“Kendi kendine konuşana, deli derler.” Çocukluğumda ve ilk gençlik yıllarımda çok duyduğum bir atasözüydü. Açıkçası benim de konuştuğum olmuş, “acaba ben de mi deliyim?” diye kendimden kuşkulanmıştım. Yıllar geçtikçe, mevcut durumun delilikle alakası olmadığını ve normal olduğunu sevinerek öğrendim. “Kendi kendine konuşandan zarar gelmez.” Bakın işte, bu çok daha doğru. Neyse, artık biliyoruz ki insan kendi kendine konuşmalı… Konuşmalı ki; iç sesini dinlesin, soru sorsun, kendisiyle tanışsın, kendini tanısın… Sonra ömrü yeterse diğer insanları, yaşayan tüm canlıları, hatta cansızları tanıyabilsin.
Peki, siz hiç üstünde yazısı olan bir tabela veya afişle konuştunuz mu? Ben konuştum; orada yazılanlara öfkeyle cevap da verdim. Şimdi, diyeceksiniz ki, “Bak, bu işte normal değil!” En iyisi bunun cevabını, yazının sonuna bırakıyım, bırakalım. Belki de kiminiz bana hak verecek, “Evet, bir tabela veya afişle konuşulabilir (miş),” diyeceksiniz.
Biliyorsunuz, 2020 ve 2021’de Corona enfeksiyonu (Covid 19 pandemisi) dünyayı kasıp kavurdu. Sonraki yıllarda hız kesmekle beraber günümüze kadar devam etti. Hemen hemen herkesin uzak veya yakın akrabalarından kayıpları oldu. Kimisi birinci dereceden yakınlarını kaybetti. Hastalandık ve dört duvar arasında mahpus kaldık, mahkûm edildik. Evden çıkanlara para cezası verildi. O zamanlar dışarı çıkılmaması ve evde kalınması için pek çok yoldan insanlara haber verildi. TV’da, gazetelerde, hastanelerde, devlet dairelerinde, marketlerde, AVM’lerde… akla hayale gelecek her yerde el broşürleri, uyarılar, afişler, tabelalar… Corona enfeksiyonu şiddetini kaybettikçe saydıklarım yavaş yavaş azaldı. Çoğumuz farkına bile varmadık afişlerin, tabelaların ve el broşürlerinin azalarak neredeyse yok olmalarını…
6 Şubat 2023 depreminde pek çok insan hayatını kaybetti. Eğer yıkılan binaların altında kalmayıp çıkabilseydiler, hayatta kalacaklardı. Ben ve benim gibi pek çok insan sağ salim evinden çıktı gök gürlemeli, şiddetli bir yağmurun yağdığı, soğuk bir havada. Artık nasıl gelişeceği belli olmayan bir gelecek için planlar yapmalıydım.
Mart 2023’te Ankara’dayım. Depremin üzerinden bir ay kadar geçmişti. Ankara’nın merkezinden 40 km uzakta, Sincan’da; henüz bitmeyen 17 yıllık bir kooperatif evimiz vardı. Belki de deprem nedeniyle işlemler hızlandırılabilir, kısa bir zaman sonra eve ailecek taşınıp yerleşebilirdik.
Doğalgaz, su, elektrik abonelikleri ile uğraşırken, şu anda neresi olduğunu unuttuğum çok katlı büyükçe bir binanın önüne geldim. Aslında telefon ettiğimde beni buyur edecek, evini açacak, bana sarılarak acımı paylaşacak 15-20 sınıf arkadaşım, 5- 10 akrabam vardı. Çoğu ya telefonla ulaşmış ya da mesaj çekerek davet etmişlerdi. Ama depremin ruhumda açtığı derin tahribat nedeniyle kim olursa olsun sarılır sarılmaz, sarsıla sarsıla ağlayacağımı, gözyaşlarına boğulacağımı, bu sürenin uzun olacağını, belki de tir tir titreyerek devrilip bayılacağımı tahmin edebiliyordum. Aman Allah’ım, bu ne biçim zayıflık, bu ne biçim güçsüzlük! Kimseyi aramadım. Binanın karşısında uzun süre yapayalnız, çakılı bir şekilde kaldım. Binayı enlemesine kat eden, büyük, beyaz bir bez afiş vardı. Rüzgârla hafifçe öne doğru şişmişti. Üzerinde şu yazılıydı: “Evde Kal Ankara.” İşte o zaman kendi kendime konuşmuş ve afişe cevap vermiştim: “Böyle veya benzer bir depremde, sıkıysan evde kal Ankara!”
Bilmem, bana hak verdiniz mi? Bazen bir afişle veya bir tabela ile konuşulabilir miymiş? Çoğunuzun, “Evet, konuşulabilirmiş,” dediğini duyar, görür gibiyim.
Ocak 2025, Eskişehir
YORUMLAR