Antakya için konuşulurken söylene gelen bir şey var…“Antakya sokakları dar, Antakya sokakları bir kişilik. Sen giderken ben gelemem. Bir gönlümü bahar almış, bir gönlümü yaz… Antakya sokakları bir kişilik, öte git biraz…” Peki, o dar alana sıkışmış kentin hikayesinden ne kadarı kaldı?
Onlara dair eskilerin kelimeleri arasında ilerleyenlerin ‘bir zamanlar…’ diye başlayan hikayelere dalan gözleri, bugün gördükleri ile karşılaştırıyor o dünü ve hep tekrar edilende bir kez daha duruyor… “Ne zamana, ne yağmura ne de yalnızlığın çaresizliğine dayanabildiler. Bir zamanlar, çocukların koşup oynadığı koridorlarında sessizlik hakim şimdi. Birbirinden leziz yemeklerin kokuları ile dolan mutfaklar ise o sessizliğin hüznünü taşıyor. Belki o yüzden, yapabildiği tek şeyi yapıyor! Gidenlerin arkasından bakan yorgun bedenini, ayakta tutmaya çalışıyor…”
Hikayeden arta kalanı kurtarmak isteyenlerin cümleleri mi? Değişmiyor… “Kurtaramadık madem, hatta unuttuk, yok olmalarına izin verdik ve yanı başlarından hiçbir şey olmamış gibi geçip gittik, hatta gözümüzü kulağımızı kapattık ve birbirimize dahi olanları itiraf etmedik… Ama en azından o unutulmuşluğun bugüne ekli tehlikesine önlem alınmasını istiyoruz. Her gün çocuklarımız geçiyor bu evlerin yanı başından, bizler geçiyoruz, arabalarımızı hemen yanı başlarına park ediyoruz. Olacaktan korkuyoruz. O yüzden ‘olan oldu’ demeden, önlem alınsın istiyoruz…”-Tamer Yazar-