Sabahattin Ali ve Aziz Nesin yönetiminde, ilk sayısı 25 Kasım 1946 pazartesi günü çıkan Markopaşa, 26×41 cm boyutunda ve 4 sayfaydı. Haftalık siyasi mizah gazetesi olarak sunulmuştu. Dönem, tek parti dönemiydi ve hükümeti eleştirmenin olanağı yoktu.
Gerek muhalif tavrı ve duruşuyla, gerekse de mizahi üslubuyla var olan yayınların hepsinden farklı olan gazete, başına gelecekleri görerek daha ilk sayıda okuyucuya sezdirmişti:
“Dostlar, komşular ve hanem halkı! Şişede de durduğu gibi durmaz kâfir; cepte durduğu gibi durmaz kalem. Helal edin hakkınızı, sayei kanunu matbuatta fıkra yazmağa gidiyorum.”
Markopaşa ilk sayısından başlayarak mizahın yalnızca bir eğlence aracı olmadığını, bir hiciv ve iktidara karşı bir mücadele biçimi de olabileceğini gösterdi, büyük bir ilgiyle karşılandı, altı bin basılan ilk sayısı, dağıtım güçlüklerine karşın, kısa sürede tükendi.
İkinci sayı on bin basıldı. Üçüncü sayı yirmi bin olarak piyasaya sürüldü. Gazetenin açık, meydan okuyucu ve provoke edici üslubu siyasal konuda bilgisi az olan, yan tutmayan insanları bile etkiliyordu. Kamuoyunda ve hatta Mecliste bile Markopaşa’nın söyledikleri konuşuluyordu. Halk, yöneticiler için söyleyemediklerini Markopaşa’da bulmuş mizah sayesinde sessiz bir tepkiye ortak olmuştu.
Sabahattin Ali başyazılarında emperyalizme karşı savaşan halklar ve Kurtuluş Savaşı vurgularını sıklıkla kullanıyordu. Yazılar, yaşanan zamandan duyulan hoşnutsuzluk, geçmişte yaşanmış her açıdan başarılı bir zamanla kıyaslanarak kaleme alınıyor, Cumhuriyet ilkelerinin özellikle Atatürk’ün ölümünden sonra tahrip edildiğini, emperyalizmle mücadele ederken, emperyalizme hizmet eder hale gelindiğini dillendiriyor, halk deyişlerini, türküleri, fıkraları, manileri ve kimi zaman da argoyu malzeme olarak kullanıyor, gerçek bir demokrasinin kurulması için bir gülmece havası içinde bütün özgürlük düşmanlarını karşısına alıyordu. Beşinci altıncı sayılarda gazetenin baskı sayısı altmış bine çıktı. Bu o günün koşulları içinde çok büyük bir satıştı. O zamanın günlük gazeteleri Vatan ve Cumhuriyet bile yirmi bini geçemiyordu.
Ancak tiraj artışı beraberinde siyasal baskıları da getirecek, giderek her sayısı bir başka basın davasına konu olacaktı.
1950 seçimleriyle iktidara gelen Adnan Menderes okuduğu hükümet programında, “Dışardan beslenen mizah dergileriyle de uğraşacağız!” diyordu. Dışarıdan beslenen bir dergi yoktu, ama hedefin yine Markopaşa olacağı anlaşılıyordu.
Menderes’in “Dışardan beslenen mizah dergileri” şeklindeki sözleri “Kökü dışarıda” terimine göndermeydi. “Kökü dışarıda” ilk kez 4 Aralık 1946 günü TBMM’de sıkıyönetimin uzatılmasıyla ilgili görüşmelerde Cemil Sait Barlas tarafından kullanılmıştı. Barlas konuşmasında Markopaşa’yı “Kökü dışarıda” ve “yabancı ideoloji” nitelemeleriyle suçlamıştı.
