Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Cumhurun tarihsel öyküsü

İnsanın politik olarak örgütlenmesi;

İnsanın politik olarak örgütlenmesi; “Tarı-İnsan-Toprak (Mülkiyet)” kavramı ile başlayan; buna bağlı olarak; yaşamsal döngünün sosyoekonomik etkileşimi ile ortaya çıkan; yönetim sistemi ve bu sistemin işlerliğini sağlayan; yasal yaptırım (toplumsal sözleşme) kuralları ile başlar.

Tarihsel süreç içinde; toplumsal örgütlenmeyi “krallık, cumhuriyet ve demokrasi” gibi üç ana düşünce kavramı ile açıklanabilir? Bu açıklamaları yaparken, dil, din, inanç, mitoloji, genetik kimlik, gelenek ve görenek gibi, toplumsal örgütlenmeyi yönlendiren sosyolojik etmelerden elbette söz edilebilir! Ama konumuz cumhuriyet ve gelişimsel süreci olduğu için, bu üç kavram üzerinde durmakta yarar var.

Krallık, gücü ve bilgiyi elinde bulunduran; yasal uygulamaları düzenleyen; uygulamalarını denetleyen ve yargılayan, verdiği kararları; sorgulatmayan; yönetsel çemberi içinde bulunan, mülkiyetin (toprağın) tek sahibi ve yaşamsal sürecin tek karar vericisidir. Kral; elinde bulunan bilgi veya güçten her hangi birini kaybetmesi halinde; egemenliği biter, yaşam çemberinin dışına bırakılır. Onun yerine geçecek, kimlik, kaybettiği gücü ve bilgiyi, elinde bulunduran yeni bir kimlik olacaktır. “Kral öldü!.. Yaşasın yeni kral!..” sözü bu eylemi destekler niteliktedir.

Cumhuriyet; devlet başkanının işlevlerinin kalıtsal olmadığı, halkın bir seçimden geçtiği siyasal bir rejimdir. Bu rejim demokrasi ile yönetildiği gibi, siyasal gücün bir tek kişinin elinde bulunduğu ve yönetimin genellikle kalıtsal yolla aile bireylerine geçtiği, monarşi ile yönetilen devlet biçimi de olabilir. Bunun dışında, temeli inancın erdemi üzerine kurulan, eylemlerinden dolayı halka karşı siyasal ve hukuki sorumlukları olmayan, tek kişinin sorgulanamaz karar vericiliği ile yönetilen otokrasi dediğimiz siyasal rejimler de var. Bu örnekler, çeşitlendirilebilir. Konumuz Cumhuriyet olduğuna göre, tarihsel süreçte, sosyolojik olarak, nasıl anlam bulup şekillendiğine göz atalım.

“Cumhur” kelimesi Arapça kökenlidir. Kısaca, halk demektir. Cumhuriyet dediğimiz zaman, halkın seçimi ile cumhurun yönettiği sistemden söz ediyoruz demektir. Bu tanımlamada, seçimin hangi yöntemlerle yapıldığı, cumhuriyetin yönetim sitemine bağlıdır. Cumhur kelimesinin batı kültüründeki karşılığı “Republica”dır.  Latince kökenli bir kelimedir. Kamuya ait, kamusal yönetim sitemi anlamını taşır. Kültürel olarak, her ne kadar Arapçadaki karşılığı olmasa da, anlamlandırma bakımından ayni kavram olarak kullanırız.

