Hazırlayan (Mehmet Karasu)
Antakya Kitaplığı
Medeniyetlerin Buluştuğu Kent: Antakya/ Dr. A. Nurdan Tümbek Tekeoğlu
Antakya, dinlerin bir arada huzur içerisinde yaşadığı, dünyaya örnek olacak bir yer.
Son zamanlarda Antakya çok sayıda filme, kitaba, belgesele konu oldu.
Antakya’nın çok dilli çok dinli yapısı dünyaya örnek gösterildi.
Sözü edilen yapıt bir doktora çalışması. Tanıtım yazısında şöyle diyor:
“Son yıllarda turizm sektörü Türkiye’de ve dünyada en hızlı gelişen sektörler arasında yer almıştır. Turizm sektörünün giderek büyüyen hacmi, sağladığı istihdam oranı ve ülke ekonomisine sağladığı katkı giderek yadsınamayan boyutlara ulaşmıştır. Özellikle inanç turizmine duyulan ilgi ve talep ülkemizde de dikkat çekmektedir. Bu bağlamda; sahip olduğu kozmopolit sosyal yapı, yüzyıllara dayanan inanç ve kültür çeşitliliği, doğal güzellikleri ve benzersiz kıyı şeridi ile Antakya, inanç turizmi merkezi olmaya aday bir şehrimizdir. Bu çalışma ile, çağımızın en derin ve kapsamlı pazarlama karması olan Bütünleşik Pazarlama İletişimi faaliyetleri ile Antakya ilini bir inanç turizmi merkezi haline getirerek şehre yabancı yatırımların ne şekilde çekilebileceği anlatılmaya çalışılmıştır.” (Arka kapak yazısı)
Konuk Yazar
‘Kelam’ Ve ‘Suskunluk’ Hakkında Değiniler*
ADİL OKAY
Genişlediği halde sözcüklerim bitiyor. Yaş alıp gördükçe, gözleyip okudukça, velhasıl heybemdeki “bilgi ve hatıra yükü” arttıkça, “yeterince bilmediğimi” ve kullandığım sözcüklerin kuraklaştığını anlayıp daha az konuşur oluyorum. Yeni bir sözüm yoksa; kendimi tekrara yol açıyorsa dediklerim veya duvara konuştuğum, suya yazdığım hissine kapılıyorsam yazmaktan – konuşmaktan imtina edip ”susmayı” tercih ettiğim oluyor.
Uzun zaman önce Alan Parker’in yaptığı ‘Birdy’ adlı bir “suskunluk filmi” izlemiştim. Filmde, Vietnam Savaşı’nda birlikte olan iki arkadaş Birdy ve Al, savaşın ardından evlerine dönmüştür. Ama Birdy, Al gibi kendini toplayamamış, içine kapanmış ve giderek suskunluğa gömülmüştür. Savaş sonrası sağ kalanlarda görülen psikolojik yıkım, travma çok işlenen bir konudur. Erich Maria Remarque’un “Dönüş Yolu” adlı romanı da aynı temayı başarıyla işleyen bir eserdi. Filmi izlerken bu romanı anımsamıştım. İlk öykü kitabım ‘Mültecinin Bunalımı’nda da aynı temada birden fazla öyküm vardı. Çok uzun zaman geçti aradan ama yine de Birdy’deki suskunluğun gücünü unutamadım. Filmin sonunda, yanlış anımsamıyorsam, Al, Birdy’ye artık konuşması gerektiğini söyler.
Israrlar sonucu konuşan Birdy’nin verdiği yanıt etkileyicidir:
“İyi ama Al, kime nasıl ve niye konuşayım… Onlar beni – bizi anlamaz ki…”
Yakın zaman önce kaybettiğimiz son Abdal’lardan Neşet Ertaş, kendisiyle görüşmeye gelen bir gazeteciye, “Bende kelime az, azdan çok anlar mısın” demiş. Azdan çok anlayabilsek keşke. Suskunluğumuzun arkasında yatan tarihi bilebilsek.
Ya da sanatçıların az sözcükle, mısraıyla, notayla, taşla, boyayla, fotoğrafla, figürle çıkardıkları “Ses”i, “Gürültü Kirliliği”nde yitirmesek.
Yıllar önce, “Hatırlıyor musun, bazen birbirimizin gözlerine bakıp susardık. Seninle konuşmak da susmak da güzeldi. Şimdi olduğu gibi.” diye yazdığımda sevgilime, bu “suskun” günleri mi sezmiştim bilemiyorum? Ama kimi zaman şiddetle ihtiyaç duyduğumuz suskunluk (ve sessizlik) hakkında o kadar çok aforizma var ki.
