İçinde sayısız hikaye barındıran eski kentin dar sokakları boyunca sıra sıra dizili evlerin yaşam kokan hallerinden çok az şey kaldı geriye.
“Bu kentin eski, virane ya da terk edilmiş taş bedenli ahşap evlerini görünce, durur bir hayale bırakırım kendimi” diyenler o kadar çok ki… O evlere bakan gözler, ‘bir zamanlar’ diye başlayan dünü hayal eder… En çok da, bu evlerin kapılarına ekli demir tokmaklarının fısıltılarını…
Üzücü ama… Dün de bugün de onlara dair söylediğimiz şey değişmemiş… Hala ne mi istiyorlar. Tek bir şey! Korunmak, sahip çıkılmak, hatta envantere kaydedilmek, bu kent adına bir şeyler anlatılırken o hikayelerin içine dahil edilmek. Bunu yapar mıyız, yoksa yok olmalarını seyre dalar, bekler miyiz? Hangisi bilinmez ama, sayıları azaldı, o kapıları çalanların Antakyalı kimliği de!
Biri şöyle yazmış, adımladığı Antakya’ya dair:
“Affan’da dolaşırken, el şeklindeki kapı tokmakları hemen dikkat çekiyor. Bir parmağı yüzüklü, avucunda bir küre tutan bu eller, ev sahibinin mesleğini hakkında ipucu da veriyormuş. Örneğin yüzük orta parmakta ise zanaatkar, yüzük parmağında ise din adamı gibi anlamları varmış. Bir diğer olasılık ise, yüzük şayet yüzük parmağında ise burada evlilik çağında bir kız yaşıyor demekmiş.”
İçinde sayısız hikaye barındıran eski kentin dar sokakları boyunca sıra sıra dizili evlerin yaşam kokan hallerinden çok az şey kaldı geriye. Ama anlatacak hala çok hikayesi var bu kentin. Ama korumasını bilirsek! -Tamer Yazar-