Oysa Cumhurun günümüzdeki anlamı, Batı kültürüne aittir. MÖ 753 yılında Roma Şehir Devleti’nin kuruluş öyküsü ile başlar. Bu süreç cumhuriyetten imparatorluğa evrilen, demokrasinin işlevsel olarak yer almaya çalıştığı, kralın halka bazı yetilerini devir ettiği Magna Carta (MS 1215)  ve Fransız devrimi ile ulus devlet yaratma bilincine kadar devam eden bir zaman dilimini kapsar. Roma şehir devletini yöneten krallık hakkında çok fazla bir bilgimiz yok. Ama Mitolojik anlatım var. Mitolojik anlatıma göre Roma Şehir Devleti’ni Romus ve Romulus kardeşler kurar. Kurulan bu şehir devleti, zamanla, acımasız, katı yürekli ve kıyıcı bir kral olan Lucius Tarcunius Superbus tarafından yönetilir. Bu zalim kraldan rahatsız olan Şehirdeki soylular (bilgi egemen), Lucius Brutus önderliğinde, kralı devirerek yönetime el koyar. Ardından Cumhuriyetin (repuplica) kuruluşunu ilan ederler. Cumhuriyeti, krallık yetkisini üstlenen, bilgeler gurubu olarak tanımlayabileceğimiz, üst bürokrasi yönetimimde yer alan bir konsül tarafından yönetilmeye başlar. Bu konsülün dışında, Roma Şehir Devleti’nin başında bulunan yöneticinin karar alırken, danıştığı bir nevi ihtiyarlar meclisi olarak tanımlayabileceğimiz, senex (senato) kurumu da oluşturulur.

Kurulan sitemden anlaşıldığı gibi,  cumhuru yönlendiren ve denetleyen,  iki ayrı kurum olan konsül ve senato var. Şehrin savunması, savaşçılar tarafından sağlanır. Henüz asker veya askerlik kavramı, gelişmemiştir. Cumhuriyet kavramının başlangıcında savaşçı kimliği yönetim erkinde yer almaz.

Asker veya askerlik kavramı, Roma Cumhuriyeti’nin MÖ 509 yılında resmi kuruluşu ile tanımlanmaya başlanır. Savunma veya saldırı görevi için  “Lejyoner” birliği kurulur. Bir lejyon 30 askere sahipti, 10 birlikten oluşan guruplar halinde savaş düzeni alırlardı.

Süvariler, en prestijli birlikti ve özellikle politik kariyer yapmak isteyen zengin genç Romalıların yetenek ve cesaretlerini göstermek için tercih ettikleri sınıftı. Süvariler savaş donanımlarını kendileri sağlamakla yükümlüydüler. Savaş sırasında en önde yer alan bu birliklerin başında cumhurun seçtiği başkomutan bulunurdu. Bu düzen bir yerde Cumhurun (Halkın) güvenliğini sağlayan, günümüz tanımlaması ile ordu diyebileceğimiz, yeni bir erkle tanışır.

Günümüz Cumhuriyet kavramını, Fransız Devrimi ile ilişkilendirilir. Öne sürülen bu görüş, Demokrasisinin, Cumhuriyet kavramı içinde, insan hak ve özgürlüklerinin evrilip yeni bir şekil alması açısından doğru, ama Cumhuriyet kavramının ilk başlangıcı açısından yanlıştır.

Çünkü Cumhur kavramı MÖ 753 yılında anlam kazandığında henüz demokrasi kavramı ile tanışmamıştı. Bunun için 250 yıl daha bekleyecekti.

Cumhuriyetin, yönetim sisteminin, demokrasi ile tanışması, felsefenin üç şövalyesi sayılan Sokrates ( MÖ 469-399 ), Platon ve Aristo ile yeni bir boyut kazanacak, halkın iktidarı olarak tanımlanan demokrasi,  Cumhurun yalnızca, bilgeler ve ihtiyarlar heyeti tarafından değil halkın bizzat özgür iradesi ile seçilmesini sağlayacaktır.

Sokrates “Kendini bil” sözü ile yaşamın etik değerlerini sorgular, erdemin, cumhuru seçmede önemli etkisinin olduğundan bahseder.

