Mülteci karşıtlığı, çocuklarda travma yaratıyor!
Mülteci karşıtı söylem nedeniyle okullarda akran zorbalıkları da yaşanıyor. DW Türkçe’ye konuşan Hatay-Antakya’da görevli Psikolojik Danışman Buse Karakadılar, tanık olduğu bir olayı anlatıyor: “Türk öğrenciler, rehberlik odasını dahi sahipleniyor. ‘Burası Türklerin, biz buradayız, girme’ diyenler olabiliyor. Bunu duyan mülteci öğrenciler arasında, kendisini iletişime kapatan, sanki gözünün ışığı sönen çocuklar gördüm.”
Çoğunluğu Suriyeli olan mülteci çocukların sosyal uyumlarını artırmayı hedefleyen “YanYana Projesi”, Türkiye’nin mülteci nüfus oranı en yüksek 10 ilinde, yani Hatay, Kilis, İstanbul, Mersin, İzmir, Bursa, Adana, Antep, Urfa ve Konya’da uygulandı. Birey ve Toplum Ruh Sağlığında İZ Derneği (Bir İZ), Avrupa Birliği Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Aracı desteği ve Milli Eğitim Bakanlığı ile yürütülen, ayrımcılığı azaltma ve kaynaştırma odaklı interaktif etkinliklerden oluşan proje, 40 binden fazla ilkokul ve ortaokul öğrencisine ulaştı.
Ancak projenin İstanbul’da düzenlenen basın toplantısına katılan psikolojik danışman ve öğretmenlerin de dediği gibi, başarıya ulaşmak kolay olmadı. Bunun nedenlerinden biri, Urfa’da görevli Psikolojik Danışman Mehmet Ağaç’ın Albert Einstein’ın hatırlattığı sözünden kaynaklanıyor: “Önyargıları kırmak, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zor.”
-BEN DEĞİL BİZ!-
YanYana Projesi’ne katılan öğretmenler, öğrencilerle yaptıkları çalışmalarda, yemek ya da müzik gibi kültürlerarası benzerliklere odaklandıklarını, bu çalışmalar sırasında kendi önyargılarının da kırıldığını dile getiriyor.
DW Türkçe’ye konuşan, Urfa Akçakale’de bir köy okulunda çalışan Psikolojik Danışman Ayda Yılmaz, öncelikle önyargıların beslendiği kanalları yıkmak gerektiğini belirtiyor.
“Ayrımcılık çok var. Arap öğrenciler dışlanıyor. Oyuna alınmıyorlar. Tek başlarına oturuyorlar, kendi içlerine dönüyorlar. ‘O Arap, bizden değil’ gibi söylemler olabiliyor. Bu söylemin beslendiği çok alan var. Aile besleyebiliyor ya da televizyonda duyabiliyor. Dili düzeltmek, ‘Ben’ değil, ‘Biz’ diyebilmek önemli.”
İzmir’de çalışan Psikolojik Danışman Tülay Kaya ise bir Suriyeli öğrencisinin, sınıfta “istenmeyen kişi” ilan edildiğini aktarıyor. Çocuğun devamsızlığı üzerine durumun ayırdına vardığını söyleyen Danışman, “Onun gelmediği günlerde, sınıfın adeta bayram ettiğini, Suriye’de okurken ise okul birincisi olduğunu öğrendim. Dil sorunu nedeniyle kendini burada gösteremiyordu” diyor.
-HATAY’DA DA!-
Burcu Karakaş imzalı haberde, mülteci karşıtı söylem nedeniyle okullarda akran zorbalıkları da yaşandığına işaret eden, Hatay-Antakya’da görevli Psikolojik Danışman Buse Karakadılar, tanık olduğu bir olayı şöyle anlatıyor:
“Türk öğrenciler, rehberlik odasını dahi sahipleniyor. ‘Burası Türklerin, biz buradayız, girme’ diyenler olabiliyor. Bunu duyan mülteci öğrenciler arasında, kendisini iletişime kapatan, sanki gözünün ışığı sönen çocuklar gördüm.”
-İSTENMİYORLAR!-
Karakadılar’ın 13 yaşında Suriyeli bir kız öğrencisi olmuş. Psikolojik danışman, 10 yıl önce Türkiye’ye sığınan ailenin kızıyla yaptığı görüşmeyi unutamıyor.
“Hayatımda, siyah dışında hiçbir renk yok, demişti. Proje kapsamında yaptığımız görüşmeler sonunda, renkli kıyafetler giymeye başladı. Tuval almıştım kendisine, resimde iyiydi. Resim yapmaya başladı. Resimleriyle yarışmalara katıldı.”
Buse Karakadılar’a göre, Hatay ili, Suriye ile komşuluğu nedeniyle ayrımcılık konusunda Türkiye’deki birçok kentten daha avantajlı durumda. Ancak Çocukların, sınıflara, evde duyduklarını taşıdığını o da söylüyor. “Çocuklarımın, onlarla okumasını istemiyorum, diyen çok veli var. Mesela bu sene sınıfımda, geçen senelere göre daha az Türk öğrenci var.”
-2 VELİ 2 SÖYLEM!-
Antakya Gazetesi’ne konuşan, biri Suriyeli diğeri Türk iki veli ise yaşananları kendi açısından şöyle değerlendirdi:
U.J.H. >> Suriye’den geldiğimizde çocuklar küçüktü. Bazen, ‘keşke hep küçük olarak kalsalardı’ diyorum! En azından bizim bile anlamadığımız onca şeyin içine onları da atmamış olurduk ama… Büyüyorlar! Okula gittiklerinde, sevilmediklerini görüyorlar, anlıyorlar, hatta gelip de ‘niye böyle’ diye ağlayarak anlatıyorlar. Bir çocuğa ‘sevilmediklerini’ anlatabilir misiniz? Anlatamazsınız. Anne babaları bizleri sevmiyor, çocukları da çocuklarımızı! Aslında hiçbir şeyden haberleri yok, ama doluyor onlar da! Evlerinde dinledikleri ile doluyorlar! Yoksa bir çocuk nefret edebilir mi? Nefreti bilebilir mi? Açıkçası, kentin belediye başkanının söyledikleri de bize bakışı burada çok değiştiriyor. Dürüstçe, eskisinden daha fazla korkuyorum artık. Ama gidecek bir yerimiz yok! Allah yardımcımız olsun!”
F.Ö. >> Suriyeli çocukların bizimkilerle eğitimine şu noktada karşıyım… Türkçe bilmiyorlar ya da çok az biliyorlar, bu yüzden de sınıftaki öğrenme hızını geriye düşürüyorlar. Entegrasyon amaçlı yapılan bir uygulamanın yanlış hali yüzünden, aslında ister istemez bir çatışma yaşanıyor. Her şeyini Avrupa’dan kopyalayarak yapan bizimkiler, bu konuda da onlar nasıl yapmışlar, eğitimde nasıl bir yol izlemişler, bir baksalarmış! Ardından burada herkesi karşı karşıya getirselermiş!
Ama her şeyden öte, kendi kentimde, Antakya gibi çok dinli, çok kültürlü, çok dilli bir kentte, ‘ötekiler’ diyerek bir söylem yaratılmasına da karşıyım. Bugün Ankara’ya kızıyoruz, ‘bizleri politik olarak cepheleştiriyor’ diye! Peki, bizleri ‘etnik’ temelde cepheleştiren kendi idarecilerimiz farklı bir şey mi yapıyor?
-Tamer Yazar-