Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Orhan Tüleylioğlu

BİLGE İNSAN

1872 yılının sonlarına doğru, British Museum yetkililerinin Mezopotamya’dan gelen çivi yazılı tabletler arasında, Tufan söylencesinin yazılı olduğu bir tablet bulunduğunu açıklamaları dünyada büyük bir şaşkınlığa ve heyecana neden olmuştu. İlk olarak Tevrat’ta Tanrı tarafından yazdırılmış olduğuna inanılan bu olay, nasıl olur da bir tablette bulunabilirdi?

Üç yüz yirmi yedi dizeden oluşan Tufan söylencesi, Gılgamış adındaki bir krala ait olan destanın son bölümünde yer alıyordu. Destan, Mezopotamya’nın kuzeyinde yapılan kazılar sırasında bulunmuş, İlk Çağ’ın en zengin kitaplığını oluşturan sayısız tablet ile birlikte Londra’ya taşınmıştı.

Destan Akadca yazılmış olmasına karşın, içeriğinde geçen kişi ve Tanrı adları Akad diline ait değildi. Buna göre destan başka bir dilden alınmış veya uyarlanmış olmalıydı.

1880-1890 yıllarında Güney Mezopotamya’daki kazılarda Gılgamış’a ait bulunan tabletlerin, Akadcadan tümüyle ayrı bir dil olan Sümerce olarak yazıldığı anlaşıldı.  O tarihe değin adı bile bilinmeyen Sümerlilerin keşfi ve Sümer dilinin çözümü bundan sonra çok şaşırtıcı bilgilere ulaşılmasını sağlayacaktı.

Batılı bilim insanları, Asurluların ve Babillilerin izini sürürken, Dicle ile Fırat nehirleri arasındaki Mezopotamya bölgesinde büyük bir uygarlık kuran Sümerlileri keşfetti.

Sümerliler çağdaşlarına göre birçok yönden daha gelişmiş bir halktı. Üstün yetenekleri ve çalışkanlıklarıyla toprağı verimli hale getirmiş, var olan köy kültürünü kent kültürüne dönüştürmüş, dünyanın ilk kent uygarlığını kurmuşlardı. MÖ 3000’lerin başında dillerine göre geliştirdikleri çiviyazısıyla her istediklerini yazmayı başaran Sümerliler, yüzyıllar boyunca yazı tekniklerini yavaş yavaş değiştirerek, ilk yazıları olan resim-yazıyı, kullanılması kolay “ses işaretleri” sistemine dönüştürmüşlerdi. Bu yazılar avuç içine sığabilecek büyüklükten 30×40 cm’ye kadar değişik ölçülerde kil tabletlere, üçgen şeklinde yontulan bir kamış kalemle yazılıyor, daha sonra da tabletler güneşte veya fırınlarda kurutuluyordu. Bundan sonra, okullar açacak,  eğitimin yaygınlaşması ve gelişmesiyle yazı, iletişimin, düşünmenin ve ifade etmenin farklı bir aracına dönüşecek, okul ise Sümer kültürünün ve biliminin merkezi haline gelecekti. Bilimde attıkları en önemli adım matematik ve geometri olmuştu. Sümerli bilim insanları, insan sağlığıyla ilgilenerek bugünkü tıbbın temelini attılar. Çeşitli hastalıkları, bu hastalıklarda kullanılacak ilaçları, bunların nasıl kullanılacağını gösteren tabletler yazdılar. Tarih yazarları da tabletler üzerine çeşitli çağlardaki olayları toplayarak yazmış, kralların saltanat sürdükleri yılları, başka ülkede hangi krallar olduğunu bildiren listeler yaparak çağların tarihine ışık tutmuşlardı. Sümerliler duygu ve düşüncelerini, hayallerini, yazısız çağlardan kulaktan kulağa gelen hikâyelerini de yazdılar. Bunlar çoğunluğu şiir tarzında yazılmış Tanrıları, kralları öven ilahiler; kahramanların serüvenlerini bildiren destanlar,  efsaneler, ağıtlar, mersiyeler, hayvan masalları, aşk şarkıları, tartışmalar, atasözleri ve deyimlerden oluşmaktaydı.

Sümerlilerden günümüze ulaşan ve en eski edebiyat yapıtı sayılan Gılgamış Destanı, MÖ. 2700 yıllarında yaşadığı tahmin edilen, Uruk şehrinin kahraman kralı Gılgamış’ın serüvenlerini içeriyordu. Yaşadığı çağdan başlayarak yüzyıllar boyunca ağızdan ağza geçtikten sonra çiviyazısıyla destan halinde tabletlere yazılmıştı.

Destana göre, dostu Enkidu’nun ölmesine üzülen Gılgamış, ölüm korkusuna kapılır ve ölümsüzlüğü aramak için yollara düşer. Uzun ve zorlu bir yürüyüşten sonra birçok olay yaşar. Deniz kıyısında, içki yapan ve satan Siduri’nin barınağına varır. Ona ölümsüz yaşamı aramaya çıktığını söyler. Siduri, Gılgamış’a yaşamın tadını çıkarmasını öğütler ve ölümsüz yaşamın tek kişiye verildiğini, onun da insan soyunu Tufan’dan kurtaran Ut-Napiştim (Kur’an ve Tevrat’ta Nuh) olduğunu söyler. Gılgamış, Ut-Napiştim’in kayıkçısı Ur-Şanabi’nin yardımıyla, birçok güçlüğün üstesinden gelerek, Ut-Napiştim’in bulunduğu Ölümsüzlük Ülkesi’ne, Dülmun’a varır. Ut-Napiştim, Gılgamış’a Tufan serüvenini anlatır. Bir güçlülük sınavından geçirir onu. Zavallılığına acır. “Denizin dibinde dikenli bir ot vardır. İnip onu bulabilirsen ölümsüzlüğü elde edersin” der. Gılgamış denizin dibine iner, otu bulur, yukarı çıkarır ama çok geçmeden onu yılana kaptırır…

Yazıyı insanlığa armağan eden Sümerliler bilge bir halktı. Kendilerinden sonra gelen tüm kültürlerin gelişmesinde rol oynadı. Çiviyazısı da birçok halkın kendi dillerine uydurup kullandığı bir yazı oldu. İnançları ve söylenceleri Akdeniz yöresinde oluşan tek tanrılı üç büyük dini etkiledi.  Olağanüstü olayları, insanüstü kahramanlarıyla, gizemli olay örgüsüyle Sümer halkının renkli iç dünyasını yansıtan, gerçek yaşamdan izler taşıyan Gılgamış Destanı bilgiyi, bilginin peşine düşen insanı da yüceltmişti.

Sümerlerden sonra hem sözlü hem de yazılı olarak Akad, Babil, Asur ve diğer toplumlarda tekrarlanan destan, Asur krallığının başkenti Ninova’da, MÖ 668 – 626 yılları arasında yaşamış olan Asur Kralı Asurbanipal’in kitaplığında bulunan on iki tabletle günümüze ulaştı. Aynı kitaplıkta bulunan bir başka tablette, Sümerce şunlar yazıyordu:

“Bilge insan karanlıkta ışık, çıkmaz sokakta yol bulandır.”

 

 

 

 

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER