Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Görüşmeler hala sürüyor

‘Sahaya İnebilirim’ 1 Mayıs’ın

‘Sahaya İnebilirim’

1 Mayıs’ın emek sloganlarını ‘işveren’ kimliğiyle omuzlarken, ezber bozdu. İşçileriyle ele ele verip halay çekerken de, aslında başarısına dair hikayenin ekip sırrını fısıldadı. HATBORU ile Türkiye başlığında elde ettiği ihracat başarısını konuştuğumuz Mehmet Kılıçlar, yaklaşan ATSO Başkanlık seçimleri için iki dudağı arasından çıkacakları merakla bekleyenleri ise unutmadı…

Röportaj: Tamer Yazar

Hatay’ın ekonomisine 1964 senesinden bu yana çok ciddi katkılar sunan ve ihracat kapasitesinde ulaştığı rakamlarla da 2016 yılında Türkiye’deki en büyük 500 sanayi kuruluşu içerisinde 253’üncü sıradan 166’ncı sıraya yükselme başarısı gösteren HATBORU’nun Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kılıçlar ile yaptığımız sohbeti, Antakya Organize Sanayi Bölgesi’nde üretim yapan şirketinin biraz ötesine taşıdık. Ne mi konuştuk? Henüz 14 yaşında gittiği Avusturya’yı… Hayata dair beklentilerini… Ülke ve bölge gerçeklerini… Ama çokça da sorguladık, eldekileri… Antakya Ticaret ve Sanayi Odası’nın (ATSO) yaklaşan ‘Başkanlık’ seçimlerini mi? Unutmadık! Hatta ondan bu konuda beklentisi olanlara cevaplarını sıraladık… ‘Başkan’ olursa ATSO’da yaşanabilecek değişimi de… Bugünden yarına hayallerini ve hedeflerini de…
“Görmeden bakan, duymadan dinleyen, hissetmeden dokunan, düşünmeden konuşan insanlardan uzaklaşın…” demiş ya Leonardo Da Vinci… O zaman, bugüne dair sorularımız, etrafında akıp giden yorgun yaşamlara yüreğiyle dokunan ve ulaştığı başarıyı, onunla beraber omuzlayan çalışanları ile paylaşmaktan geri durmayan Kılıçlar için gelsin…

Ve ilk sorumuzla başlayalım…

Sizi her 1 Mayıs’ta, işçisi ile yan yana halay çekerken ya da klasik işveren kimliğinizin ötesinde biriken özelliklerinizle izliyoruz. Öncelikle bu kısımla başlayalım mı? İşçilerinizle bu kadar yakın olmak ya da işçi-patron hiyerarşisine bu alışık olunmayan samimiyeti eklemek neyin karşılığı?

Bunu tek bir cümle ile anlatmak istersem eğer… İfade ettiğiniz şey, emeğe saygının bir karşılığı. Çünkü bu insanlar ciddi anlamda emek sarf ediyor, alın teri döküyor, yoruluyor. 1 Mayıs, bu anlamda, onlarla yan yana olduğumuzu ve aslında aynı gemide yolculuk ettiğimizi göstermenin bir karşılığı. Bir bakıma, evet… Burada bir kader ortaklığı da yapıyoruz. İşçi ve patron olarak farklı iki köşede olmak yerine, bir arada durmanın gerekliliğinde ilerliyoruz. O yüzden, bundan sonraki senelerde de 1 Mayıs’ı bu ruhla kutlamaya devam edeceğiz.

‘Bir zamanlar’ diye başlayan bir hayatınız var… İşçi olarak Avusturya’ya gidişiniz ve ardından yaşananlar… Bu biraz, ‘cebimde birkaç dolarla Amerika’ya gittim’ diye başlayan ve heyecanı asla bitmeyen o Amerikan Rüyasının benzeri mi?