Platon’un (MÖ 427-347) en önemli eseri olan Cumhuriyet “Republica” da, güvende ve eşit şartlar altında, birlikte yaşamı kurgulayan bir sitemden bahseder. Bireylerin kendi bilgi ve yetilerine göre; toplumun ortak yararına üstlenecekleri görevleri, halkın özgür iradesi ile seçilmesini önerir. Toplumsal yönetimi, yönetenler ve yönetilenler diye ikiye ayırır.  Yönetenleri de kendi aralarında, bilgeler sınıfı ve askerler sınıfı olarak ikiye ayırır. Bilgeler sınıfı yöneticilerini tanımlarken, ünlü cümlesi olan “Filozoflar yönetici olmalı, yöneticilerde filozof olmalı” sözünde tanımlar. Askerler sınıfının da, kendi görev yetileri içinde sınırlı bir alanda görev almaları gerektiğini anlatır. Ancak, bu yönetimi uygulamakla ideal bir devlete bu yolla ulaşılacağını söyler.

Aristo (MÖ 384-322) “Politika” adlı eserinde; ideal bir devlet yönetiminin; nasıl olması gerektiği üzerine araştırmalar yapmış; bu konuda en iyi sitemin Cumhuriyet olduğu kanısına varmıştır.

Bu üç şövalye den sonra; Kıbrıslı Zenon’un (MÖ 336-254) stoa felsefesi devreye girer. Stoa felsefesini temelde; insan düşünü ve emeğinin; erdemlerle donatılması ve bu donanımın Cumhuriyetin yönetim sitemine etkileşimi olarak özetleyebiliriz. Bu anlayışın en son temsilcilerinden biri olan; Roma İmparatoru Marcus Aurelius (MS 161-180) halkı denetlerken; imparatorluktan öte; tanrısal kimliğini vurgulayan övgülerle karşılaşır. Bu övgüler karşısında, sürekli kendisine “Unutma sen bir insansın” diyen en sadık arkadaşlarından birini yanında bulundurur. İmparator bu ifade ile “Tanrı insan” düşüncesini ayrıştırır. Tanrının egemenliğini siyasal düzenin dışında tutar. Siyasal düzeni insanın özgür iradesine bırakır.

Bu görüş bir yerde; laik düşüncenin öncüsü sayılabilir. Bu aşamadan sonra; 1215 yılında; Magna Carta (Büyük Özgürlükler Fermanı) imzalanmış… İlk kez kral kendi yetkilerini kısıtlamış; bazı haklarını; haklın özgür iradesine devretmiştir. 1789 tarihinde gerçekleşen Fransız İhtilali; mutlak monarşinin yıkılmasına neden olmuş, yerine, yeni bir cumhuriyet anlayışının kurulmasını sağlamıştır. Bu siyasal devrimin en büyük etkileşimi “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganı ile bireysel bilincin; toplumsal bilince dönüşmesi olmuştur.
Bu da; aynı siyasal çember; içinde, düşünü ve eylemleri ile ortak yaşam bilincini oluşturan özgür toplumun ortaya çıkmasını sağlar. Bunun adı, laik, sosyal ve hukukun üstünlüğünü sağlayan demokratik cumhuriyettir.

Dağılma sürecinde olan Osmanlı; Fransız İhtilalinin; siyasal ve sosyal sonuçlarından büyük ölçüde etkilenmiş; bu yüzden dağılma süreci; siyasal zeminden ekonomik zenime kaymıştır. Bu şartlar altında olan Osmanlı’nın yerine; Mustafa Kemal ve arkadaşları; Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş,  Cumhuriyetin mührü olarak da, 1 Nisan 1923 tarihinde Mecliste yaptığı konuşma ile “HÂKİMİYET KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR” sözü ile cumhuriyeti taçlandırmıştır.

Mustafa Kemal “Söylediklerim bir gün bilime ters düşerse; bilimi seçin” sözü ile cumhuriyetin tacına bilimin değerli taşlarını yerleştirmiştir. Yani; cumhuriyeti taçlandırmakla aklı özgürleştirmiş; özgür akla da bilimi yerleştirmiştir. Cumhuriyet,  insan olma yolculuğudur.  M. Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister. Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun.

CUMHURİYETİMİZİ KURAN VE KOLLAYANLARA ŞAN OLSUN. EMEKLERİ KUTLU OLSUN. CUMHURİYETİMİZ SONSUZA DEK VAR OLSUN. YAŞASIN CUMHURİYET.