Daha ne kadar görmezden geliriz?
Kemerli pencereleri tuğla ile örülmüş eski bir Antakya evinin yanından geçip giderken, içinizde yankılanan bir ses şöyle diyor… ‘Acaba dile gelse ne derdi acaba?’ Cevap mı? ‘Öfkeli’ olurdu… Çok ‘öfkeli’ olurdu…
Sırtınızı Habib-i Neccar Camii’ye verip de ilerlediğinizde, dar bir sokağın içinden akan yorgun ve biraz da vazgeçmiş bir hikâyenin içine dalıyorsunuz. Ara ara betonarme evlerin de olduğu bu dar sokağın hemen başında tarihi bir Antakya evi karşılıyor adımlarınızı. Belli ki, taş bedenini tamamlayan ahşap kısımlarına uzun süredir dokunulmamış. Biraz daha ilerliyorsunuz… Üst katların kemerli pencere yapısına hayran hayran bakarken, o kemerli yapının içlerini ‘acımasızca’ dolduran tuğlaların ‘bugünden’ düne bir hediye olduğunu anlıyorsunuz. Ama bugünün düne hediyeleri bununla bitmiyor! Adımlarınız biraz daha ilerlediğinde, karşınıza bu defa demirden bir inşaat iskelesi çıkıyor. Aslında bu bir iskele değil! Antakya’nın kent kimliğinde kendilerine çokça yer bulamayan tarihi evlerin yıkık dökük hallerinden diğer insanları korumak için tasarlanan bir ‘izolasyon’ çabası!
-VARLAR, AMA YOKLAR! –
Buna dair konuşan bir vatandaşın dedikleri, bu çabanın sahibi kent idarecilerine gelsin mi?
“Buraya gelip, bu iskeleye benzer şeyi yaptıklarında, kendi kendimize şunu dedik, ‘adamlara bak, hemen de sahip çıktılar’… Meğer durum farklıymış. Bunun yapılma sebebi, kendi kendine yıkılması için kaderine terk edilen evden düşecek parçaların buradan geçeceklere zarar vermesin diyeymiş. Yani dediğiniz gibi! Bu evleri, izole ediyorlar. Aslında bunu yaparken de mesaj veriyorlar. Yok, açık seçik bir mesaj değil. Ama üstü kapalı. Ama net bir mesaj… Diyorlar ki; ‘Bu evlerin sahipleri bu evlere bakamayacak kadar yorgun. Biz mi? Bu bakımı yapmak için ne zamanımız var ne de buna dair bir bütçemiz. O zaman yapılacak tek şey var, o da bu evleri kimseye zarar veremeyecek hale getirmek.’
İşte bu da, bu evlerin elini kolunu bağlamak anlamına geliyor. Yaptıkları şey de bu. Aslında sadece ellerini kollarını bağlamıyorlar. Bu evlerin ağızlarına da bant çekiyorlar. Anlayacağınız, tarihi susturuyorlar. Oysaki belediyelerin bünyelerinde, bu evler ve bu kentin tarihini kurtarmak için insanlar çalıştırılmıyor mu? Peki, ne yapıyorlar? Bu evler her geçen gün orijinal hallerinden eksilirken, onlar ne yapıyorlar? Bana sorarsanız, hiç bir şey! Geçen bir haber okudum, onlar da kendilerine çalışma alanı olsun diye bir tarihi ev almışlar. Alıp, restore etmişler. Empati yapmak için mi? Sahi, ne kadar anlıyorlar bu evlerin hallerinden? Bu kentin halinden ne kadar anlıyorlar? Her şey orada değil mi? Hiçbir şey anlamadıkları ortada değil mi?”
Vatandaş haksız mı? Yoksa ‘anlıyoruz’ da anladığımızı mı göstermiyoruz? Hangisi? -Tamer Yazar-