Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Nüfusun Yüzde 70’i Deprem Tehlikesi Altında

Milletvekili Kaşıkçı, Deprem meselesine,

Milletvekili Kaşıkçı, Deprem meselesine, terörle mücadelede olduğu gibi topyekûn bir seferberlik ruhuyla mücadele edilmesinin önemine vurgu yaptı

MHP Hatay Milletvekili Lütfi Kaşıkçı, Parlamentonun önceki günkü oturumunda, kürsüden yaptığı konuşmada, ülkemiz nüfusunun yüzde 70’inin deprem tehlikesi atında olduğunu söyledi, deprem meselesine de, tıpkı terörle mücadelede olduğu gibi topyekûn bir seferberlik ruhuyla, deprem ve diğer afetlerle mücadele etmemiz gerektiğini ifade etti.
Ülkemizin yüzde 66’sının deprem riski altındaki alanlarda yer aldığını ve son bir asırda 90 bin vatandaşımızın depremlerde hayatını kaybettiğini söyleyen Milletvekili Kaşıkçı, “bugün itibarıyla baktığımızda nüfusumuzun yaklaşık yüzde 70’inin ve büyük sanayi tesislerinde yaklaşık yüzde 75’inin deprem tehlikesi altında olduğunu söylemek mümkündür. Ülkemizde son bir asırda meydana gelen ve yıkıcı etkisi bakımından öne çıkan 2 büyük deprem vardır. Bunlardan birincisi 1939 yılında Erzincan’da meydana gelen ve 30 bin insanımızın ölümüne sebep olan Erzincan depremidir. İkinci büyük deprem ise 1999 yılında merkez üssü Gölcük olan Marmara depremidir, bu deprem nedeniyle de 18.373 kişi ölmüş, 48.901 kişi yaralanmıştır.
son bir asırda yaklaşık 90 bin insanımızı kaybetmişiz. Bugün Sayın Genel Başkanımız grup konuşmasında 1984 ile 2020 yılları arasında Türkiye’nin millî güvenliğini test etmek için terörle mücadele neticesinde 8.123 güvenlik görevlimizin şehit olduğunu, 25 bin insanımızınsa yaralandığını, yine 6.021 sivil insanımızın da bu mücadele sonunda şehit olduğu rakamlarını milletimizle paylaştı. Bu rakamlara şöyle bir baktığımız zaman gerçekten depremler insanımızın canını kaybetmesi açısından son derece önemli. Bunları niye söylüyorum? Deprem meselesine de tıpkı terörle mücadelede olduğu gibi topyekûn bir seferberlik ruhuyla deprem ve diğer afetlerle mücadele etmemiz gerektiğini düşünüyoruz” dedi.
Bir saat dahi çok geç …
Çevre ve Şehircilik Bakanınin kendileriyle paylaşmış olduğu veriler olduğunu söyleyen Milletvekili Kaşıkçı, konuşmasında şunlara yer verdi: “O verileri de sizlerle paylaşarak ülkemizin deprem açısından ne kadar riskli bir coğrafya olduğunu burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakınız, Türkiye genelinde 17 milyon bina var, bu 17 milyon binanın 28 milyon 600 bin bağımsız bölüm yani konut ve işyeri dediğimiz rakam Türkiye geneli 28 milyon 600 bin. Bu 28 milyon 600 bin bağımsız bölüm içerisinde riskli olarak gördüğümüz bağımsız bölüm sayısı 6,7 milyon ve yine bu 28 milyon 600 bin bağımsız bölüm içerisinde bir saat sonrası dahi geçtir; anında, hemen kentsel dönüşümle dönüştürülmesi gereken rakam 1,5 milyon. Bakın, Türkiye’de rakamlar bu şekildeyken İstanbul’a bir de bakalım: İstanbul’da 1,2 milyon bina var, bu 1,2 milyon bina 6,1 milyon konut ve 1,1 milyon iş yerine tekabül ediyor.
İstanbul’da ise -yine, bir saat sonrası belki de çok geç olacak- 300 bin bağımsız bölümün acil bir şekilde yıkılması lazım. 2019’da hatırlarsınız, Kartal’da çöken Yeşilyurt Apartmanı vardı, ortada hiçbir afet yoktu, artık bina kendi yükünü kaldıramaz oldu ve anında çöktü. Bunun neticesinde, 21 vatandaşımız o Yeşilyurt Apartmanının enkazında öldü ve 14 vatandaşımız da yine yaralandı. İşte, bu ‘300 bin acil yıkılmalı’ rakamını İstanbul’da Yeşilyurt Apartmanı tarzında değerlendirmek lazım.
2002 öncesi binalar riskli …
Türkiye deprem konusunda derin bir hafızaya özellikle 99 depremi sonrasında erişti. 99 depremi –bunu biz söylemiyoruz, bunu dünyadaki deprem otoriteleri söylüyor- asrın felaketi olarak nitelendirildi. O dönem Milliyetçi Hareket Partisinin de içinde olduğu Hükûmet yaraların sarılması için büyük bir mücadele verdi ve o mücadeleden sonra özellikle Türkiye’de depremle ilgili hem farkındalık oluşturulup hem de gerekli mevzuat çalışmalarının yapımına çok hızlı bir şekilde başlandı. Bugün Türkiye’de kamu kurum ve kuruluşlarının depremle ilgili hafızası 99’dan sonra oluştu diyebiliriz. Bugün bakın, yine, 1999’dan sonra özellikle atılan çok önemli bir adım vardı, bu adım Yapı Denetim Sistemi’nin getirilmesi. Bugün gözle dahi muayene yaptığımız zaman, binalara gidip şöyle baktığımız zaman, ‘Hangi bina deprem açısından risklidir?’ dediğimiz zaman 2002 öncesi binaları hemen kenara alıyoruz. Niye? Bunlar riskli diyoruz. Peki, buna sebep olan faktör nedir? 2002 yılından sonra devreye koyulan Yapı Denetim Sistemi’nin varlığı.
