahiplerine iadesinin yolunun açılması bir devrim niteliği taşımakla birlikte; Cumhuriyet tarihi boyunca, birçok azınlık vakfı mülküne el konulmasının hukuki kılıfı işlevi gören beyannamenin kullanımı, şimdi de benzer bir sorunla karşımıza çıkmaktadır. 2011’de mülklerin azınlık vakıflarına geri verilmesi için çıkarılan Vakıflar Kanunu’nun geçici 11. maddesinin uygulanmasına ilişkin yönetmelik uyarınca, Vakıfların “1936 Beyannamesi’ne kayıtlı olması” şartı koşuluyor. Özellikle Lozan Antlaşması’nın yapıldığı tarihte Hatay’ın Türkiye sınırları içerisinde bulunmaması, 1936 Beyannamesi ile günümüze kadar yaşadığımız sıkıntılar, azınlıklar sorununun Anayasada dahi dile getirilmemesi; yıllar boyunca ‘negatif yönde ayrıcalıklı vatandaş’ suçlamaları ile birlikte birçok baskıcı politikaların odağında olunmuş, çeşitli olaylar sonucunda da daha paranoyak ve içedönük bir psikoloji ile hareket etmeye başlamışlardır. Bu durum özellikle Hatay ve Mersin bölgesinde yaşayan cemaatlerin uzun yıllar gerçek bir korku duvarının arkasında yaşamasına ve gittikçe de muhafazakâr bir yapıya bürünmesine sebep olmuştur. Tüm bu gelişmeler veya gelişememeler ışığında Hatay ve Mersin bölgesinde yaşayan cemaatlerin sayısı gittikçe azalmış ve bu demografi sorunundan kaynaklı birçok zorluklar ortaya çıkmıştır.
-BAŞVURULARA RET-
Yalnız unuttuğumuz önemli bir husus var. Biraz önce belirttiğim gibi; Hatay 1936’da Türkiye’ye bağlı olmadığı için; o tarihte beyanname vermemiz gibi bir durum da söz konusu değildi. Geçici 11. madde kapsamında gerekli başvurular yapıldı. Başvuruların hepsinden ret geldi.
Etnik köken olarak İstanbul’da yaşayan Rumlar ile aynı kökenden gelmesek de Arapça lisanı ile ibadet eden Rum Ortodoks olarak aynı kategoride tanımlanmamız; 1. Dünya Savaşı esnasında ilimizde var olan yedi Ermeni köyünden sadece bugün bir tek köyün kalması; 1942’de azınlıklar için çıkartılan Varlık Vergisi; 1955’te İstanbul’da yaşanan 6-7 Eylül olayları; 1964’te Türkiye’de yaşayan Rum vatandaşların sınır dışı edilmesi; 1974 Kıbrıs Harekâtı bu bölgede yaşayan Hıristiyanlar üzerinde ciddi baskılar oluşturmuş, İsrail ile ne zaman bir siyasi gerginlik olsa bu ülkede yaşayan Museviler bunlara sebepmiş gibi gösterilmiş; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 8 Mayıs 1974 tarihli kararıyla cemaat vakıflarının yeni taşınmazlar edinmeleri engellenmiş; yüzyıllardan beri bu kadim topraklarda yaşadığımız ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğumuz halde, cemaatler neredeyse nefes alamaz duruma gelmiştir.
Ne tesadüftür ki; 1974 yılı bu bölgedeki cemaat vakıfları için kırılma noktası olmuştur. Birazdan anlatacağım örnekler ile ne kadar karmaşık ve kaotik sıkıntılar ile karşı karşıya kaldığımızı ifade etmek istiyorum. Kamu yararına taşınmazların çoğuna el konulmuş, kamulaştırılmış, satışa zorlanmış, mazbutaya alınmış, vakıflar ile Kilise Kanunu örtüşmediği için isim tashihlerinde sıkıntılar yaşanmış.
-MERSİN-
Kilise Kanunu’nda her kilise koruyucu bir aziz ya da azizenin adına ithaf edilir. Buna en bariz örnek Mersin’deki vakıftır. Kilise’nin bulunduğu yerin arazisini bağışlayan kişilerin ismine ithafen Tomris Nadir Mutri Vakfı diye geçmektedir. Halbuki kilisenin adı Aziz Melekler Mikail ve Cebrail Kilisesi’dir.
