Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Hatay’ın da dahil olduğu
“Seyreltme” Projesi ve…

İnsan Hakları Tartışması! İçişleri

İnsan Hakları Tartışması!

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, medyanın Ankara temsilcileri ile buluşmasında, Suriyelilerin, Türkiye’de nüfusun demografik yapısını bozmaması için “seyreltme” uygulandığını açıklaması ile başlayan son tartışmaya katılan İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı Metin Çorabatır, uygulamanın, pratik açıdan mültecileri zorlayacağını söyledi.

Sık sık Hatay’da da yerel idareciler noktasında dile gelen bir ‘endişe’ (!), İçişleri Bakanlığının son uygulamasıyla cevap bulsa da, yeni bir tartışmanın da fitilini ateşledi. Tartışma yaratan uygulamaya göre, Hatay’ın da aralarında olduğu 16 kent “Ankara, Antalya, Aydın, Bursa, Çanakkale, Düzce, Edirne, Hatay, İstanbul, İzmir, Kırklareli, Kocaeli, Muğla, Sakarya, Tekirdağ ve Yalova), yabancılar için kayda kapatılıyor. Kayıt kapama dışında atılan ikinci adımdaysa, yoğunluğun bulunduğu yerleşim yerlerindeki Suriyeliler, gönüllülük esasıyla farklı ilçe ve illere yerleştiriliyor.

-BÖYLE GİDERSE!-

Bilindiği gibi, Suriyelilerin, bulunduğu illerde, mevcut nüfusa baskın geldiği ve bu durumun gelecekte demografik sorunlara neden olabileceğine dair eleştiriler, Hatay’da en çok Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş tarafından dile getirilirken, buna dair ‘endişe’ ise “Böyle giderse, şu anda belli ilçelerimizde belediye başkanlığına aday olsalar, rahatça kazanırlar” ifadeleriyle paylaşılıyor.

-HUKUKA AYKIRI!-

İçişleri Bakanlığı’nın, uygulamaya konulacağı ifade edilen “seyreltme” uygulaması, gözleri bir kez daha sığınmacı sorununa çevirirken, konunun uzmanları, projenin, uluslararası mülteci hukukuna aykırı olduğuna dikkat çekti.

DW Türkçe’ye konuşan, İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı Metin Çorabatır, uygulamanın, uluslararası mülteci hukuku açısından sakıncalı olduğunu dile getirdi. Cenevre Sözleşmesi’ne dikkat çeken Çorabatır, sözleşmeyle, mültecilerin seyahat özgürlüğünün tanımlandığını ifade etti. Çorabatır, “Türkiye, bu sözleşmeye, coğrafi kısıtlama şerhiyle taraf. Dolayısıyla Göç İdaresi, ‘bu konuda yükümlülüklerimiz bulunmuyor’ diyor. Ancak, bu insanlar mülteci. Seyahat özgürlüğü de, bu insanlara yeni bir iş bulmak için verilen imkan” değerlendirmesinde bulundu.

Mültecilere bu hakkın, yeni bir hayata ulaşabilecekleri ortam bulmak için verildiğini ifade eden Çorabatır, “Türkiye, bu hakları uygulamada bugüne kadar hoş görüyordu” diye konuştu.

-ŞARTLI MÜLTECİ!-

1951 yılında imzalanan sözleşmeye coğrafi kısıt koyan Türkiye, böylece, Avrupa Konseyi üye ülkeleri dışından gelen sığınmacıları mülteci statüsünde tanımayacağını ilan etmiş oldu. Bu şerhle Türkiye, Avrupa Konseyi üye ülkeleri dışından gelen ve mülteci statüsü taşıyan kişileri “şartlı mülteci” olarak tanımlıyor ve üçüncü bir ülkeye yerleştirilene kadar geçici koruma sağlıyor.

-OLAYLAR SONRASI!-

Hükümetin, muhalefet partilerinin yoğun bir geri gönderme kampanyası ve Ankara Altındağ’daki olaylarla birlikte bu tür tedbirlere başvurduğunu kaydeden Çorabatır, şöyle devam etti:

“Mülteci hukukunun üç çözümü vardır. Gönüllü geri dönüş, geldiği ülkede entegrasyon ve üçüncü ülkeye yerleştirme.

Geri dönüş, şu anda mümkün değil. Üçüncü ülkeye yerleştirmede kotalar biraz arttı, ama 4 milyon insanı yerleştiremiyorsunuz, 10 yıldır! Burada, bu insanların insan onuruna yaraşır, belli statüye bağlı olarak yaşamaları gerekiyor.”

