Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Antakya’da Kültür Sanat

Hazırlayan: Mehmet Karasu Haftanın

Hazırlayan: Mehmet Karasu

Haftanın Kitabı

Keşf-i Antakya/Mehmet Ateş / Karahan Kitabevi

Kendinizi gitmek ve gitmemek arasında tereddüt ederken bulursanız gitmeyi seçin… İnsanlar bütün alışkanlıklarını, rahat ve güvenli hayatlarını bir kenara koyup bir süreliğine neden farklı yerlere giderler? Uzak ya da yakın… Yani neden seyahat ederler? Binlerce yıldır yapılageldiği gibi bu sorunun cevabını vermekle başlamalı seyahat. Seyyahlar, yeni ve farklı bir yer görmek, hayalde kurulan yaşamı kısa bir süreliğine de olsa gerçeğe dönüştürmek, günlük hayatın sıradanlığından, tekrarından kaçmak, düşünmek, değişmek, farklı sesler duymak; kendilerine benzemeyen insanlar, yemekler, şarkılar, inançlar, eğlenceler, evler, ağaçlar, yollar, başka canlılar ve sular tanımak için sürekli yaşadıkları mekânları bırakıp az şey bildikleri yerlere doğru yola çıkarlar. Yani kısa süreliğine yer değiştirirler ve böylece hayatları değişir… Aslında göç etmenin ilk adımıdır seyahat…

 Seyahat dinamik bir itirazdır aynı zamanda. İçinde yaşanılan ülkeye ve şehre bir itiraz… Bazı seyyahlar kendi kentleri ve toplumları için hayal ettikleri şeylerin kısa sürede gerçeğe dönüşmediğini gördüklerinden dolayı da yola çıkarlar. Ne de olsa değişimler hızlı ve istenilen yönde gerçekleşmez çoğu zaman. Bu insanlar içlerinde arzu ettikleri şehrin ve yaşamın gerçeğe dönmüş olduğu şehirlere gitme arzusunu güçlü bir şekilde hissederler. Ve seyahat bu kentlere doğru gerçekleşir çoğu zaman. İçerisinde kişiye eşlik eden heyecanın ve sevimli bir tedirginliğin olduğu bir yolculuktur bu. Gidilen yerde insan elbette şaşıracak şeylerle karşılaşır, sürekli kendi şehri ile karşılaştırmalar yapar ve yeni fikirler kafasına dank eder. Beynin en özgür ve en açık olduğu anlardır… Kişi kararlar alır, aldığı kararlardan vazgeçer, iç dünyasında kendisi ve birileri ile hesaplaşıp durur. Bazen de içinde büyüttüğü sorunların bir anda eriyip yok olduklarını ve hatta gülünç bir hal aldıklarını fark eder. Yüzlerce yıl önce Leonardo Da Vinci seyahatin farklı yönleri konusunda bakın ne demiş:

 “Bulduğun her fırsatta uzaklara git, biraz dinlen, çünkü işine geri geldiğinde kararların daha kesin olacak. Biraz uzaklaş çünkü o zaman iş gözünde büyümez ve daha çok şeyi halledebilirsin. Uyum ve orantıdaki eksikliği daha rahat fark edebilirsin.”

 İnsan aynı zamanda sınırları çok geniş olan yeryüzünde küçük bir yere kısılıp kalmanın verdiği azabı dindirmek için de seyahat eder. Genlerinde halen izleri duran göçebe ruhunu bir tutam seyahatle sakinleştirir. Seyahat kimi zaman da ön yargılarla hesaplaşmak için fırsatlar verir insana. Aldous Huxley bunu çok güzel deneyimlemiş. Şöyle diyor; “Seyahat etmek, diğer ülkelere dair bildiğimiz çoğu şeyin yanlış olduğunu keşfetmektir”. Çok haklı değil mi? Seyahat sayesinde ülkeler, halklar, insanlar, yemekler, müzikler ve coğrafyalar ile alakalı nice önyargı yok olmamış mıdır? Neticede seyahat seyyahı değiştirir ve taptaze olumlu hisler uyandırır. Ve evine döndüğünde anlattığı seyahat hikayeleri etrafındakileri de büyütür, değiştirir ve kimi zaman eğlendirir.  Kişi yaşamında heyecan verici şeyler yapmak için kendinde daha fazla güç ve yaşam aşkı bulur.