-ARSUZ-
Benzer sıkıntı Arsuz’da da mevcuttur. Vakfın ismi İskenderun Arsuz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı olarak geçmekte iken kilisenin adı Mar Yuhanna Kilisesi’dir. Son çıkan Büyükşehir Yasası’yla da Arsuz ilçe olmuş, İskenderun ile bir bağlantısı kalmamıştır. Bu vakfın 10 adet taşınmazı mevcut iken; şu anda 3 adedi vakfın mülkiyetinde; Kilise’nin de aralarında bulunduğu 7 adet taşınmaz mazbutaya alınmıştır. Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün restore ettirdiği mazbutaya alınmış bu Kilise iki buçuk seneden beri ibadete açılamamış, özellikle sayfiye yeri olması münasebeti ile gerek yurtiçinden gerekse yurtdışından gelen kişiler vaftiz ve düğün ritüellerini gerçekleştirememişlerdir.
-SAMANDAĞ-
Samandağ Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’nın da isim tashihi sorunu mevcuttur. 3 Kiliseleri mevcut; Aziz İlyas, Meryem Ana ve Azize Tekla.Üçü de vakıf adına kayıtlı değil. Burada da vakfın mazbutaya alınmış gayrimenkulleri mevcut. Samandağ Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı geçici 11. madde kapsamında 37 taşınmaz için başvuruda bulunmuş; tamamından olumsuz yanıt almış.
-ANTAKYA-
Antakya Rum Katolik Kilisesi Vakfı’nın 2 kilisesi var iken; şu anda ikisi de vergi dairesine ait. Halen kullandıkları kilise vakfına ait değil, Latin Katolik Kilisesi’nin. Papazı da Latin. İskenderun’daki Rum Katolik Kilisesi’nin kullanımı vakfa verilmiş. Mazbutada olduğu için Kilise Vakfı devlete kira ödüyor. Burada da vakfın mazbutaya alınmış gayrimenkulleri mevcut.
ALTINÖZÜ-
Altınözü Tokaçlıköyü Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’nın 60 dönüm zeytinlik ve kilisesin tapusu; köyün nüfusunun tamamı Hıristiyan olduğu için 1969’da kadastro kapsamında köy tüzel kişiliği olarak kayıt altına alınıyor. Hatay son seçimde büyükşehir kapsamına girdiği için; köyler de mahalle statüsüne alınınca mevcut tapular ilçe belediyesine geçiyor. Tapuda kilise üzerinde kullanım hakkı mevcut olduğundan sadece kilise, vakfa iade ediliyor. Diğer taşınmazlarda mevcut sıkıntılar devam ediyor.
-İSKENDERUN-
İskenderun Rum Ortodoks Kilisesi Fukara Vakfı’na; geçmiş zamanda şehrin en değerli yerinden vakfa bağış yapılmış ama 1936 Beyannamesi’nde yer almıyor. Bahsi geçen yere Vakıflar Genel Müdürlüğü bina yapmış. Vakfedenin vasiyetnamesi var; gelir elde ettiğini gösteren defter var. Hatay İdari Mahkemesi’ne başvurulmuş. Dava kazanılmış ama Vakıflar Meclisi tarafından 14’e karşı 1 oy ile reddedilmiş. Gerekçe; 1936 Beyannamesi. Şu anda dosya Danıştay Mahkemesi’nde.
Şu anda bulunduğumuz mekândaki kilise vakfının toplam 174 dönüm alanı ne tesadüftür ki; 1974’ten başlayarak 12 Eylül 1980 darbesinin etkisiyle tavan yaparak istimlak adı altında vakfımızın mülkiyetinden çıkartılmıştır. Ancak istimlak bedeli olarak tespit edilen bedeller o günün koşullarına göre son derece cüz’i bir para olup, aslında bu taşınmazlar fiilen vakfın elinden alınmıştır. Zaten bu parseller ile ilgili olarak istimlak bedeli adı altında vakfa yapılmış küçük meblağlı ödemeler o tarihteki kanuni ve idari kısıtlamalar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 8.5.1974 tarih ve E 1971/2.82 K /505 sayılı kararı ile azınlıklara ait vakıfların mülk edinemeyecekleri kararı) nedeni ile vakıfça hiçbir zaman değerlendirilememiştir. Bu paralar ‘akar toprak hesabı’ denilen hesaplarda tutulmuş, ana para üzerinde vakfın tasarruf yapması yasaklanmıştır. Böylece vakfımız maddi-manevi yönden kayba uğratılmıştır. Çok büyük ölçekte olup, konumları itibariyle çok değerli vakıf arazileri çok cüz’i fiyatlara zapt edilmiş, ödenen paranın üzerinde vakfın tasarruf hakkı engellenmiş, vakıf bu parayı daha verimli alanlarda kullanabilecekken, idari ve yasal kısıtlamalar yüzünden büyük maddi kayıplara uğramıştır.
