Mevsim güzdür. Ahmet Haşim, Gülhane Parkı’nda, yalnız dolaşmaktadır. Sararıp dökülen yapraklar eşlik eder ona. Bir sonbahar saldırısının izleriyle doludur park. Duygulanır şair, doğayla kendi arasında gizli bir konuşma başlar. Parktaki basamaklı yolu, o yoldan çıkış ve inişleri yaşama benzetir. Evine döndüğünde ünlü “Merdiven” şiirini yazacaktır:
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza konar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Birçoğumuzun her gün inip çıktığı, günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olan merdivenler, şiirin de ayrılmaz bir parçası olmuştur. Merdivenin insan yaşamındaki yeri, uzam ve çaba bağlamında ele alınır. Şair, sözcüklerden merdivenleri inip çıkarken, aşkları, kırgınlıkları, umudu, umutsuzluğu, yalnızlıkları kısaca yaşamı anlatır merdiven imgesiyle. İşte, Rıdvan Dansuk’un “İlk Aşk” adlı şiiri.
Platonik bir merdivendin
tırmandıkça basamaklarına
ne çabuk büyüdüm
kötü notlar aldığında
herkesten gizli en çok ben ağlardım
Mahalleden taşınıp gidince bir gün
bir çığ gibi yuvarlandım basamaklarından
Yıllar yılları basamaklar basamakları kovalar. İlk aşktan yolun yarısına hızla çıkılır merdiven. Kenan Sarıalioğlu ise çocukluğuna, merdivenlerden inerek ulaşır:
Yapayalnız bir yaz akşamı
Mezar gülleriyle sildim yaşımı
Kırk merdiven indim, soğuk yatakta
Babamın dizine koydum başımı
Umutla umutsuzluk iç içedir. Yükü ağırdır şairin. Kırık bir merdivenden akar duyguları. Dizelerin arasından akan özlem sularına karışır yüreği. Ümit Sarıaslan’ın şiirindeki gibi:
Kırık bir merdiven yüzüm ağarır alnına şafağın
Her ayağından bir ırmak kurtulsun diye umudun
Kumu sayınca güneşle yanar sahra bilinsin
Aynı denizin kıyısından çekilecek bütün çöller şimdi
Ayrılıkları, özlemleri, hüzünleri, sözcüklerle tamir eden bir başka şair de Mehmet Yaşın’dır. Şair, annesine adadığı bir kitabına “Işık Merdiven” adını vermiştir:
OKU!
O ki sana kalemle yazmayı öğretendir
O ki sana koşulsuz sevmeyi bildirendir
Oku ve suda yükselen kaya üstüne yaz ruhunu
Şairsen kendini ölümün yüzüne oku
Hangi tanrı evcilleştirebilir sevgini
Yüz çevirmeleri ağırına gitmişse
Göğe merdiven kur ki görsünler mucizeni
Hüseyin Atabaş, “Fotoğrafta Üç Adam” adlı şiirinde Sivas kıyımında öldürülen üç şairimizin, Madımak Oteli’nin merdivenindeki sessiz bekleyişlerini anlatır:
Fotoğrafta işlevsiz bir merdiven
merdivende üç adam, üçü de şair adam
Çenesinde birinin eli,
birinin eli batmış yanağına
ötekinin elinde bir sopa ve sigara
Kalem tutan, okşayan, tokalaşan o ellere
dokunsam dörtnala geçiyor zaman,
dokunmasam gökyüzü düşecek
üstümüze
Sivas’ta gece sabahı ararken!…
Merdivenlerdeki üç şair, Metin Altıok, Behçet Aysan ve Uğur Kaynar’dır. Hüseyin Atabaş’ın “birinin eli batmış yanağına” dediği şair Behçet Aysan, “Denize İnen Merdiven” adlı bir şiir yazmıştır:
demiryolu boyunca yürüdüm
kara bir gökyüzü yanımsıra
yürürdü.
ve fabrikalara
işçi taşıyan ağır ve hantal
otobüsler
yaşadıklarım
da yürürdü.
karartma geceleri
aydınlık serçeleri
yürürdü
bir günebakan
acıdan dinamitler
kitli kapılar
sinmiş umutlar
güneşi ısıran sessizlik
ve cehennem
ve sevdam
hepsi yürürdü.
bir de bakardım
yol bitmiş
Gültekin Emre’nin şiirinde, bir günden ötekine yürüyen merdivenlerle çıkılır:
Yürüyen merdivenlerde yürüyor yürüttüğüm günler
(yürüttüm mü? neden? nereden?)!