İnsan gittiği yerde yukarıda sayılan şeylerin bir kısmını bile yaşayabiliyorsa seyahat için doğru yeri seçmiş demektir. Antakya, onu ziyarete gelen misafirlerine bunların birçoğunu yaşatmayı vaat eden bir kenttir. Ve en önemlisi Antakya melez bir kenttir. Melezliği içinde taşıdığı birçok rengin, rayihanın ve tadın karışımından meydana gelmiştir. Bu melezlik kitabın her sayfasına sinmiş, gözleriniz ve ruhunuzun onu keşfetmesini beklemektedir. Gidin! Gitmek özgürlüktür…(Tanıtım Yazısı)

Konuk Yazar

Şiir, Eskimeyen Biz/ Bâki Ayhan T.

Zamanda yolculuk yapmak mümkün olsaydı, insanoğlunun dile geliş anına tanıklık etmeyi çok isterdim. Ağaçlar, taşlar, kuşlar ve yağmurlarla beraber çığlığın sese, sesin anlama dönüşmesiydi o an. İnsanın yeryüzüne en güzel armağanı budur herhalde. Şiir gibi bir şeydi hatta şiirdi ilk çıkan ses, fısıltı, çığlık, ilk sözcük… Duygunun sese dönüşmesi, hayretle hayranlığın, aşkla sevincin, görmeyle dokunmanın birbirine karışması… Gerçek anlamda bir mucize…

Beden dili sınırlıdır, sözün ise sınırı yoktur; gerçek anlamdan mecaza giden yol o kadar derin ve renklidir ki sözcüklerin bile bu derinlik ve renkten başı döner.

Zamanlar zamanları, uygarlıklar uygarlıkları, düzyazı şiiri kovaladı ve bugünlere geldik. Binlerce yıllık serüvenin ardından şiir sözden ayrılıp bağımsızlaştı, başka bir şeye dönüştü. Bir çeşit söz sanatı diyeceğim ama dilim varmıyor. Şiiri bir sanat olmaktan çok, kendini ifade etme biçimi saydığımdan, onu “yapılan bir şey” olarak düşünemiyorum, daha çok “yaşanan bir şey”dir şiir benim için. “İçinizde bulamadığınız şiiri başka yerde aramayın.” diyen Shelley çok haklı.

Şiir, kişinin yaratılışından gelir. İzah edilemeyen bir şeyler vardır insanın şiirle konuşmasında, kendisini şiirle ifade etmesinde. İzah edilememesi, bütün duyguları aynı anda bünyesinde taşıma gücünden kaynaklanır. Hatta biraz daha ileri gidip, sözcüklerin gücünün yetmediği yerde bile şiirin içinde temel insani duyguların yaşadığını söyleyebiliriz. Şiirde söz boşlukları bile gizli anlamlar taşır. Büyülü demeyeceğim ama sayısız katmana sahip bir anlam derinliğini hatırlatmadan da edemeyeceğim. İyi şiirleri ne zaman okusam onlarda hep yeni anlamlar keşfederim. Elbette bugün artık hiçbirimiz büyücü, şaman, bilge değiliz ama bir ifade biçimi olan şiirin özündeki bu özelliği yadsıyamayız. Söze ve sanata dair pek çok şeyi değiştiren, tersyüz eden modernlik şiirin bu özelliğini değiştiremedi, dönüştüremedi. Şiir üzerinden yapılmaya çalışılan bütün tersyüz etme deneylerinin boşa çıkmasında şiirin bu özelliği yatmaktadır. Sevgi, aşk, tutku, dostluk, umut, özveri gibi insanın temel duyguları binlerce yıldır nasıl değişmiyorsa şiirin özü de değişmiyor çünkü şiirin varoluş nedeni insanın temel duyguları ve dürtüleriyle örtüşme gösteriyor.

