Önceki gün, araştırmacı-yazar Uğur Mumcu’nun hain bir suikast sonucu katledilişinin 25. yılı idi.
Bundan 25 yıl önce, kendine toplumu aydınlatma, çağdaşlığa doğru yönlendirme, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkma, ülke yararını ve geleceğini her türlü kişisel beklentinin önünde tutma, çıkar hesapları ile hareket etmeme konusunda uyarma görevini üstlenmiş bulunan Uğur Mumcu, evinin önünde otomobilinin altına yerleştirilen bir bombanın patlatılması sonucu aramızdan alınmış idi.
Aradan 25 yıl gibi insan ömrü için azımsanmayacak bir süre geçti. 25 yıl, yani çeyrek asır. Bu süreç içerisinde, şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, Uğur Mumcu’nun yazdıklarının, söylediklerinin, toplumu uyarmak ve uyandırmak için gösterdiği çabanın ne kadar doğru, haklı ve yerinde olduğunu bir kez daha görüyor, anlıyor ve bu nedenle de O’nun vakitsiz bir şekilde bizlerden alınışının ne denli büyük bir kayıp olduğunu bir kez daha yüreklerimiz yanarak, acıyarak hissediyoruz.
Uğur Mumcu sanki bu günleri görmüş, olacakları, içinde bulunulacak durumu, ülkenin karşı karşıya kalacağı sorunları, emperyalist güçlerin dünya genelinde uygulamaya koymak için hazırladıkları tezgahı, bu tezgahın bölgemize olası etkilerini bir kahin gibi anlamış ve bu nedenle de toplumu uyarma ve uyandırma zorunluluğunu hissetmiş idi.
Şimdi bir Uğur Mumcu’nun uyarılarına, söylediklerine, yapmamızı istediği mücadeleye ve buna karşı bizim tutunduğumuz tavırlara, birde şuanda geldiğimiz duruma bakıyoruz.
Bu bakış sonucunda da kendi kendimize şu soruyu sorma ve özeleştiride bulunma gereğini duyuyoruz.
Acaba biz Uğur Mumcu’nun uyarılarına kulak verdik mi?
Acaba biz olası tehlikeleri görerek gereken önlemleri aldık mı?
Acaba biz ülke yararını kişisel beklentilerimizin üstünde tutma erdemliliğini gösterebildik mi?
Acaba biz, kendimizin, çocuklarımızın, torunlarımızın bir ve bütün olarak huzur içinde yaşayabilmeleri için gereken ortamın oluşması yolunda kendimize düşeni yaptık mı?.
Yoksa bunların tamamını öteleyip, sadece kendimizin ve çevremizin cüzdanını doldurma yolunda kişisel bir arayış içine girme erdemsizliği içindemi olduk?
İşte bu soruları kendi kendimize sorarak cevaplarını tarafsız bir görüşle almaya kalkıştığımızda, vereceğimiz notun hiçte iyi olmayacağı net bir şekilde görülür.
Başka bir anlatımla, bugün Uğur Mumcu aramızda olsa ve bizlere bir not verme görevini üstlenmiş olsa idi, vereceği not hiçbir şekilde geçer not olmayacaktı.
Görünen o ki, 25 yıl içerisinde ne yazık ki biz ileriye değil geriye doğru adımlar atılması yolunda tutum ve davranışlara sadece seyirci kalmış, görevimizi yapmamış bir konumdayız.
Eğer görevimizi yapmış olsa idik, eğer Uğur Mumcu’nun uyarılarına, olası tehlikelere dikkat çekmelerine kulak vermiş olsa idik, eğer sadece cüzdanlarını düşünen sahte liboşların üremesine ve palazlanmasına sessiz kalmasa idik, bugünlere gelinmez, ülkemizde demokrasi, özgürlükler, insan hakları, çağdaş görüş ve anlayış arayışları süre gelmez, neden bugünlere geldik, neden hala çağdaşlaşma, demokratikleşme, özgürleşme, birlik ve bütünlük arayışı için çırpınıp duruyoruz sorularını kendi kendimize sormazdık.
Bu nedenle, aramızdan ayrılışının 25. yılında, Uğur Mumcu’ya karşı görevlerimizi hakkı ile yaptık ve yerine getirdik dememiz mümkün olmadığından “Vurulduk ey halkım unutma bizi” sözünü anımsama gereğini duymazdık.
Nur içinde yat Mumcu. Uyarılarına kulak veremediğimiz ve hala uyanamadığımız için senden özür diliyoruz….
YORUMLAR