Barlas’ın sözleri ve her iki yazarın verdiği yanıt sonraki yılarda da sürekli toplumumuz gündeminde yer alacaktı. Aziz Nesin’in yazısından bir bölüm şöyleydi:
“…Yabancı sermayeye kapıları ardına kadar açarak kul köle oldunuz. Fikre ve ilme (düşünce ve bilime) gümrük duvarları çektiniz. Bu marifetiniz yetişmiyormuş gibi, şimdi de bir kök tutturmuşsunuz: kökü dışarda, kökü içerde, kökü havada ve sizin gibi kökü suda. Çok muzip adamsın vesselam. Nereden de bulursun bu acaiplikleri?
…Neden bizim kökümüz dışarda? Biz hürriyetin yüzüne çul mu örttük? Biz cebimizde firar pasaportları ve sahte nüfus kâğıtları mı taşıyoruz? Cüzdanlarımızda yabancı bankaların hesap defterleri mi var?
…Biz misalini(örneğini) dahi gördüğümüz ve her gün kulağımıza bir haberi uçurulan dayak, yağma talan, ölüm, zindan ve sürgün pahasına da olsa milletin menfaatine (çıkarına) olan hakikatleri söyleyeceğiz. Bunun için mi kökümüz dışarda?
Sizden her zaman daha kolay elde edebileceğimiz refahı teptiğimiz için, lütfedilen sandalyeleri kafalarında parçalayacağımız, tavsiye edilen menfaat ve rütbeleri suratlarına fırlatacağımız için mi kökümüz dışarıda?
…Ellerim rahattır Cemil Barlas, sana rey vermediler.”
Markopaşa, ulusal bağımsızlıktan yana, antiemperyalist çizgisiyle özgür düşüncenin ve demokrasinin evrensel ilkelerine işaret ediyordu. Ciddi adamlarla alay ediyor, iktidardakileri alabildiğine tedirgin ediyor, bunun karşılığında yazarları mahkûm ediliyor, gerek Sabahattin Ali, gerekse gazetedeki yazıların çoğunluğunu kaleme alan Aziz Nesin, hapishaneden yazılar yazıyor ve bu yazılar ziyaretlerine gelen arkadaşları tarafından gizlice dışarıya çıkarılıyordu. Gazetedeki karikatürleri o zamana dek adı duyulmayan Mim Uykusuz çiziyordu. Daha sonra bu kadroya Rıfat Ilgaz da katılacak, Sabahattin Ali adı ile özdeşleşmiş olan gazete, sonraları Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz adlarıyla anılacaktı.
Her kapatılışında farklı adlarla yayınını sürdüren Markopaşa, beş yılda yedi ad, dokuz matbaa, yedi yayın yönetmeni değiştirmek zorunda kaldı. Bu gazeteler hakkında 16 dava açıldı. Yazarların mahkûm edildikleri süre toplam sekiz yıl, iki buçuk ayı buldu.
Kısacası, gazeteyle ilgili hemen herkes cefa çekti, herkesin özel hayatı, aile düzeni bozuldu. Dahası, Sabahattin Ali gizi hâlâ çözülemeyen bir cinayete kurban gitti.
Markopaşa gazetesi mizah ve muhalefet tarihimizde benzeri görülmemiş bir örnekti. “Cadı kazanı” olarak adlandırılan bir dönemde algı, tutum ve alışkanlıkları tersine çevirmiş, halkı uyarmış, halkın umudunu, isteklerini dile getirmiş, tabu sayılan iktidar eleştirisini yaparak, siyasal ve toplumsal muhalefetin oluşmasında en etkin araçlardan biri olmuştu.
Aşağıdaki sözler gazetenin 6. sayısında yer aldı. İlk sayısında belirttikleri gibi, gerçekten de kalem cepte durduğu gibi durmamıştı:
“Bir şeyler açıklansa bile, birçok şeyler saklanıyor. Ne oluyor anlayamıyoruz. Ama bir şeyler, bir şeyler var ki, kokuyor, çok fena kokuyor.”
Orhan Tüleylioğlu
YORUMLAR