Son 100 yılda düzyazı, özellikle de roman bir edebiyat türü olarak şiiri gölgede bırakmış görünüyor. Daha doğrusu böylesi kaygılar, tartışmalar var. Bugünkü dünyada romanın amansız yükselişi karşısında şiiringeriye çekilmiş görünmesi şairin değil, edebiyat sosyolojisinin sorunudur. Şair, sözünü söylerken ne kadar satılacağını düşünmez, düşünürse ondan şair olmaz. Bir başka yönden bakıldığında, roman ile şiir arasında temel farklılıklar olduğu görülecektir. Roman, insanoğlunun hikâye dinleme ve başkalarının hayatını dedikodu ve gözlem yoluyla izleme arzusunu karşılar; şiir ise insanın kendini keşfetmesinde, kendisindeki derinliklerin farkına varmasında önemli bir rol oynar. Roman okuyucusunun düz okuyucu, şiir okuyucusunun ise derin okuyucu olmasının nedeni budur.

Şiirin dünyadaki genel zayıflamasına bakarak kaygılanacaksak kitapların satışı üzerinden değil, hiç değil; dilin sığlaşması ve insanın derinlik kaybı yaşaması nedeniyle kaygılanmamız gerekir. Dilin anlam bakımından en zengin görünümü şiirde, insanın en derin halleri ise yaratılan yeni anlamlar ve kavrayışlar bağlamında yine şiirde dile gelir. Şiirin zayıflaması bu ikisinin zayıflaması demektir ki asıl kaygı verici olan budur.

Şiir, insan merkezli olduğundan, bütün zamanlara dokunur. Şiir için tarihin en eski, en bilinmez, en karanlık günleriyle bugün arasında fark yoktur. Bugünün ışığını hem geçmişe hem geleceğe tutar şiir. İnsanda, hayatta ve kendi varlığında sağladığı sürekliliği buna borçludur. Malzemesi dil olmakla beraber bazen dili dahi aşar, dil içinde yeni bir dil yaratır. Bu yolla hem içinde var olduğu dili gelecek zamanlara taşır hem de yarattığı yeni dille kendi varlık alanını zenginleştirir.

Güçlü bir şiirimiz var, demek ki anlam katmanlarının zenginliğine bağlı olarak güçlü bir dilimiz var. Dağlarca, “Türkçem benim ses bayrağım” demişti, ben de “şiir benim dil bayrağım” diyorum.

Haftanın Şiiri

Yağma Sofrası/ Tevfik Fikret

“Bu sofracık, efendiler halkımızın varı yoğu hayatı,

Kan ağlayan, can çekişen halkımızın.

Bekler sizi efendiler, önünüzde titrer durur.

Ama sakın çekinmeyin yiyin, yutun, şapır şupur,

Yiyin efendiler yiyin, bu iştah veren sofra sizin.

Doyuncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar yiyin.

***

Çok açsınız efendiler suratınızdan bellidir.

Yiyin hadi, yemezseniz yarın kalır mı?

Kim bilir?

Sizi çağıranlar bu sofraya bakın nasıl böbürlenir,

Yiyin efendiler yiyin, bu eğlenceli sofra sizin.

Doyuncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar yiyin.

***

Verir bu fukara memleket nesi var,

nesi yok hepsini.

Verir canını, malını, umudunu, düşünü.

Rahatını, sağlığını, içinin bütün ateşini!

Haydi, yuvarlayın düşünmeyin haram mıdır,

helal mi?

Yiyin efendiler yiyin, bu iştah veren sofra sizin.”

Bu harmanın sonu gelir, kapıştırın giderayak!

Yarın sönmüş bakarsınız, bugün çıtırdayan ocak.

Hazır mideler sağlam, hazır mideler sıcak.

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak.

Yiyin efendiler yiyin, bu haykıran sofra sizin.

Doyuncaya, kusuncaya, çatlayıncaya kadar yiyin.”

Vasiyet/Orhan Seyfi Orhon

Dostlarım, toplanın öldüğüm zaman;

Riyayı bir günlük bir yana atın!