Çorabatır, Türkiye’de şu anda hiçbir partinin çözüme yönelik bir programı olmadığını ifade ederek, “Bütün siyasi partilerin, seçime giderken, programlarında ‘entegrasyonu kalıcı çözüm’ olarak nasıl gördüklerini net olarak anlatmaları gerekiyor” dedi.

-MECBURİYETTEN!-

Uygulamanın, pratik açıdan da mültecileri zorlayacağını belirten Çorabatır, “Bu insanlar, kayıt oldukları şehirlerden, yoğun nüfus oluşturdukları şehirlere kendi istekleriyle değil, mecburiyetten geliyor. Bu açıdan, büyük bir mağduriyet yaşanıyor” dedi.

Çorabatır, Avrupa Birliği’ni (AB) de Türkiye’ye karşı sessiz kalmakla eleştirerek, şunları söyledi:

“Maalesef AB’nin kendisi de zaten mülteci haklarını kısıtlayıcı bir sürü tedbirler alıyor. Daha dün UNHCR, Yunanistan’ı ve diğer AB ülkelerini çok ciddi şekilde eleştiren, kötü muamele yaptıklarına dair bir bildiri yayınladı. AB’nin de bütün gayreti, Türkiye’deki mültecileri Türkiye’de tutma hevesi.”

-HAK İHLALİ!-

Mülteci Hukuku alanında çalışan Avukat Onur Gelbal da, Türkiye’nin, Cenevre Sözleşmesi’ne, ilk halinden bu yana coğrafi çekince koyduğunu belirterek, şu bilgileri verdi:

“Aslında bu şekilde çekince konulmuş olması, ilk baştan yanlıştı ve bu yanlışlık da devam ediyor. Türkiye, bu çekinceyi uygulayan dünyada üç, dört ülkeden biri. Hakkı ihlal edilmiş insanları, geldiği coğrafyaya göre ayırmak, uluslararası hukuka aykırı.”

-SEÇİM HAZIRLIĞI!-

Göç Araştırmaları Derneği Kurucu Başkanı, Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Didem Danış ise uygulamayı “ikamet hakkı sınırlaması” olarak değerlendirdi. Danış, “Bence daha önemli bir soru, bu karar, neden şimdi ve neden bu şekilde alındı? Bu seyreltme karar,ı siyasi bir arayış, hatta bir seçim hazırlığı olarak da görülebilir” dedi.

Alınan kararlarda ilgili olarak, tarafların görüşünün alınmamasını eleştiren Danış, “Bu tarz sert kararlardan önce, bir hukuki gerekçelendirme ve istişare mekanizması lazım. Mültecileri temsil eden çok sayıda dernek var, alanda ciddi bir birikime sahip STK’lar, akademisyenler var. Bakanlık, tüm bu aktörleri hiçe sayıp tepeden inme kararlarla mülteci politikasını yönetmeye çalışıyor” dedi.

Konunun sosyolojik boyutuna da dikkat çeken Danış, şöyle konuştu:

“Mülteciler, neden belli yerlerde toplaşıyorlar? Bunun iki temel sebebi var. Ekonomi ve güvenlik. İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük kentlerde, mültecilerin çok sık ev değiştirdiğini görürsünüz. Son yıllarda mültecilere yönelik şiddet olaylarının arttığını, pek çok acı olayda gözlemledik. Mülteci nüfusu seyreltmek, onları olası saldırılara açık hale getirmek demek olur. Onları zorla bir yerden alıp, daha az mültecinin yaşadığı yerlere taşımak, kendi çabalarıyla kurdukları güvenlik çemberini dağıtmak demek oluyor.”

-UYUM BOZUCU!-

Dünya Evimiz Uluslararası Dayanışma Derneği Genel Koordinatörü Burçak Sel Tüfekçi de Altındağ olaylarını hatırlatarak, sonrasında yerlerinden edilen mültecilerin, gittikleri yerlerde kamu idarelerinin hizmetlerine erişemediğini söyledi.

Tüfekçi, “Bunun, hukuki bir dayanağı var mı? Yerinden edilecek olan ailenin nereye yerleştirileceği ile ilgili kesin bir bilgi var mı? Örneğin, bunun yazılı bir belgesi var mı?” sorularını yöneltti.  Süreçle ilgili başka bir örnek veren Tüfekçi, şöyle devam etti:

“Altındağ olaylarından sonra, uzak ilçelere, örneğin Yenimahalle, Keçiören ilçelerine yerleştirilen ailelerin çoğunun çocuğunun okula kayıt yaptıramadığını biliyoruz biz mesela. Buradan baktığımızda da, yapmaya çalıştığımız şeyin kendisi bir yandan sosyal uyuma katkıyken, sosyal uyuma bozucu bir etkisinin ortaya çıktığını da görüyoruz aslında.”

Tamer Yazar