Aslına bakarsanız, iş hayatına atılırken böyle bir hayalle başlamadım. Ama iş hayatımın daha ilk evresinde 5 hedefim vardı… Gerçekleştirmek ve hayata geçirmek istediğim 5 hedefim… Bunların ilki, sağlıklı olacağım. İkincisi, mutlu bir aileye sahip olacağım. Üçüncüsü, iyi geçinebileceğim bir işim olacak. Dördüncüsü, güzel bir arabam olacak. Sonuncusu mu? Olursa da, bir yazlık evim olsun… Bugün, bu anlamda sahip olduklarım adına mutluyum diyebilirim. Hedeflediğim bir iş vardı, ama bugün o iş beklentilerimin çok ötesinde gelişti. Ama yapabileceklerime de her zaman inandım. Hem şartlar buna elverdi hem de o şartları iyi kullandım. Mümkün olduğunca kullanmaya da devam edeceğim.
Bugün, başardıklarımız adına mutluyum. Çünkü çok kişiye ekmek kapısı açmışız. Bunun yanı sıra, örnek bir işletme olmaya çalışıyoruz. Hem çalışanına tanıdığı haklarla hem de çevreyle barışık üretim şekliyle…

Sizin Avusturya Rüyanız nasıl başladı ve size ne kattı?

Avusturya’ya henüz 14 yaşındayken gittim. Aslında o dönem bu kararı babam verdi. ‘Gidiyoruz’ dedi ve biz de gittik. Bana ne kattı? Çok şey kattı. Şöyle düşünün… Bir ülkeye gidiyorsunuz. Henüz 14 yaşındasınız. Ne dilini ne de kültürünü biliyorsunuz. Kolay olmadı. Aksine, ilk zamanlar çok zor geçti. Çünkü yeni bir ülkeye ve yeni bir yaşama adapte olmanız gerekiyor. Ama tüm bu zorluklar beni yıldırmadı. Aksine güç verdi. ‘Sen başarmalısın’ dedim kendi kendime. O yüzden de önce dilini öğrendim. Ardından okuluna gittim. Çok çalıştım. Ama asla bunlarla da yetinmedim. Bir taraftan çalışırken, diğer taraftan akşam okuluna gittim ve makine mühendisliği bölümünü bitirdim. Avusturya’nın bana en büyük katkısı da eğitim konusunda oldu. Okuduğum alanda çok iyi bir eğitim aldım. Tüm bunların ötesinde, insanla olan diyalogu öğrendim. İş hayatında, piyasa ile olan iletişimi öğrendim. Bizlerden ne kadar ilerde düşündüklerini gördüm. Bunlar parayla ölçülemeyecek kadar değerli şeyler. Hayatınıza çok şey katan değerler. Bunları yaşamak lazım.

Dünya ile iş yapan bir şirketin başındasınız, ama dünya kadar sorunla uğraşan bir şehirde ve bir bölgede üretim yapıyorsunuz. Üretim gücünüzü başka bir lokasyona kaydırma yönünde bir teklif geldi mi hiç?

Evet, bu yönde her zaman teklifler geldi diyebilirim. ‘Bu işletmeyi büyük bir şehirde kursaydınız, çok daha büyür ve çok daha iyi yerlere gelirdiniz’ diyenler çok oldu. Bu teklifler bazen dışarıdan geldiği gibi, içeriden de geldi.

Peki, ne düşündünüz?

Düşüncelerim bu konuda hiç değişmedi. Dün de bugün de, ben her zaman burada kalmayı düşündüm. Çünkü buraya çok bağlıyım. Bu coğrafyaya, bu kente… Her zaman dediğim bir şey var, ‘burası mıknatıs gibi çekiyor bizi’ diye. Nedeni tam olarak nedir bilmiyorum, ama buradan uzaklaşmak istemedik. Hiçbir zaman istemedik. Burası bizim evimiz. İyisiyle, kötüsüyle, ben kendimi buraya çok bağlı hissediyorum. O yüzden de, teklifler ne olursa olsun, ayrılmayı asla düşünmüyorum.

Küresel ticaretin içinde hayatta ve ayakta kalmayı isteyen işadamlarının farkında olması gereken gerçekler vardır… Tespitleriniz olur mu bu konuda ya da paylaşmak istediğiniz öncelikler?

İşadamlarına söyleyebileceğim ilk şey, her zaman ‘uzun vadeli’ düşünsünler. Planlamalarını ‘kısa vadeli’ yapan işadamları ne yazık ki istedikleri ya da umdukları başarıdan çok uzak kalabiliyor. Bu anlamda güven ve kalite çok önemli. Bir diğeri, kendilerini geliştirsinler. Dil bilsinler. İyi ve iş bilen ekiplerle çalışsınlar. İş yaptıkları ülkeleri ise tanısınlar.