Tutunuz tabutun kenarından;

Bir derin çukura beni fırlatın!

Kalınca büsbütün sizden uzakta,

Vücudum çürürken kara toprakta,

Uzanın rahatça sıcak yatakta,

Yaşamak gururu içinde yatın!

Yüz yüze getirmez bizi asırlar,

Meydana vurulsun saklanan sırlar,

Sayılsın şahsıma ait kusurlar,

Korkmayın, içine yalan da katın!

Anlayım: kimlermiş dost sandıklarım;

Muhabbetlerini kıskandıklarım.

Anlayım: ne boşmuş inandıklarım.

Şu yalan hayatı bana anlatın!

Dostlarım, anmayın artık adımı,

Siliniz gönülden eski yâdımı.

Kırınız sonuncu itimadımı:

Ölünce bir daha beni aldatın.

Haftanın Sanat Gündemi

İzmir Kitap Fuarı’nın tanıtım toplantısı yapıldı: Her kitap birer tohumdur

İzmir Kitap Fuarı, 28 Ekim-6 Kasım tarihleri arasında yazarların ve kitap tutkunlarının buluşmasına hazırlanıyor.

Tunç Soyer tanıtım toplantısında konuştu

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde 28 Ekim-6 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek İzmir Kitap Fuarı’nın tanıtım toplantısı yapıldı. Fuar İzmir’deki tanıtıma İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in yanı sıra İZFAŞ Genel Müdürü Canan Karaosmanoğlu Alıcı ve SNS Fuarcılık Yönetim Kurulu Başkanı Saruhan Simsaroğlu, yayınevi sahipleri, yazarlar ve gazeteciler katıldı.

ZToplantıda konuşma yapan Tunç Soyer, “Vatandaşlarımızla İzmir genelinde kitap toplama noktalarını paylaştık. Büyükşehir belediyesine ziyarete gelecek olanlara çiçek getirmeyin, çikolata getirmeyin, kitap getirin dedik. Çünkü her kitap birer tohumdur. Kitaplardaki eşsiz bilgiler geleceğin dünyasını inşa edecek olan gençlerimiz, çocuklarımız için var. Ve bugün burada söylemeliyim ki, bağışçılarımızdan gelen kitap sayısı 30 bini aştı. Biz de vatandaşlarımızdan gelen bu kitapları, yine vatandaşlarımıza ulaştıracağımız 50 kütüphaneyi inşa etmek için yola çıktık. An itibariyle 22’si bitti, diğer 20’yi de yıl içerisinde yetiştireceğiz” dedi. Fuarın önemine değinen Soyer, “Üstelik 28 Ekim-6 Kasım tarihleri bildiğiniz gibi İzmir’in ikinci yüzyıl iktisat kongreleri çalışmalarıyla da örtüşüyor. Özetle, İzmir gelecek yüzyıla hazırlanırken yer alacak bu fuar, başka bir anlam, içerik zenginliği de taşıyor” ifadelerini kullandı. (İzmir/EVRENSEL)

Orhan Kemal Emek Ödülleri’nin kazananları açıklandı

Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde her yıl verilen “Orhan Kemal Emek Ödülleri” bu yıl Zihni Göktay, Suzan Kardeş ve Zafer Ayden’e takdim edilecek.

Festival 12 Eylül’de başlayacak ve ödüller oyuncu Yetkin Dikinciler’in sunuculuğunda gerçekleşecek açılış töreninde verilecek.

Bu yıl tiyatro ve sinemaya verdiği katkılardan dolayı Zihni Göktay; makyaj sanatçısı, oyuncu ve şarkıcı Suzan Kardeş ile Sinema Emekçileri Sendikasının eski başkanı, 40 yıldır Sine-Sen’in yönetim kurulunda yer alan Zafer Ayden ödüle değer görüldü. (Evrensel)

Ören’de Melih Cevdet Anday Sempozyumu

Milas Belediyesi, Ören’de Melih Cevdet Anday Sempozyumu düzenliyor. 26 Ağustos’ta başlayan sempozyum Deniz Casalini’nin şarkılarıyla sona erecek.

