Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Vakıflı’nın Türkiye’si

Tek değil, son hikâyesi

Tek değil, son hikâyesi

Türkiye’nin ‘tek’ değil, ama ‘son’ Ermeni köyü olan Vakıflı ile ilgili Amerikalı Yazar Caroline Trent-Gürbüz ve Türkiyeli Foto Muhabiri Sait Serkan Gürbüz’ün hazırladığı “Daralan bir Cemaat: Vakıflı, Türkiye’nin Son Ermeni Köyü” başlıklı belgesel fotoğraf projesi Türkçeye çevriliyor.

Kadim toprakların Anadolu’su adına geride kalan, kalabilen son Ermeni Köyü Vakıflı adına hayata geçen ‘fotoğraf belgeseli’ Türkçeye çevriliyor. Belgesel, ‘Daralan Bir Cemaat: Vakıflı, Türkiye’nin Son Ermeni Köyü’ başlığında, Amerikalı Yazar Carolien Trent-Gürbüz ile Türkiyeli Foto Muhabiri Sait Serkan Gürbüz tarafından 2012 senesinde hazırlandı.
PROJE SAHİPLERİ?-
Caroline Trent-Gürbüz: Drake Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler ve müzik alanlarında çift anadal lisans diplomasını kazandı. Bağımsız yazar ve düzeltmen olan Caroline de Missouri Gazetecilik Okulu’ndan yüksek lisans derecesi sahibidir.
Sait Serkan Gürbüz: Uluslararası ilişkiler alanında lisans derecesini Bilkent Üniversitesi’nde kazandı. Fulbright bursiyeri olarak foto muhabirliği öğrenimi gördüğü A.B.D.’deki Missouri Gazetecilik Okulu’ndan yüksek lisans derecesini aldı. Fotoğrafları; Reuters, Capa Pictures ve Anadolu Ajansı gibi ajanslar da dahil olmak üzere çeşitli mecralarda yayımlandı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde, kendi tasarladığı ‘Foto Muhabirliğine Giriş’ dersini verdi.
-NEVAR?-
Son zamanlarda gerek yurtiçinden gerek yurtdışından birçok turiste ev sahipliği yapan, Türkiye’nin tek ve son Ermeni köyü Vakıflı’yı konu alan belgeselde 22 biyografik kesit, altı fotoğraf öyküsü ve iki kısa video yer alıyor.
Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’nin sponsor olduğu ve ABD Dışişleri Bakanlığı Federal Hibesi’nin desteğiyle hayata geçen proje, nüfusunun artmaması sebebiyle yok olma tehlikesi yaşayan köyün en küçüğünden en yaşlısına kadar çok sayıda sakininin portresini ve hikâyesini barındırıyor. Belgeselde, 135 kişinin yaşadığı köyün gençlerinin, imkânsızlıklar sebebiyle İstanbul’da veya yurtdışında yaşamayı tercih ettiklerine dikkat çekiliyor.
-ONLAR ANLATTI-
Sait Serkan Gürbüz ve Caroline Trent Gürbüz, AGOS adına Lora Baytar tarafından geçmişte yapılmış bir söyleşide, köye dair izlenimlerini ve hikâyelerin belgeselleşme sürecini bakın nasıl anlatmışlar:

Vakıflıköy’le nasıl tanıştınız?
S. GÜRBÜZ – Vakıflı’ya ilk defa Ağustos 2011’de, üç günlüğüne, tek başıma gittim. Üzüm Bayramı zamanıydı. ‘Bir foto-röportajla dönerim’ diye düşünmedim, çünkü bu kadar kısa bir sürede Vakıflı sakinlerini tanıma şansım olmayacaktı. Fotoğrafını çektiğiniz insanları tanımadan, daha doğrusu tanımaya bir yerden başlayıp az biraz yol almadan, içinize sinen fotoğraflar çekmeniz pek mümkün değil. Bir de, bayramı görmek lazımdı tabii. Ama böyle toplumsal etkinliklerin, yapıldıkları yerin atmosferini geçici olarak değiştirdiklerinin farkındaydım. Bayramın değil, Vakıflı’nın fotoğrafını çekmek istiyordum. Bir gidip bakayım istedim. ‘Eğer bir öykü görürsem, eşim Caroline ile daha sonra beraber geliriz’ diye aklımdan geçirdim. Hatta o zaman kahvenin önünde sohbet ederken “Ne için geldin?” diye soran bir ağabeye, “Bir bakmaya geldim. Belki sonra eşimle gelip bir kitap yaparız” demiştim. O da bana, “Her gelen bunu söylüyor, olmaz o iş” demişti. Şimdi, fotoğraflardan birinde o ağabey de var.