Biraz Antakya’ya dönelim mi? Yaklaşan Antakya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) seçimlerine… Geçmiş dönemde benzer bir Başkan adaylığı girişiminiz olmuştu. Ancak istendiği gibi sonuçlanmadı. ‘Keşke aday olmasaymışım’ dediğiniz oldu mu, o dönem için konuşacak olursak?

Açıkçası, ‘keşke aday olmasaymışım’ dediğim zamanlar olmadı değil… ‘Neden’ diyeceksiniz! Seçimi kazanamadığım an, ‘niye aday oldum’ diye kendimi sorguladım. Ama diğer taraftan, buradaki insanlara ve bu kente karşı benim bir sorumluluğum var. Çünkü sahip olduğum bilgi birikimi ve tecrübeyle çok şey yapabileceğimi ve faydalı olabileceğimi düşündüm. Aday olmam da bu sebepten… Bu açıdan baktığınızda, görevimi yaptığım için vicdanen huzurlu hissediyorum.

Peki, bu sene… ? Yeniden aday olmanızı bekleyen sanırım ciddi bir kalabalık var. Aday mısınız?

Şu an Hikmet (Çinçin) Bey ile görüşmelerimiz var. Bu görüşmeler olumlu sonuçlanır mı sonuçlanmaz mı bilemiyorum. Olumsuz sonuçlanması halinde zaten sahaya inmek zorundayız. Ama tam olarak nasıl olur, ne olur, bunu da zaman gösterecek.

Mehmet Kılıçlar ile bir ATSO neyi hedefleyecek? Aslında şöyle sorayım isterseniz… ATSO misyonunda ya da şehri omuzlama sorumluluğunda ne değişecek?

Ben çok şey değişeceğine inanıyorum. Çünkü ATSO, buradaki sivil toplum örgütlerinin ağabeyi. Yani en büyüğü konumunda. Bu anlamda ilimize çok daha faydalı olabilir.

Sizin yurt dışı ile bu kadar bağlantılı olmanız, olası bir ATSO Başkanlığınız için de bir avantaj mı?

Tabi ki bir avantaj. Yurt dışını tanıyan, yurt dışı ile iş yapan, yurt dışı kültürünü ve dilini iyi bilen bir kişinin Oda’yı yönetmesi çok daha farklı olacaktır. Yapılan işe farklı da bir vizyon katacaktır.

Hiç “Yoruldum’ dediğiniz ve ‘emekli olmanın vakti geldi’ tespitinde duraksadığınız anlar oluyor mu?

Oluyor… Ama böyle zamanlarda kendime tekrar ettiğim tek bir şey var… ‘Tamam, yorulmuş olabilirsin, ama senin yan gelip yatma lüksün yok. O yüzden de sonuna kadar çalışacaksın…’

İş mi yoruyor insanlar mı?

İnsanlar…

Sizler gibi, ‘iş hayatına atılacak’ gençler için ideal noktalar oluşturan şirketlerin iş başvurusu yapacak olanlardan ciddi beklentileri oluyor. Peki, sizin tavsiyeniz ne olur? Bu aşamada duran gençlere beklentileriniz noktasında ne söylemek istersiniz?

Gelecek adaylarda, bir-kişilik arıyorum, iki-teknik altyapı arıyorum. Bu ikisinin kesinlikle bir arada olması gerekiyor, ki biri eksik kaldığında diğeri ne yazık ki yeterli gelmiyor. O yüzden, gençlerin bu iki başlıkta kendilerini tamamlamaları gerekiyor. Bunun yanı sıra, ekip çalışmasına uyumu da çok önemli. Peki, disiplinli mi? Prensipli mi? Bunlara da önem veriyorum. Buna dair detayları bazen bir araya geldiğimiz gençlerle de paylaşıyorum, ki bu iki noktayı hiçbir zaman gözden kaçırmasınlar.

Son olarak… Dünya’yı dolaşan ve çok farklı şehirler gezen biri olarak, yaşadığınız kent adına üzüldüğünüz ve ‘keşke’ başlığında biriktirdiğiniz neler var?

Çok net ve çok özet olarak… ‘Bu kent, kişisel kavgaların kurbanı oluyor’ desek yeterli olacaktır sanıyorum. İnşallah, Ticaret Odası’nda bunu ortadan kaldırırız.