Hangisi Bizim Antakya?
“…her sağlam sükûtun temelinde birbirine yaslı ağır cümleler vardır…” diye fısıldayan bir kentin o ‘ağır’ denen cümlelerinde hangi kelimeler var, biliyor muyuz? Peki, bugün o her bir kelimede ‘mola’ alıp, ne kadarı kalmış, bakalım mı? Yaşandığı düşünülen sessizliğin çatırdayan kısmında çökenlere bakalım…
Antakya için çok şey söylendi şu ana dek, çok şey yazıldı ve söylenmeye de yazılmaya da devam edilecek. Bu kente dair sevdasını anlatmak isteyen birinin paylaşımına ise şu dizeler düşmüş…
Gözlerimi daha yakından görmek istiyormuş gibi eğilerek:
-Bu sevda hâlâ geçmedi mi? – diye sordu.
İliklerime kadar ürperdiğimi hissettim.
Gözlerimi indirerek titreyen bir sesle:
-Hayır!- dedim.
Bu benim, kendi kendime bile etmekten çekindiğim bir itiraftı.
-Peki, daha ne kadar sürecek? – dedi.
-Ebediyete kadar! – dedim…
-SEVMEMİŞİZ!-
Bir yazarın ifadesine göre, “Hayat, hikayedir… Ve bir insanı sevmek, onun hikayesini sevmektir…” Peki, binlerce yıllık bir geçmişin biriktiği yerde oluşmuş bu kenti emanet aldığımız insanları hiç mi sevmedik, sorusu geliyor akla! Geldiğimiz son hal, bunun karşılığı mı? Bu şehrin yorgunluğu bundan mı? Anlatılagelen hikayenin bir başınalığı hele ki!
-HATIRLADIKLARIMIZ!-
Bugünün Antakya’sında dolaşırken, adımlarınızın altında uzanan yola dökülen ziftin asfalt haline, çimentonun beton haline ve ara ara da taş sokakların o ilk haline rast gelmeniz mümkün! Yaşanan bu karmaşaya bakıp da, bu kent adına hala ‘konuşma cesareti olan’ kent idarecilerini izlerken şaşırıyorsunuz! Şaşırırken de, düne ekli umudun sloganında söylenenleri unutmuyorsunuz! Özellikle de, tarihler Nisan 2013’ü gösterirken, dönemin Antakya Belediyesi ile Bursa Belediyesi işbirliğinde hayata geçirilen bir projeyle, dar sokakların Antakya’sı adına ‘beyaz bir sayfa’ aralandığını söyleyenleri! Ve o söyleyenlerin kestiği kurdele ile başlatılan bir ‘sağlıklaştırma’ çalışmasıyla taş duvarlara çalınan umudun rüzgara savrulan sloganlarını! En çok da… Eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, “Sayın Altepe (Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe), bundan birkaç yıl önce ilçe belediye başkanıyken kısıtlı imkanlara rağmen öyle güzel işler yaptı ki adeta Bursa’nın tarihini yeniden ayağa kaldırdı. Bir tarihi eserin açılışı için bizi de davet etti. Ankara’dan kalkıp Bursa´ya gittik. Eserin açılışında sohbet ederken, ‘Burayı tebrik ediyoruz fakat yetmez. Bir de Antakya´da Hatay´da mührünüz olması lazım’ dedik. Sağ olsunlar kırmadılar. Teknik ekip ve çalışma arkadaşlarını göndererek, buradaki belediye başkanımızla beraber güzel işler ortaya çıkardılar” deyişini, ya da dönemin Antakya Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın, “Yaklaşık 1 ay önce başlayan çalışmalar hayırlısıyla tamamlanır ve Antakya’mız örnek bir uygulamaya kavuşmuş olur” ifadesini…
-BUGÜNE KALAN!-
Kitaplara konu olmuş bu kentin size tam olarak ne anlattığını bilmiyoruz ama, bugün bu kent adına anlatmaya çalıştıklarımız adına 3 fotoğraf karesi paylaşıyoruz. Hem siz okuyanlar, hem bu kenti yönetenler için!
Paylaştığımız 3 fotoğraf, 3 Antakya hikayesi anlatıyor. İlki, taş bir yolun Antakya’sını… Peki, gördüklerimiz mi? O taş yolun etrafındaki evlerin boyası yapılmış yapılmasına da, sprey boyalarla da tüm bedenleri karalanmış! Şiirler yazılmış, bazen de küfürler! Yolun her iki yanında uzanan ‘dün’ yanı başından geçenlere ‘HAYATTAYIM’ diye bağırsa da, duyuramamış sesini! En sonunda o da vazgeçmiş… Ondan vazgeçen bugünden vazgeçmiş…
Diğer biri ise beton bir yolun Antakya’sını anlatıyor… Adımlarınızın altında hissettiğiniz soğukluğa kendi yalnızlığını ekliyor. ‘Kader’ deyip geçişleri de! Yarının ona daha ne ekleyeceğini bilmese de, tahmin eder bir hali var! Biraz yorgun… Biraz vazgeçmiş… Biraz öfkeli… Biraz yıkık… Biraz dökük… Çokça da kirli…
Sonuncu hikaye mi? Bugüne en yakın olanı… Asfalt dökülen, zift kokan, ‘yaptık-oldu’ denilen, kimsenin görmediği (!) – duymadığı (!) – bilmediği (!), sessiz kaldığı… Bununla da ‘ONAY’ gördüğü!
-ONLAR, KİMLER?-
Buraya kadar anlatılanlar, verilen tüm o sözlerin ‘PERDE’ dediği ve seyre daldığımız trajedinin de sona erdiği ‘FİNAL’ sahnesi aslında! Peki, o ‘PERDE’ anında sahnede birikip de, bu geldiğimiz, getirildiğimiz hal için ‘ALKIŞ’ bekleyenler kimler? Eldeki bu 3 fotoğraf karesinde biriken ‘GÜNAHLARIN’ sahipleri kimler? Olan biteni izleyenler, ama ‘SUSANLAR’ kimler? Görenler, ama görmemek için yüzlerini hep başka taraflara çevirenler kimler? Duyanlar, ama duymamak için kulaklarını tıkayanlar kimler? Bilenler, ama ayağa kalkmak yerine, ‘yaptık-oldu’ denene omuz verenler kimler? -Tamer Yazar-