Ören’de Melih Cevdet Anday Sempozyumu

Milas Belediyesi, 26-27-28 Ağustos 2022 tarihlerinde Melih Cevdet Anday’ın uzun yıllar yazları yaşadığı Ören’de Melih Cevdet Anday Sempozyumu düzenleyecek. Halim Şafak’ın moderatörlüğünde düzenlenecek sempozyumda Aydın Afacan, Yalçın Armağan, Ahmet Ergenç, Ahmet İlhan, Süreyya Karacabey, Barış Özkul, Mustafa Pala, Halim Şafak, Deniz Türkali ve Oktay Yivli gibi şair, yazar, sanatçı ve akademisyenler Melih Cevdet’in Anday’ın şair ve yazarlığını çeşitli yönleriyle inceleyip tartışacak. Halim Şafak’ın hazırladığı sempozyum bildirilerinin yanı sıra Anday’ın şiir, yazı ve roman örnekleriyle birlikte Belediye Başkanı Muhammet Tokat ile Halim Şafak’ın sunuşu, Orhan Koçak’ın şairle yaptığı uzun bir görüşme, Yalçın Armağan, küçük İskender, Orhan Koçak, Ahmet Oktay, Zeynep Oral ve Şehnaz Şişmanoğlu’nun önceden yayımlanmış yazıları ile Gürsel Korat’ın hiçbir yerde yayımlanmamış bir öyküsünün yer aldığı ‘Melih Cevdet Anday: ‘Rahatı Kaçan Ağaç’’ kitabı okurla buluşacak.

Sempozyumun birinci ve ikinci gününde müzisyen Şirvan Güneri, Cengiz Kılıç ve Berkan Cengiz, Melih Cevdet Anday ve başka şairlerin bestelenmiş şiirlerini söyleyecek. (Aydınlık)

Şiirlerini hicivle kaleme alan şair: Orhan Seyfi Orhon

Yirmiden fazla şiiri bestekarlar tarafından bestelen şair, gazeteci ve yazar Orhan Seyfi Orhon’un vefatının ardından 50 yıl geçti.

İstanbul Çengelköy’de 23 Ekim 1890’da Miralay Mehmed Emin Bey ile Nimet Hanım’ın çocukları olarak dünyaya gelen Orhon, Çengelköy İlkokulunun ardından devam ettiği Havuzbaşı Mektebi’ni 1902’de bitirdi. Ortaokulu Beylerbeyi Rüştiyesi’nde okuyan yazar, lise eğitimini 1909’da Mercan İdadisi’nde tamamladı.

Orhon, öğrencilik yıllarında edebiyat öğretmeni Celal Sahir Erozan’ın da desteğiyle şiirle ilgilendi, Abdülhak Hamit Tarhan, Cenap Şahabettin ve Tevfik Fikret’in etkisinde şiirler yazdı. Sonraki yıllarda da Ziya Gökalp’ten etkilendi.

İlk şiirlerini 1909’da “Samanyolu” dergisinde okurların beğenisine sunan Orhon, 1913’te yazdığı “Fırtına ve Kar” şiiriyle edebiyat dünyasında tanınmaya başladı.

Usta edebiyatçı, üniversite eğitimi için Tıbbiye Mektebi’ne girdi, ancak anestezi uygulamasında fenalaşınca okulu bıraktı. Orhon, 1914’te İstanbul Üniversitesi (Darülfünun) Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.

Orhan Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç ve Faruk Nafiz Çamlıbel ile Türk edebiyatında “Beş Hececiler” adıyla anılan grubu oluşturdu.

Beş şairin yer aldığı topluluk, meşrutiyetten sonra hece vezni ve konuşulan halk diliyle eserlerini yazdı. “Milli edebiyat” akımı doğrultusunda eserlerini kaleme alan topluluğun şiir ve yazıları, “Türk Kadını”, “Şair”, “Büyük Mecmua”, “Servet-i Fünun”, “Ümit” ve “Yarın” dergilerinde yayımlandı.

