Binlerce yıllık geçmişini, toprağından çıkan mozaikleri ile tüm dünyaya anlatan Harbiye’nin ‘Antakya’ kokan eski evlerinin hikayesi genelde es geçilir,aslında bir yok oluşun hikayesidir onlara dair anlatılan…
Gelişen ve büyüyen Antakya’nın betonlaşan kimliğinde ayakta kalmaya çalışan evlerinin ‘ahşap’ ve ‘taş’ hikayesini sık sık anlatırız. Anlatılan hikayelerin, aslında bir yok oluş hikayesi olduğunun altını çizmeye gerek var mı? Olmalı! Çünkü bir benzerine, hemen yanı başındaki Harbiye’de rastladık geçtiğimiz günlerde. Ana yoldan içeriye yürüyüp de yeşillikler içindeki bir bahçenin orta yerinde… Eldeki iki fotoğraf karesini yan yana tutup, ‘aradaki fark ne’ diye sorduk ardından! Fark çoktu! Eldekinden kalan ise yoktu!
Bu coğrafyanın kendi ‘dün’ hikayesine bu kadar ‘uzak’ ve bu kadar ‘yabancı’ kalışına şaşırmak mı gerek, yoksa mevcut coğrafyanın varlığını envanterine kayıt etmesi gerekenlerin ‘olanı biteni izler’ haline öfkelenmek mi? Sizce hangisi?
-Tamer Yazar-