Belgesel yapmaya nasıl karar verdiniz?
S. GÜRBÜZ – Ocak 2012’de Ankara’da düzenlenen Dünya Basın Fotoğrafları Sergisi’nin paralel etkinliği olan Jodi Bieber Fotoğraf Atölyesi’ne katıldım. Bieber, World Press Photo 2011 Yarışması’nı, eşinden ve kayınpederinden şiddet görmüş Afgan kadın Bibi Aisha’nın portresiyle kazanan Güney Afrikalı kadın fotoğrafçı. Atölyede her katılımcı, Jodi’ye bir fotoğraf seçkisi gösterip eleştirisini dinleme imkânına sahip oldu. Ben de Ağustos 2011’de Vakıflı’da çektiğim on fotoğrafı gösterdim. Jodi, beni Vakıflı’ya dönüp devam etmem konusunda cesaretlendirince, ‘yapmalıyım’ diye düşündüm.
2007-2009’da, Amerika’da, Fulbright Bursiyeri olarak yüksek lisans seviyesinde foto muhabirliği öğrenimi görmüştüm. Nisan 2012’de, Ankara’daki ABD Büyükelçiliği, alan ayrımı olmaksızın, mezun bursiyerlerin projelerine hibe sağlayabileceğini duyurdu. Eşim Caroline ile birlikte Vakıflı’da Belgesel Fotoğraf Projesi önerimizi kâğıda döküp başvurduk. Projemiz desteklenmeye layık görüldü. Vakıflı’yı ben fotoğrafla anlatacaktım, Caroline de sözcüklerle. Haziran’da yola çıktık.

Köyde gördüklerinizi belgeselleştirmek için nasıl bir yöntem izlediniz?
C. – S. GÜRBÜZ – Hiçbir ajandamız olmadan gittik. Gazetecilik ahlakına bağlı, kurgusuz çalışmaktan başka yol bilmeyiz zaten. Ancak oraya herhangi bir yayın için gitmiş olmamanın lüksüne de sahiptik. Haber dili ve öncelikleri gibi kaygılarımız olmadı. Şu düşünceyle yola çıktık… ‘Hepimiz, tüm insanlar, aynıyız ama her birimiz farklıyız.’ Bireylerin öykülerinden tüme varılsın istedik. ‘Vakıflı şöyle, Vakıflı böyle’ demedik. Vakıflı biraz Avedis Dede, biraz Lusin kardeşimiz, biraz Toros Ağabey, biraz Talin Abla’mız.

Köye dair izlenimleriniz ve köy sakinleriyle kurduğunuz ilişkilerden söz eder misiniz?
C. GÜRBÜZ – 6 Haziran Çarşamba gecesi Vakıflı’ya vardığımızda, odamıza yerleşmeden önce küçük bir yürüyüşe çıktık. Gecenin karanlığında bile bu köyün ne kadar alımlı ve kıymetli olduğunu görebildim. Güller, köpüklenen su kanalı, taş binalar… İnsanın kalbinde hissettiği bir huzur… Orada geçirdiğimiz üç hafta boyunca çok sıkı çalıştık ama Vakıflı halkı işimizi çok kolaylaştırdı. Özel hayatlarını bize açarken çok cömerttiler; yitirdikleri sevdiklerini ya da gerçekleştiremedikleri hayallerini anlatırken bile…
S. GÜRBÜZ – Bizi kucakladılar, aile ve dost meclislerine kabul ettiler. Sofraya bir tabak, masaya bir kadeh de bizim için getirdiler. Hiçbir evden portakalsız çıkamadık. Gazetecilere demeç vermeyi tercih etmeyen Garabet Ağabey ile uzun uzun sohbet ettik, eşi Meryem Abla’yı bile şaşırttık. Anais Abla, “Siz aslında buraya yerleşseniz” diye takıldı, ağız birliği etmişçesine. “Yine gelirsiniz, değil mi?” diye sordular. Yola çıkarken, Sirop Amca, “Vardığınız yerden bir telefon edin, merak ederiz” dedi. Röportaj yaptığımız, fotoğrafını çektiğimiz herkesi üç haftada tanıyabildiğimiz kadar tanımaya çabaladık, mümkün olduğu kadar çok yiğidin yoğurt yiyişini gözlemledik. İkinci karşılaşmalarda isimleriyle hitap etmemiz hoşlarına gitti. “Muhtarlığa aday olacağım” diye şakalaştık.
Batılı bir fotoğrafçının, epey de takdir görmüş bir çalışmasında, fotoğrafının altına yalnızca “Bir Ermeni kadın” diye yazdığı Vartuhi Nine’nin adının anlamının ‘gül’ olduğunu öğrendik. Ona “Nasılsın?” diye sorulduğunda, her seferinde ne diyeceğini de biliyoruz: “Yaşlılara nasıl olduğu sorulmaz.”
Belgeseli izlemek, köy hakkında pek çok bilgi edinmek ve köydeki samimiyeti anlamak için iyi bir başlangıç olabilir. Ancak benden söylemesi, izledikten hemen sonra yollara düşmek isteyebilirsiniz