Japonya adalar ülkesi. Çok eski bir uygarlık. Yeniyle geleneği bu denli birleştiren ülke yok desek yanlış olmaz. İkinci Dünya Savaşını sonlandıran atom bombalarının kentlerine atılması talihsizliğini yaşadı. Hiçbir ulusa atılmasını istemeyiz ama soykırım, Nazi toplama kampları, Avrupa’yı işgal, Rusya’yı işgale girişmek… tüm bu olaylar Japonların işi miydi? Bugüne dek soruyu soran olmadı.
Tokyo başkenti. Tokyo’nun nüfusu yaklaşık 40 milyon. Çok kalabalık ama hiçbir yerde bulunmayan bir düzen var. Ne Kalküta’daki, ne İstanbul’daki… keşmekeş var burada. Hayranlık duymamak elde değil.
Genlerde epey bir doğa hareketliliğinden sonra yeni bir ada belirmiş Japon denizinde. Ülke yeni “toprak kazanmış.” Böyle bir sonuç için ne denli yer hareketinin yaşandığını öngörebilirsiniz. Ne ki bir can yitimi haberi almadık. Varsa da benim bilgisizliğime verin! Zaten sarsılmadan geçen günleri yok. Bilinen gerçek. Uygulayımbilimi (teknoloji) öyle geliştirmiş ve yaşamlarına sokmuşlar ki insanlar eşsiz yarar sağlıyor. Gerçeklerden çıkarılacak dersler kesinlikle var. Öncelikle de ahlak dersi! 1980’den bu yana biçimde muhafazakarlaştıkça ahlaksızlaşan kitlenin tutsağı oldu tüm ülke. Saçını dolar modeli yapan, Kâbe maketi çevresinde tavaf eden, Kâbeli pasta yiyen, çocuklara tecavüzler bile irkilme yaratmayan, imar aflarını, koliler, içinden taş çıkan kömür çuvallarını, montaj görselleri, dağıtımdan gelen altın ulufeleri, katılım adıyla temizlenmiş kara paradan nemalanmayı… kâr belleyen bir toplum! Nur topu gibi. Al neresinden tutarsan tut. Eskiden bir “dokunmayan yılan,” “her koyun” özdeyişi vardı; şimdi neler neler eklendi. Bir tarafının kılıyım, çalıyor ama yapıyor, alnı secdeli, takiye, dokunmak ibadet, asrın pehlivanı, hele dur orada (one munite!), nas var kim oluyorsun, beş yapacam beş (sanki çamurdan yapacak)… Ahlak, edep mi dediniz? Duyamadım?..
İmdi sorsanız herkes kendini ahlaklı yana koyar. Tıpkı Aziz Nesin’in yüzde altmışındaki gibi. Çık içinden çıkabilirsen. Son demokrasi şenliğinde baskın oylar başka yönde kullanılsaydı hile hurda yetişebilir miydi? Gerçi evlere şenlik, on üç yıldır nasıl bir ana muhalefete bel bağlamışız, görüyoruz. Açığa çıktı. Yok hançer, Allah izin verirseler, kaçamak buluşmalar… Özgür Özel ve kurmaylarla yeni bir soluk aldık.
Yeniden Japon ahlakına dönelim mi? Zararlı çıkacağız ama deneyelim. Japon yönetici, sıradan Japon öncelikle ulusunu düşünüyor, ona göre davranıyor. Ahlaktan, yurtseverlikten ödün vermiyor. Ve bu davranışları aptallık saymıyor, yük, eziyet olarak algılamıyor. Uygulayımbilimde vardıkları düzeyi uzayla birlikte düşününüz. Yapay anlakla (zekâ) yersarsıntılarını da denetim altında tuttukları büyük olasılık. Sibernetik-robot uygulamaları eşsiz. Neredeyse robot ruh da edinmiş demek yanlış olmayacak. Ekonomi yönetimindeki ustalık bu başarının dayanaklarından. ABD ve Batıyla ilişkileri çok mesafeli ve düzeylidir. Türkiye bu yoldaydı 1923-1940 arasında; neler kaçırdığımızı, nasıl bu duruma, kıskanılacak yüksekliğe vardığımız anlaşılıyor mu? Bu arada ekleyeyim: Japonca ile Türkçe aynı dil kökünden, ailesinden! Bir de ahlakımız aynı kökten gelseydi…
YORUMLAR