Yüzsüz, yorgun, sapkın ve yapayalnız, olmalı şaşkın
Belki biraz haspa, peralı ya, alkolik biraz da
Ne olabilir ki, dikkat et şiir olta arıyor
Yemle oltayı, sallandır denize
Deniz, hani o uçsuz bucaksız mavi göze
Kıyısı bir zamanların Berlin duvarı
(ne zaman batının hışmına uğrar kim bilir?)!
Kalın bir telefon rehberi(adresler kitabı mı?)!
Orda yatar nice vatan evladı, ölüler
Yıllarca yaşayanlarla komşu
Unutulmaz altyazısız resimler gibi
Yürüyor işte kara tren de haritasız
Günler tespih çeker, volta atar dağlara karşı
Dalgalanan bir bayrak gibi açar bağrını
Siz sormadan soruyu ben sorayım size akşamcı abiler
Burdan memleket acep ne kadar çeker
Yürütülen ne, yürüten kim, merdiven nerde
Peki bu gecelere ne oldu, ya bu aya
Neden deli eder insanı bu solu soluveren çiçekler
Adresleri belli telefonlara cevap vermeyenler
Neden aranır hep, neden kulakları çınlatır.
Sunay Akın, insanlara okuma ve kitap sevgisini aşılayan; gösterileri ve benzersiz kitaplarıyla okurlarına aynı zamanda bilmeyi, araştırmayı, öğrenmeyi de öğreten bir yazar ve bilge bir şairdir:
Ah! Şu benim şair yalnızlığım
bir yangın merdiveni gibidir
umut apartmanının arkasında
pas tutarken yüreğim
ayakta duruyorum yıkılmadan
çocukların kayacağı bir tırabzanım olmasa da
Gündelik yaşamımızda merdiven, genellikle başarıya ulaşmanın aşamalı ve emek gerektiren bir süreç olduğunu vurgulamak için kullanılan bir metafor olarak çıkar karşımıza. Bu metafor, başarının kolayca elde edilemeyeceğini, tersine tıpkı bir merdiveni tırmanmak gibi sabır, kararlılık ve sürekli çaba gerektirdiğini ifade eder.
Toplumsal sarsıntılarla dolu bir zaman diliminde yaşayan ve faşizme karşı yürüttüğü tutkulu kavgası toplama kamplarının cehenneminde henüz 27 yaşındayken son bulan Jura Soyfer, “Afiş Yapıştırıcısının Şarkısı” adlı şiirinde, bu merdivenin bir yararı olmadığını söylemiştir:
Nasılsa hayata adım atan insana
Üç şey verilir hayat yolunda:
Küçük bir merdiven,
Bir fırça, bir de kova.
Derler ki sonra, böyle bir merdiveni
Herkes yanında taşır;
İnsanlar eşit olduklarından bugüne bugün,
Herkesin yükselme şansı vardır.
Ancak bir düzine yıl geçince
Anlar zavallıcık işin iç yüzünü
Bir yararı yok bu merdivenin,
Fırçayı yiyen hep ben olduktan sonra,
Anlamı yok inip çıkmak için didinmenin,
Kovayı hep ben taşıyacağım nasıl olsa.
Her insan hoşlanır, hayatının afişini
Şöyle rengârenk ve yükseklere yapıştırmaktan.
Kim ki hem kurnaz hem de edepsizdir ancak o başarır
Basamak basamak daha yükseklere erişmeyi.
Yukarıda bayağı iyi yapar yapacağını
Ve bırakmaz yanına çıksın başkaları;
Onlara gelince, boyunları büküp,
Ta aşağılarda, dökülenleri toplamak düşer ancak.
Sende vurursun hayatım dediğin artığı duvarlara
Sonra zamanın gelir, kazınıp gidersin;
Boynun bükük, toplarsın merdivenini,
Öğrenmişsindir artık öğreneceğini:
Bir yararı yok bu merdivenin,
Fırçayı yiyen hep ben olduktan sonra
Anlamı yok inip çıkmak için didinmenin
Kovayı hep ben taşıyacağım nasıl olsa (Çev.: Ahmet Cemal)

YORUMLAR