‘Varoluş’ hakkında yüz binlerce cümle kuran dönemin filozoflarına, “Bu kadar söze ne gerek var”, diye tepki gösteren Yunus Emre’ye, “siz olsaydınız ‘varoluşu’ nasıl anlatırdınız” diye sormuş müritleri.
O da iki tümceyle anlatmış: “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm…”
Şems-i Tebrizi, “Sığ suları en hafif rüzgârlar bile coşturabiliyor. Derin denizleri ise ancak derin sevdalar. Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor. Anladım ki susan her şey derin ve heybetli.” dedikten sonra, “Ne çok cümle kurdum meramımı anlatırken” diye üzülmüş müdür?
“Bazen susmak, söylenen bir sürü sözden çok daha fazlasını ifade eder” diyen Montesquieu, tamamen ve her konuda “susmayı” salık vermiyordu hiç kimseye. “Gibi yapmak” değil, iş işten geçtikten sonra değil, “zamanında konuşmak erdemdir” demek istiyordu kanımca. Ya da ben böyle yorumlamayı tercih ediyorum.
Yazar Ümran Düşünsel’in, “O kadar ağır ki günler, bir cümle kursam sahtekârlık yapmış sayacağım kendimi, susmam ondan.” demesinin nedeni ne olabilir? Günlerin, kangünler’e dönüşmesi midir sadece suskunluğunun nedeni veya öykülerindeki damıtmayı günlük hayatta da uygulamaya başlaması mı? Yoksa biriktirdiği hatıraların – hayatların ağırlığı mı?
Şeyh Şadi Şirazi, “İki şey insanı çileden çıkarır; söylenecek yerde ağız açmamak; susulacak yerde lakırdı etmek…” derken hangi birikimden yola çıkmış ve bu sonuca varmıştır?
“Sanat acılardan besleniyor, ölümler harf ve sözcüklere, cümlelere ekleniyor. Aşk ve yalnızlığı anlatan iç döküşler ne kadar zavallı kalıyor.” diye seslenirken yazar Göksu, IrisMurdoch, “Denize yumurtlamak için dönen canlılar gibi, her sanatçı girmek zorunda olduğu bir suskunluğun hayalini kurar” derken imkânsızı mı düşlüyordu.
Peki, edebiyat tarihinde sözcükleri damıtma aşamasından, tamamen suskunluğa geçen yazarların, örneğin: Arthur Rimbaud, J. D. Salinger, ClementCadou, Robert Walser, JuanRulfo, FelipeAlfau, BobiBazlen, FerrerLerin, Joseph Joubert, HermanMelville, Edmundo de Bettencourt, JacquesVaché’nin gizemi nedir.
Derida, “Modern zamanlarda, susmak da bir konuşma biçimidir” derken, zulüm erkine güzelleme yapmak yerine, susmak daha değerlidir diye düşünmüş müdür?
Benliği benzer sözcüklerden örülü insanların ‘diyalog’ adı altında ‘monolog’larını dinlemek ne kadar yorucu değil mi? Halil Cibran, “Gevezeliği bilgi, susmayı cehalet ve yapmacıklığı sanat zannedenlerden uzağım…” derken, “ben’ ile başlayan fotokopi sözcükleri dinlemekten, soru sormayı bilmeyen ve biteviye konuşan insanlardan yorulduğunu mu anlatmak istemiştir.
Susmayı – dinlemeyi bilmeyen insan, yalnız kalmayı da beceremez değil mi? Richard Sennett, “Bir insan yalnız olmayı beceremiyorsa, başkalarıyla bir arada olmayı da beceremez” derken; Andre Gide de, “Kendilerini tek başına kalmış bulmaktan korkan insanlar, kendilerini hiç bulamazlar” der.
Oscar Wilde’in, “Her zaman yararlıdır soru sormak ama her zaman yararlı değildir yanıt vermek.” saptaması da salt bir aforizma değildir. Önünde arkasında atılmış, yontulmuş, damıtılmış binlerce sözcük vardır.
Sahi ya artık herkes “Hayatım roman!” diyor ve anlatmaya başlıyor.
Velhasıl “Bir sor, bin ah işit” hali.
Roman olabilmek… ne kadar da göreceli değil mi?
“Kelam mı, suskunluk mu” sorusu gibi.
Bu ‘kangünler’de, ‘kan’ı ve ‘kandöken’i işaret edebilmek, betimleyebilmek, eğer bunu ara sıra da olsa yapamıyorsak -havadan sudan konuşmak yerine- “susmak”, asıl bilgelik bu değil midir?
