Seçim Tarihi yaklaştıkça iç siyasette sertleşme ve restleşme giderek artıyor. Bunun sonucu olarakta , sanki bir daha yüz yüze gelinmeyecekmiş , sanki bir daha beraber olunmayacakmış gibi tutum ve davranışlar sergileniyor.
Oysaki bugün, güney sınırlarımızda Afrin’e yönelik başlatılan bir askeri operasyon nedeniyle iç siyasetteki sertleşmelerin ve restleşmelerin yerini daha ılımlı, daha uyumlu ve daha kucaklayıcı bir tavır ve hareketin yer alması beklenirken, bunun aksinin yapılması kamuoyunda üzüntü ile karşılanmaktadır.
Elbette ki TSK Afrin’de, ülke yararı için mücadele verirken, iç siyasette de herkes köşesine çekilip oturmayacaktır. Hayatın olağan akışı devam edecektir. Ancak bunlar yapılırken, ülkenin içinde bulunduğu zor koşullarda gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu konuda en büyük görev ve sorumluluk ülke geleceği açısından karar verme ve kamuoyunu yönlendirme görev ve yetkisinde bulunanlara düşmektedir.
Bunun böyle olduğunun, gerek iktidar ve gerekse muhalefet kanadı tarafından bilinmesi, kabul edilmesi ve ona görede ülke yararına olacak olan en doğru yolun ve tutumun yaşama geçirilmesi gerekir.
Ama ne gezer?…
Ortam gerildikçe geriliyor. Siyasi alan sertleştikçe sertleşiyor. Konuşmalar, restleşme havasına büründükçe bürünüyor…
Böyle oluncada kamuoyunun beklentileri bir türlü karşılanamıyor. Toplumun neredeyse ikiye bölünme ya da ikiye ayrışma tehlikesi ile karşı karşıya kalınması gibi üzücü bir durum ortaya çıkıyor.
Değer mi bunlara?…
Bir tarafta ülke yararı ve yurttaşlarımızın, onların çocuklarının, torunlarının geleceği söz konusu. Ülkenin üzerindeki karanlık bulutların bir an evvel dağıtılması suretiyle aydınlığa ve güneşli günlere kavuşabilme beklentisi.
Öte yandan ise kişisel beklentiler ve hesaplar.
Terazinin iki kefesine bunları karşılıklı koyduğumuz zaman acaba hangisi daha ağır basacaktır?…
Elbette ki ülke yararı ve ülke geleceği için yapılması gerekenlerin yer aldığı kefe daha ağır basacaktır.
Gözleri kapatan ve gerçeklerin görülmesini engelleyen perdenin hızla kaldırılması, gerçeklerin ,ülke yararına olan tutum ve davranışların görülerek, vakit geçirilmeden uygulamaya konulması için herkesin kendine düşen sorumluluk bilinci içerisinde hareket etmesinin bir yurttaşlık borcu ve görevi olduğu hatırdan çıkartılmamalıdır.
Gözleri hırs, kin ve nefret duyguları bürüdüğü, sadece kişisel beklenti ve gelecek hesaplarına göre hareket edildiği, adımlar atıldığı takdirde, bunun hem ülkemize hemde bu durumların oluşmasına neden olanlara hiçbir yarar sağlamayacağı, aksine onarılması neredeyse olanaksız hale gelecek olan zararlara neden olacağı bilinmeli ve hatırdan uzak tutulmamalıdır.
Sağduyu sahipleri, herkesin bu bilinçle hareket etmesi gerekliliği doğrultusunu gösteriyor.
Tehlikenin, içinde bulunulan büyük tehlikenin farkına varılmalı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öğütleri , uyarıları bir kez daha hatırlanmak suretiyle, uykudan uyanılmalı ve rehavet halini silkinerek üzerimizden atmak suretiyle ,Atatürk ilke ve devrimlerinin ışığında kendimize düşen görevi eksiksiz olarak yerine getirmeliyiz.
Ülkemizin, çocuklarımızın , torunlarımızın geleceği açısından, yarınların çağdaş ve aydınlık bir dünyaya kavuşmamızı sağlayabilmesi açısından, bu uyarılara kulak vermeli ve üzerimize düşeni yapmalıyız.
Demokrasilerde koltuklar kalıcı değil, geçicidir. Bu gerçek unutulmamalıdır.
Bunu bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz…
YORUMLAR