Ermeniler, 19’uncu yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı yönetiminde adeta altın çağlarını yaşadılar. Askerlik yapmayan ve kısmen vergi ayrıcalığı tanınan Ermeniler, devlette önemli görevlere yükselme fırsatını da elde ettiler. Osmanlı Devleti zayıflamaya başladığında, ülke içinde ve dışında silahlanan Ermeni komiteleri ile Ermeni kiliselerinin kışkırtıcı faaliyetleri sonucunda, Ermeni toplumu Türklerden uzaklaşmaya başladı.
Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı’nda Rus saldırıları devam ederken Ruslarla işbirliği içinde Türk Ordusu’nun gerisinde eylemler yaptılar ve Türk köylerine baskınlar düzenleyerek halka büyük zarar verdiler. Örneğin, kadın, çocuk ve yaşlısı dâhil Van’ın Zeve köyünün tümü Ermeniler tarafından öldürülmüştür.(1) İngiliz belgesine göre, Van ve Bitlis yöresinde Ermenilerin öldürdükleri Türklerin sayısı üç yüz bin ile dört yüz bin arasındadır.(2)
Ermeni eylemlerinin artması ve cephe emniyetinin tehlikeye düşmesi nedeniyle, 24 Nisan 1915’te Ermeni komiteleri kapatılmış ve yöneticilerinden 235 kişi tutuklanmıştır. Ermenilerin her yıl “sözde soykırımı anma günü” olarak adlandırdıkları 24 Nisan, tehcirle (göç ettirme) ilgili değildir. “Tehcir Kanunu”, olayların şiddetlenmesi üzerine 27 Mayıs 1915’te çıkarılmıştır.
Damat Ferit’in Türklere karşı Ermenileri destekleyen politikası ilginçtir. İsmet İnönü, Hatıralar adlı kitabında şöyle der: “Mondros Mütarekesi (Ateşkes Anlaşması) hükümlerine göre doğu vilayetlerinden askerlerimiz çekilmiş ve bu vilayetleri Ermeniler işgal etmişti… Ruslardan aldığımız yerlerin tekrar elden çıkması ve özellikle Ermenilerin eline geçmesi Birinci Dünya Savaşı sonrasının çok acıklı bir dönemi olmuştur. Doğu vilayetlerimizi işgal eden Ermeniler, Taşnak hükümetinin yönetiminde idi. Aslında Türk düşmanı olan ve ihtilalci bir cemiyet iken iktidara gelen Taşnaklar, hükümet kurarak şehirlerimizi işgal etmiş bulunuyordu… Bu dönemde, Avrupa’da ve dünyada Ermeni sorunundan dolayı Türkiye aleyhine yöneltilen düşmanlıklar, Damat Ferit hükümetleri tarafından daima desteklenerek doğrulanıyordu. Memleket içinde ittihatçılara karşı güdülen itham ve intikam politikasında, Ermeni Sorunu yabancıların hoşuna gidecek başlıca konulardan biri olarak işleniyordu. Ermenilerin Türkler tarafından zulüm gördüklerinin şahitliğini Damat Ferit Hükümetleri yapıyordu…”(3)
İsmet Paşa, 1923’te, İsviçre’de Lozan Barış Konferansı sırasında anılarında Ermenilerin ayrı bir yurt isteklerine yer verir: “…Bir gün eski Osmanlı Dışişleri bakanlarından Noradunkyan Efendi Lozan Palas’a gelmişti. Yanında Paşalyan adında biri vardı. Eski Ermeni ihtilalcilerindenmiş. Ermeni sorununu benimle görüşmeye geldiklerini söylediler… Ermenilerle aramızda çok şeyler geçtiğinden söz ettiler… ‘Biz ne geçmişte, ne Birinci Dünya Savaşı içinde Ermenilerle Türkler arasında geçen olaylarla herhangi bir şekilde ilişiği olmuş insanlar değildik. Sözü edilen olayların tümüyle dışında kalmış yeni insanlarız. Devletimiz de tümüyle yeni bir devlettir. Ermenilerle vatandaşlarımız olarak iyi yaşamak ve iyi ilişkilerde bulunmak emelimizdir.’ dedim. Böyle ciddi ve samimi olarak duygularımızdan söz ediyorum… Nihayet Noradunkyan Efendi: ‘Biz Ermeni yurdu isteriz’, dedi. Nasıl şey o Ermeni yurdu, diye sordum. ‘Türkiye’nin bir yerini ayıracaksınız’, şeklinde açıkladı. Sordum: Nerede istiyorsunuz? Doğuda mı, güneyde mi, batıda mı, nerededir? Noradunkyan şöyle dedi: ‘Nerede olursa olsun, Ermeni yurdu olarak bize bir yer verin. Biz orada toplanalım, orada yaşayalım.’ Ne münasebet, dedim… İçimizde bulunuyorsunuz. Size ait olmayan bir yerde toplanacaksınız ve orada bir devlet olacaksınız. Nereden çıkardınız bunu? Noradunkyan Efendi, tehdit edici bir ifadeyle konuşmasını bitirdi…”
Lozan Barış Konferansı devam ederken, bir İsviçre profesörünün başkanlığında İsviçre heyeti İsmet Paşa ile görüşür. İsmet İnönü bu görüşmeyi şöyle anlatır: “…Profesörle Ermeni davasının nasıl çözüleceği konusunda konuştuk. Kendisine, bizim için Ermeni meselesi diye bir şey yoktur, dedim… Ben yumuşak konuşuyorum. İsviçreli profesör ifadesinin sertliğini artırdı. Ermeni yurdu istiyoruz, diyor. Ermenilere bir yer ayıracaksınız, içeride ve dışarıda bulunan Ermeniler orada yerleşecekler, böylece memleketiniz içinde bir Ermeni yurdu olacak, diyor. Profesör efendi, ‘Haksız bir şey istiyorsunuz… Bana memleketin bölünmesini teklif ediyorsunuz…’ dedim ve profesörü gönderdim.”(4)
26 Şubat 1921’de, Türk Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin Lideri Mustafa Kemal Paşa, “Public Ledger” (Philadelphia) muhabirine şunları söyler: “Rus Ordusu, 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı sırada o zaman çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni halkını isyan ettirmişti… Kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu. Cinayetleri işleten ve saflarına eli silah tutan bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve gıda ikmallerini, stoklar oluşturulan Ermeni köylerinden yapıyorlardı.”