İbadethanelerin de yapı denetimleri yapılmalı …
Afet riskinin azaltılması çalışmalarında önemli bir başlığında yapıların denetim süreciyle ilgili olduğu bilinmektedir. Bu kapsamda alınması gereken önlemleri şunlar olduğunu düşünmekteyiz: Yapı denetim firmalarında faaliyet gösteren denetçilerin yerinde denetim yapıp yapmadığının tam olarak belirlenmesi için parmak iziyle çalışan konum bilgilerinin de rahatça belirlenebileceği mobil uygulamalar geliştirilmelidir. Yapı denetimde uygulanan elektronik dağılım konusunda bölgesel dağıtım kriterleri de dikkate alınmalıdır. Kamu tarafından hizmet bedelleri yapı denetim firmalarına ödenmek koşuluyla ibadethanelerin de yapı denetimleri yapılmalıdır. İnşaat mahalline gelen betonun takip edilmesi için uygulanan çipli beton uygulaması, çelik donatı için de ayrıca uygulanmalıdır. Proje müellifleri, şantiye şefi, yapı denetim kuruluşu sorunları, denetçi ve yardımcı kontrol elemanı, mimar ve mühendislerin mesleklerini ifa ederken yapmış oldukları hata, eksikler ve kaza sonucunda tazminat ödemek durumunda kalmaları hâlinde söz konusu bedellerin -işte, burası çok önemli- mesleki sorumluluk sigortası kapsamında karşılanabilmesine yönelik düzenlemeler yapılmalıdır. Yine, yapı denetim firmalarında uygulanan elektronik dağıtım sistemi laboratuvar kuruluşlar için de uygulanmalıdır. Bina projeleri hazırlamada kullanılan statik ve betonarme hesabı yapabilen programların analist çıktılarında birlik sağlanması amacıyla yapay zekâ gibi yeni teknolojik yaklaşımlardan yararlanılmalıdır.
Farkındalık artırılmalı …
Afet risklerini azaltma ve oluşabilecek zararları en aza indirme konusunda hiç şüphesiz önemli bir başlık da toplumsal farkındalığın artırılması çalışmalarıdır. Toplumu afetlere karşı daha dirençli hâle getirmek adına tam anlamıyla bir seferberlik ruhuyla çalışmalar yürütülmelidir. Paydaşlarla yapılacak iş birlikleri neticesinde kamu spotları, kısa filmler, televizyon programları, belgeseller, diziler, çocuk ve gençlere yönelik bilgisayar oyunları, çizgi filmler, söyleşi ve panellerin daha etkin kullanımı sağlanmalıdır. Yine, yerel belediyelerin öncülüğünde, mahalle düzeyinde deprem farkındalık grupları oluşturulmalıdır. Deprem zararlarının azaltılması ve depreme hazırlıklı olma konusunda kader inancının yanlış değerlendirilmesinden kaynaklanan tedbirsizliklerin önüne geçilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığının devreye girerek hutbe ve vaazlarda bu konunun doğru şeklinin vatandaşlarımıza anlatılması gerekmektedir. İlköğretim boyunca eğitim öğretim süreci depremle ilgili ulusal stratejiye yönelik içeriklerle zenginleştirilmelidir.
Deprem sonrası ilkyardımlar İHA’larla yapılmalı …
Son olarak ‘afet sonrası yürütülecek çalışmalar’ başlığı altında sizlerle bazı önerilerimizi de paylaşmak istiyorum. Deprem sonrası özellikle ilk altı saatin çok önemli olduğu geçmiş tecrübelerle sabittir. İşte tam bu noktada özellikle depremlere acil müdahale ekiplerinin hızlı bir şekilde ulaşması için vatandaşların trafiğe çıkmaması ve ana arterlerin kullanılmaması gibi hususlarda toplumsal farkındalığın oluşturulması gerekmektedir. Deprem sonrası ulaşımda yaşanabilecek aksamalar olacağı düşünülerek deprem alanına ilk yardım malzemelerinin ulaşımı, acil müdahale ekipmanlarının sevk edilmesi gibi operasyonlarda insansız hava aracı ve ‘drone’ların kullanılması yaygınlaştırılmalıdır. Tüm afetlerde olağanüstü bir performans ve insanüstü bir gayretle vatandaşlarımızın hizmetine koşan itfaiye personelinin statüsünün tam olarak belirlenmesi adına itfaiyeciliğin bir meslek sınıfı olarak tanımlanması gerekmektedir. Deprem sonrası artan talebe bağlı olarak mobil şebekelerde yoğunluk yaşanacağından operatörlerin şebekede anlık olarak tutulan müşteri sayısı kapasitesini mümkün olduğunca artırması yine önerilerimiz arasındadır.
Tüm bu önerilerin ülkemizde yaşanma ihtimali yüksek olan afetlerin risklerini azaltma çalışmalarına katkı sunmasını diliyorum.”
Mehmet ÖZGÜN