Deniz Faruk Zeren’in, “Evreka” adlı şirinden iki mısra yanıt veriyor kendime yönelttiğim sorulara: “Uzun lafın kısasıyım komşular / Dillenirim konuşkanlar susarken.”
Ve en nihayet bir Kızılderili atasözüyle toparlamaya çalışayım diyeceklerimi:
“Dur dinle. Hep konuşursan hiçbir şey duyamazsın.” [email protected]
*Sancı Kültür Sanat Dergisi,Mart- Nisan 2016.
HAFTANIN ŞİİRİ
“DOSTLUK AĞACI”
Âba Müslim Çelik
Eski bir Antakya evinin avlusu
ilimonum, portakal, greyfurt
mandalina, ağaç kavunu
aşılamışlar turunca
Dalları çiçekli, meyva
iç içe baharın türlüsü
gün ışığından öğütlü
Şööle bir baktım da
Bir anadan altı kardeşle
dünyalar güzeli,
Al, sar beni
uyuyayım kollarında
Sabaha karşı ayaz çıkar
sıcaklamadı daha
üşürsün be usta!
Nasıl konuk edeyim seni
Gönlümü taze bir gül gibi
iliştiriyorum şuraya
en körpe yaprağına
şimdilik idare et diye
Bu ara ay fırfırlı
O da görüyor olayı
el ediyor, bak
gündüzden, uzakta
KISA SANAT HABERLERİ
‘Rıfat Ilgaz Cide’dir, Cide’yi silemezsiniz’
Cide halkı, Rıfat Ilgaz isminin Meslek Yüksekokulundan silinmesine tepki gösterdi.
Kastamonu Üniversitesi Senatosunun, Cide Rıfat Ilgaz Meslek Yüksekokulu’ndan Rıfaz Ilgaz’ın isminin silinmesine karar vermesi üzerine, Rıfat Ilgaz’ın doğduğu evin önünde bir araya gelen Cideliler karara tepki gösterdi.
Cide Kadın Emeğini Değerlendirme Eğitim Sağlık ve Sosyal Dayanışma Derneği, Cide Çevre Koruma Kültür ve Turizm Derneği, Cide Su Ürünleri Kooperatifi, CHP Cide İlçe Başkanlığı ve Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından yapılan basın açıklamasında, Kastamonu Üniversitesinin aldığı kararın iptal edilmesi istendi. Cideliler kararın iptal edilmesi için bir de imza kampanyası başlatttı.
Ortak basın açıklamasını okuyan Cide Kadın Emeğini Değerlendirme Eğitim Sağlık ve Sosyal Dayanışma Derneği Başkan Yardımcısı Ömer Yılmaz “Ülkemiz edebiyatının en önemli isimlerinden, eserleri Milli Eğitim Bakanlığınca okunması gereken ve 100 temel eser içinde yer alan, aynı zamanda Basın Şeref Kartı sahibi Rıfat Ilgaz adının, doğduğu yer olan Cide Meslek Yüksekokulundan silinmesi kararını kınıyor ve üzüntüyle paylaşıyoruz” dedi.
Sennur Sezer ödüllerinde yeni değerlendirme
Gıda-İş Sendikası’nın Şair Yazar Sennur Sezer anısına düzenlediği ‘Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri’ için yeni değerlendirme yapıldı.
Gıda-İş Sendikası tarafından Şair Yazar Sennur Sezer’in anısını yaşatmayı hedefleyerek düzenlenen “Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri”nin ikincisi geçtiğimiz gün sonuçlanmıştı. Sonuçların ardından yeniden değerlendirme yapıldı. Yarışmada birinci olan Recep Karaman’ın “Telaffuzun İntiharı” isimli şiirinin daha önce yayımlandığının fark edilmesi üzerine, jüri yeniden bir değerlendirme yaparak, Recep Karaman’ın şiirini, yarışmanın kurallarına uymadığı için, oy birliği ile değerlendirmeden çıkardı.
Yeni değerlendirmeye göre şiir dalında ödül kazananlar şöyle;
Yarışmanın şiir dalında birinciliğe Gökhan Taner Günsan “Bu Şiir” isimli şiiriyle, ikinciliğe İ. Deniz Aslan “Bir Buluttu Kızımın Saçları” isimli şiiriyle, üçüncülüğe ise Narin Yükler “Mevsimlik Göç” şiiriyle layık görüldü.
