Empati Yapmalıyız
E. Krippendorf’un tüm insanlığa çağrısı olan, “Eğer barış istiyorsan, bugüne kadar sürekli savaş üretmiş olan toplumsal koşulları değiştir” cümlesini hatırlatan Akademisyen-Hukukçu Neval Oğan Balkız’ın 1 Eylül mesajı da buna dair…
1 Eylül Dünya Barış Günü’ne özel bir değerlendirme yapan, Hataylı Akademisyen-Hukukçu Neval Oğan Balkız, “Barışın ne olduğunu tanımlamak, öncelikle ne olmadığını ortaya koymakla mümkündür. Bu anlamda barış, ‘sıcak bir savaşın, kavga ve çatışmanın olmadığı durum’ demek değildir. ‘Savaşmama /sıcak çarpışma içine girmeme, düşmanlığı geçici bir süreliğine askıya alma konusunda yapılan resmi bir anlaşma’ da değildir. Yalnızca dış siyaseti ilgilendiren ve uluslararası hukukun çerçevelediği koşullar dizini hiç değildir. Barış, insan hakları ile doğrudan bağlantılı bir koşullar bütünüdür. Bir hukuk durumudur. Bir düzendir. Öyle bir düzendir ki; kuruluşu, işleyişi ve ilkeleri dolayısıyla tarafların oluşmasına ve karşı karşıya gelmesine kendisi neden olmaz” dedi.
-ÜLKEMİZDE DURUM!-
Balkız, barışın Türkiye hallerine ilişkin yaptığı tespitinde ise şunları söyledi:
“Ülkemizde; tarihsel, sosyokültürel, siyasal ve ekonomik, demografik, sosyopsikolojik, hukuksal boyutların ve bağlamların iç içe geçtiği, farklı katmanları bulunan, çok yönlü yapısal ve toplumsal bir sorun olarak Kürt sorunu halen çözüm bekliyor. Sorunun ifade ettiği olgu, durum ve imgelem oldukça güçlü bir şekilde toplumsal yaşamın bütününü, bu yaşamın gerçekleştiği tüm zaman, mekan ve hafıza boyutunu -boyutun hem aşkın hem de içkin bir öğesi olarak- doğrudan etkiliyor.
Fakat toplum olarak bizler, yarattığı sonuçların bunca ağırlığına rağmen, Kürt sorununa, demokratik araçlarla, temel hak ve özgürlükler temelinde, toplumsal barışı kalıcı olarak sağlayacak bir çözüm bulma arayışlarına, çatışma ortamına son verecek koşulları oluşturma istemlerine yeterli ölçüde sahip çıkabiliyor muyuz?
Bu istemleri demokratik ve barışçıl yollarla dile getiren kesimlere, karşılıklı empatiye olanak tanıyan, sağduyulu bir bakışla yaklaşabiliyor muyuz?
Asıl sorun bu! Çünkü bu soruna toplumsal barışı kalıcı olarak sağlayacak ve tüm kesimlerin acılarına son verecek demokratik bir çözüm bulma olasılığı, ancak böyle bir yaklaşımın ve bakış açısının toplumsal yaşama hakim olmasıyla yaratılabilir.
Bu gibi sorunların çözümü için öncelikle, ‘insanın, kendini hasmının yerine koyması gerekir’… Taraflardan her birinin bir diğerine karşı taşımakta olduğu tarihsel ve güncel tüm önyargılarını aşmasının tek yolu budur. Zira önyargılarını aşmak, insanın doğasında bulunan bir şey değil. Öteki gördüğümüzü kabul etmek, onu reddetmekten ne daha doğal, ne de daha az doğal. Uzlaştırmak, birleştirmek, benimsemek, yakınlık kurmak, yatıştırmak bilinçli hareketlerdir. Sonradan elde edilen, öğretilen, geliştirilen hareketlerdir bunlar…
Bizler, Türkiye’de, gerek bireyler olarak ve gerek hukuksal bir insan kurumu olan devlet / iktidar olarak, böyle bir siyasi bilinç ve yapısal olanaklara sahip miyiz? Siyasetin önündeki engelleri kaldırma, demokratik söylem biçimlerini ve eylem araçlarını çoğaltarak, farklı olan talepleri de demokratik gereklilikler çerçevesinde dillendirme olanaklarını sağlamak yönünde yeterli bir istek ve irade taşıyor muyuz?
Hal buyken, E. Krippendorf’un tüm insanlığa çağrısı bu yüzyılda daha da anlamlı hale geliyor! Eğer barış istiyorsan, bugüne kadar sürekli savaş üretmiş olan toplumsal koşulları değiştir.” -Tamer Yazar-