ABD’li Profesör Bernard Lewis, 1993 yılında “Le Monde” gazetesinde yayımlanan makalesinde şöyle yazar: “Osmanlı Hükümetinin Ermeni ulusuna karşı kitlesel imhayı öngören bir planı olduğunu gösteren geçerli kanıt yoktur. Türklerin tehcire başvurmalarının meşru nedenleri vardır. Çünkü Ermeniler, Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya ile ittifak halinde Türklere karşı çarpışıyorlardı.” ABD’li Ermeni Profesör Hovannisan da, 1982’de Münih’te yapılan “Dünya Ermenilerinin Problemleri Kongresi’nde: “Ermeni Soykırımı ispatlanamamıştır. Soykırım hukuken geçersizdir…” gerçeğini dile getirir.
Rahmi Apak, 1915’te, ¨Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları¨ adlı kitabında şöyle diyordu: “…Fırat Vadisine sürülen bu Ermenilerin önemli bir kısmını, Ordu Komutanı Cemal Paşa Suriye’ye almıştır. Hatta Halep bölgesinde bazı Ermenilere karşı taşkınlık yapan birkaç İttihat ve Terakki fedaisi Türk’ü idam ettirmiş ve taşkınlığı durdurmuştur… Yüzbinlerce Ermeni’yi Halep ve Şam bölgelerinde barındırmak suretiyle, Cemal Paşa Ermenilere büyük yardım yapmıştır. Fakat ne yazık ki, savaş bittikten sonra Tiflis sokaklarında onu öldürenler de Ermeniler olmuştur. İyilik yap, kemlik bul. Bundan büyük nankörlük olur mu?”(5) Rahmi Apak, tanıklık ettiği bir olayı şöyle anlatır: “Meskene’ye geldiğimde, burada güneye geçmek üzere toplanmış bin kadar Ermeni gördüm. Bunların yemek ve yollama işlerine genç bir Ermeni yedek subay bakıyordu. Bu subay bana kendi ırkdaşlarının söz dinlememesinden, vesaireden şikâyet etti durdu…”(6)
Ermenileri göç ettirme (tehcir) olayının, “soykırım” olarak tüm dünyada tanınması ve bu yolla Türkiye’den tazminat ve toprak talebinde bulunulması amaçlanmaktadır.
ABD Başkanları 1993’ten bugüne kadar, Türkiye-ABD ilişkilerini dikkate alarak, ¨soykırım¨ sözcüğü yerine ¨büyük felaket¨ kavramını kullandılar.
ABD Başkanı Biden, 24 Nisan 2021’de, önceki ABD başkanlarının tersine, ¨soykırım¨ sözcüğünü kullandı. Biden’ın bu kararı, tarihi gerçekleri yok sayan bir iftira. Biden Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almadı. Bu kararla, Türkiye’nin ABD için artık kritik önemde olmadığını belirtmiş oldu…
Biden yönetiminin, tarihi gerçekleri yok sayan iftira niteliğindeki bu açıklamasına, Türkiye misliyle karşılık vermelidir. 25 Temmuz 1975’te, dönemin hükümeti, silah yaptırımı nedeniyle ABD’nin Türkiye’de bulunan 21 üs ve tesisini kapatmış, beş bin ABD’li asker ve sivil personel Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştır. 2021’de daha güçlü olan Türkiye, ABD’ye bu iftiranın karşılığını vermelidir…
Özet Kaynakça:
(1) Tarih boyunca Türk-Ermeni İlişkileri Sempozyumu Bildirileri, 13-14 Nisan 2001.
(2) Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, İnkılap Kitabevi, 3. Baskı, 1998, İstanbul, s.221.
(3) İsmet İnönü, Hatıralar, 1.Kitap, Bilgi Yayınevi, 2006.
(4) İsmet İnönü, Hatıralar, 2.Kitap, Bilgi Yayınevi, 2006.
(5) Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Anıları, TTK, Ankara, 1988.
(6) Rahmi Apak, Yetmişlik Bir Subayın Anıları, TTK, Ankara, 1988.
YORUMLAR