Sosyal olayları hicivle ele aldığı şiirlerini 1919’da okuyucuyla buluşturan şairin, “Peri Kızıyla Çoban Hikayesi” kitabı, heceyle sade Türkçe şiir anlayışının başarılı örneklerinden biri kabul edildi.

Okuma Önerileri

  1. Kırmızı Kaplı Defter/Aysel Çınar Demirci/Hasret Matbaası
  2. Rüzgar Kanatlıydılar/Hatice Aray/ Kaynak Yayınları
  3. Umut Yolu/ Engin Tonguç/İş Bankası
  4. Pusula/ Sinan Meydan/İnkılap Kitabevi
  5. Önce Ben Öleceğim/ Furuğ Ferruhzad/Totem Yayınları

Bir Portre Tevfik Fikret:

 Tevfik Fikret (24 Aralık 1867 – 19 Ağustos 1915) , Türk şair, öğretmen, yayıncı.

24 Aralık 1867’de İstanbul’un Kadırga semtinde dünyaya geldi. Ailesi ona Mehmed Tevfik adını vermişti. Babası Hüseyin Efendi, Çankırı’nın Bayramören ilçesine bağlı Dalkoz Köyü’nden ayrılıp İstanbul’a yerleşmiş Ahmet Ağa’nın oğlu idi. Hüseyin Efendi, oğlu doğduğu yıl İstanbul’da belediye meclis üyesi ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nde memur olmuştu.

Şair, 1912’de, Trablusgarp Savaşı nedeniyle Meclisin feshedilmesine karşı öfkesini “Doksanbeşe Doğru” adlı şiirinde ifade etti. Bu şiiri, Nüzhet Sabit’in çıkardığı “Vazife Dergisi”’nde yayımlandı. Şiirinde, meclisin kapatılmasını, 36 yıl önce (hicri 1295 yılında) II. Abdülhamit’in meclisi kapatmasına benzetiyordu. Yalnızca padişahı değil, İttihat ve Terakki’yi de son derece sert biçimde eleştirmekte idi. Eleştirilerine, devrin yolsuzluklarını dile getiren “Han-ı Yağma”, yanlış bir kararla I. Dünya Savaşı’na girilmesini yeren “Sancak Şerif Huzurunda” şiirleriyle devam etti.

Fikret’in şiirleri devrin yöneticilerini kızdırmış ve şairin muhafazakar çevrelerden ağır eleştirilere uğramasına sebep olmuştu. Bu olumsuz tepkiler şairde büyük bir moral çöküntüsüne sebep oldu ve sağlığı bozuldu. Mehmet Akif’in kendisine Süleymaniye Kürsüsünde yönelttiği suçlamalara 1914’te kaleme aldığı “Tarihi Kadim’e Zeyl” adlı ünlü şiiriyle yanıt verdi. Modern bir okul açmak, yeni bir edebiyat dergisi çıkarmak gibi projeleri vardı ama bozulan sağlığı nedeniyle bunları gerçekleştiremedi.

Son yıllarında çocuk şiirleri yazmakla meşgul oldu. Yalın bir dille ve hece ölçüsüyle yazdığı bu şiirleri 1914’te yayımlanan “Şermin” adlı kitapta topladı. Kitaba, genç yaşta ölen kız kardeşi Sıdıka’nın kızı ve eğitimci Mustafa Satı Bey’in kurduğu Yuva adlı okulun öğrencileri ilham vermişti. Geçirdiği bir ameliyat sonrasında 19 Ağustos 1915’te Aşiyan’da hayatını kaybetti.

Eserleri

Rübâb-ı Şikeste (1900)/Tarih-i Kadim (1905)

Haluk’un Defteri Tevfik Fikret’in ikinci şiir kitabı (1911)

Rubabın Cevabı (1911)/Şermin (1914)/Hasta Çocuk/Sis

Millet Şarkısı/Doksan Beş’e Doğru/Han-ı Yağma/Balıkçılar

Haluk’un Çocukluğu/Rübab-ı Cevab