Mansiyon ödüllerine sırasıyla İsmail Biçer’in “Yitik Dirim”, Oya Özgün Özder’in “Kovuk”, Felek Yılmaz’ın “Üçgeninde Kadın”, İ. Ulaş Aslanboğan’ın “Adını Koymadığım Şeyler Var”, Nilgün Emren’in “Yedinci Mühür”, Serdar Çelik’in “Karanlığın ve Aydınlığın” şiirleri layık görüldü. Ödüller, Sennur Sezer’in doğum günü olan 12 Haziran 2017 Pazartesi günü, Cezayir Restoran’da verilecek.
Türk edebiyatının “Artist” şairi: Cahit Zarifoğlu
Şair ve yazar Cahit Zarifoğlu, vefatının 30. yılı nedeniyle ailesi ve Çocuk Vakfınca düzenlenen törenle, 8 Haziran 2017 Perşembe günü Küplüce’deki kabri başında anıldı.
Tam adı Abdurrahman Cahit Zarifoğlu babasının görevi nedeniyle Şanlıurfa Siverek’te başladığı ilköğrenimini, memleketi Kahramanmaraş’ta tamamladı.
Lise öğrenimine Ankara’da devam eden Zarifoğlu, son sınıfta edebiyat ve matematikten bütünlemeye kaldığı için 1955’te başladığı lise öğrenimini ancak 1961 yılında bitirebildi.
Zarifoğlu, liseyi uzattığı yıllarda kısa süre vekil öğretmenlik yapmasının ardından, tekrar Kahramanmaraş’a döndü ve bir gazetede çalışmaya başladı.
DEFNE BELEDİYESİ’NİN KATKILARIYLA RESİM SESİM SERGİSİ
Sayın Ayhan Yoğurtçu’nun fikri ve onun eşgüdümünde, ilk kez uygulanan bir çalışma ile karşı “göz” adı verilen sergi, Defne Belediyesi Defne Gençlik Merkezi’nde açıldı. Bir fotoğrafçının çektiği fotoları yakma, yağlı boya ve karakalem tekniği ile sanatçıların kendi gözüyle aktarmasından oluşan sergi, Ayhan Yoğurtçu, Zeynep Naim Gülbol, Yusuf Altunay, Türkan Tümer ve Salah Wisho’nun emekleriyle yaşam buldu.
ANTAKYALILAR NE OKUYOR?
1.Huzursuzluk/ Zülfü Livaneli/ Doğan Kitap
2.1984/ George Orwell/ can yayınları
3.Mutluluk Konservesi/ Orhan Tüleylioğlu/ Dafne Kitap
4.Kuşlar Yasına Gider/ Hasan Ali Toptaş/ Everest
5.Kuyucaklı Yusuf/ Sabahattin Ali/ Yapı Kredi yayınları
OKUMA ÖNERİLERİ
1.Çağlar İçinde Antakya/ Ataman Demir/ Dafne Kitap
2.Asi Gülüşlüm- Ah Güzel Antakya/ Hakan Mertcan/ İletişim Yayınları
BİR PORTRE:
Sezer Ateş Ayvaz
Sezer Ateş Ayvaz, 1956 yılında Antakya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Siyaset Bilimi bölümünde “Kadınlara Yönelik Periyodikler (1928-1938)” konulu tezle yüksek lisans, “Türk Romanında Değişen Bir Paradigma: Politik Roman” konulu tezle doktora yaptı. Çeşitli kurumlarda sosyoloji-felsefe dersleri verdi. Kültür, edebiyat konularında, gazete ve dergilerde deneme ve incelemeler yazdı. Edebiyata lise-üniversite yıllarında şiirle başladı. Türkiye Yazıları, Sesimiz dergilerinde şiirleri yayınlandı. İlk öykü dosyası Bütün Oteller İstanbul Palas ile 1987 Akademi Kitabevi öykü başarı ödülünü kazandı. 1988 yılında Aynalarda Yaz (Afa Yayınları), 2000’de Yeryüzü Taksim adlı öykü kitaplarını yayınladı. Tamiris’in Gece Suçları (2005) adlı öykü kitabı ile 2006 Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne layık görüldü.
Öykülerinde insan ilişkileri üzerinden, geç kalınmışlıkları, bir arada olmak isteyip de ilişkilerin doğasından kaynaklı karşıtlıklar sebebiyle bir araya gelemeyenleri, aynı buluşma noktasında bulunup ruhsal olarak kavuşamayanları da dile getiriyor yazar. Misal Çıngıraklı Kapı adlı öyküde; kadın-erkek ilişkilerindeki hayal kırıklıklarını, maskelemeden tüm çıplaklığı ile söylenmesi gerekip de, ilişkinin yükleriyle soyunulamayan ve bir türlü iletişim kurulamayan anları öyküsüne taşımış Sezer Ateş Ayvaz.
.