Türkiye’deki azınlık vakıflarının taşınmaz malları, gerek iç hukukta gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde korunmuştur. Buna rağmen imar izni verilmemesi, hesapta bulunan para üzerinde serbestçe tasarruf edilmemesi, mülkiyet hakkının gereği gibi kullanılamaması gibi vakıflar ile ilgili idari ve diğer kısıtlamaların herhangi bir kamu yararı amacına dayanmadığı açıktır. Bu nedenle söz konusu işlemlerin keyfi olduğunu ve dini/azınlık bir topluluğun haklarını kısıtlamaktan başka bir amaç taşımadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
-TAZMİN EDİLMELİ-
Geçmiş zamanlarda problemler yaşansa da, Hatay ve Mersin bölgesinde yaşayan cemaatler açısından, uzun yıllar tabu sayılan bu konuların tartışılması ve çözüm arayışına girilmesi, hem sorunun ciddiyetinin hem de hâlâ umut olduğunun gerçek bir göstergesidir.
Sonuç olarak; Her ne kadar geçici 11. maddede vakfa ait olup da mal edinememe gerekçesi ile hazine ve idareniz adına tescil edilen taşınmazların rayiç bedelinin ödeneceği belirtilmiş ise de; mülkiyeti vakfa ait olan taşınmazların paralarının ‘akar toprak hesabı’nda toplanıp, vakfın tasarruf etme yetkisinin kısıtlanması da bu madde kapsamında değerlendirilmeli ve vakıfların maddi kayıpları tazmin edilmelidir. Bu ve buna benzer sorunların çözümü için 7. ve 11. maddelerin kapsamının genişletilmesi, daha doğrusu sebebi ne olursa olsun el konulan taşınmazların tümünün iadesini kapsayacak şekilde düzenlenmesi talebimiz vardır. Bunu değiştirirken de tarihsel geçmiş ve vicdan temeline dayalı kanuni düzenlemeler yapılması bir zaruret olmuştur!
-MAHRUM EDİLDİK-
Örgütlenme ile yönetme iradesinin en temel prensibi olan seçme ve seçilme hakkımız maalesef Ocak 2013’ten itibaren cemaat vakıflarımızdan mahrum edilmiştir. Yönetmelik konusunda bugüne kadar bir gelişme olmaması da oldukça enteresan. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Ocak 2013’te Vakıflarımıza göndermiş olduğu yazıda; ‘’Seçim yönetmeliği, yenilenmek üzere iptal edilmiş, en kısa sürede yeni bir seçim yönetmeliği hazırlanacak ve bu yönetmelik konusunda Vakıflarımızdan görüş talep edilmiştir’’ yazıyor. Cemaat vakıfları olarak gelen yazıya ivedilikle cevap verilmiş ama bugüne kadar geçen sürede müspet bir netice alınamamıştır. Eski yönetmelik de yürürlükte kalmadı. En azından eski yönetmeliğin, yeni yönetmelik çıkana kadar yürürlükte kalması gerekiyordu. Maalesef şuan bir yönetmeliğimiz bile yok.
-YÖNETMELİK SORUNU-
Cemaat Vakıflarının seçim yönetmeliğinin 4 yıl 4 aydan bu yana askıya alınmış olması ve yenisinin hazırlanmaması bölgemizdeki vakıflarda da sıkıntı yaratmaktadır. Süreli seçimle göreve gelen yönetimlerin görev süresi dolmuş olmasına rağmen, kendisinden sonraki yönetimlerin yetkilerini kullanması, Vakıflarımızın özgür, demokratik ve şeffaf olarak yönetilmesini engellemektedir. Bu durum, cemaat vakıflarına ait üyelerin gerçek iradelerine ipotek koymaktır. Süreli olarak seçilen bir yöneticinin görev süresi dolmuş ve tekrar yönetim kurullarında görev almak istemiyor ise o kişinin özgür iradesine karşı yapılmış bir kısıtlamadır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi devlet kurumları; adaleti; eşitliği, hukuksuzluğun ve hukuki boşlukların giderilmesini sağlaması gereken kurumlardır. Cemaatler arasında farklı görüş olması yönetmeliğin çıkmasına engel bir husus değildir. Vakıflardaki farklı görüşler değerlendirilerek ortak bir metin hazırlanır ve cemaatlerin de ihtiyaç ve gelenekleri göz önünde bulundurularak yeni yönetmelik hazırlanmış olur. Farklı görüşler yüzünden çözümsüzlüğe girmek bir sebep olmamalıdır. Devlet, eski deneyimlerini de göz önünde bulundurarak, vakıflarımızın ihtiyaç ve taleplerimizi dikkate almalı ve muntazam bir yönetmelik hazırlamalı. Hepimiz muğlak yönetmeliklerin bedelini on yıllarca ödedik ve hâlâ da ödemeye devam ediyoruz! Haber/Tamer Yazar-Fotoğraf/AA