İyi günler sevgili okuyucu.
Günümüzde artık siyasi görüş bildirmek, bir oylamada tercih ortaya koymak, fikir beyan etmek oldukça zor hale geldi. Tarihte böylesi zor dönemler yaşayan, diktatörlüğün, halkı ve toplumu derinden yaraladığı birçok örnek bulmak mümkün. Her daim dünyayı akıl almaz bir savaşa sokan Alman lider Hitler örnek gösterilir. Ancak Güney Amerika ülkesi Şili’de 1973’te başlayan karanlık dönemin 1988 referandumuyla yeniden aydınlığa çıktığı enteresan bir tarih sayfası da mevcuttur.
İşte tam da bu aşamada, Türkiye hayati bir referandumun eşiğindeyken, süreç ve yaşananlar da büyük bir benzerlik içinde iken, Yönetmen Pablo Larrain’in 2012 yılı yapımı “NO” adlı filmi Türk solunun dersler çıkarması gereken izlerle dolu.
Oldukça keyifli bir konusu olan bu filmi izleminizi ve günümüzde büyük bir sessizliğe ve umutsuzluğa gömülü olan “Hayır” tercihinin aslında belki de iyi bir kampanya ile sonuç alabileceğini deneyimleyebilirsiniz.
İzleme şansı bulamayacak olan okurlarım için minik bir özet sunayım.
1973 yılında, Şili’de, sosyalistler ilk kez seçimle iktidara gelirler ve başkanlığa solun ortak lideri Allende geçer. Hızla reformlara giren yeni iktidar, özellikle ABD’nin hoşuna gitmemektedir. Birçok resmi kaynağın kabul ettiği üzere, ABD’nin desteğiyle Şili de kanlı bir askeri darbe gerçekleşir ve başkanlığa diktatör, eli kanlı komutan Augusto Pinochet gelir. Muhalif kesimlerin büyük bir baskı ve zulüm altında ezildiği, birçok siyasi cinayetin işlendiği, faili meçhullerin gırla gittiği, aydınların sesini çıkaramadığı, haksız tutuklanmaların ve sert müdahale yanı sıra insanlık dışı işkencelerin sıklıkla yaşandığı karanlık bir dönem Şili’de yaşanmaya başlar. Halk, korkmuş ve sinmiştir.
Ancak 1988 yılına gelindiğinde, yasalara göre görev süresi dolan diktatör Pinochet, 8 yıl daha ülkeyi yönetmeye taliptir. Çareyi Anayasa’yı değiştirmekte ve halka referandum ile tercihini sormakta bulmuştur. Bunu da, özellikle yabancı ülkelerin baskısından kurtulmak ve görece bir demokrasiyi ülkeye getirmek adına planlamıştır. Sonuçlardan da emindir. Kazanacaktır ve kazanmak için de her türlü yola başvuracaktır.
Kamuoyu araştırmalarına göre, umudunu kaybetmiş ve kaderine razı olmuş %55-60 oranında kararsız ya da oy kullanmayı düşünmeyen bir seçmen kitlesi vardır. Muhalif sol bir çatı altında birleşir. Lakin eli çok zayıftır. Basmakalıp yöntem ve ezbere dayalı bir anlayış ile “Hayır” kampanyası yürütecektir, ama nasıl?
Muhalif sol, önemli bir hamleyle, profesyonel ve kariyeri parlak bir reklamcı ile anlaşır. İnsanların imkansız olarak gördüğü seçim zaferi için reklamcının görüşü şudur: Bir mucize yaratmaya çalışmak…
Birinci kural şudur; seçimi kazanmanın yolu, halkın gönlünü ve aklını kazanmaktan geçmektedir. Kollar sıvanır ve zevkle izleyeceğiniz müthiş bir kampanya başlatılır. Tüm ezberlerin bozulduğu, merkeze “Mutluluğun” yerleştirildiği, acı, endişe, şiddet ve korkunun işlenmediği, güleryüz ve umut ile derlenen yaratıcı bir kampanya… Sonuç : Elbette ki Şili’nin kaderini değiştirecek mucizeyi sağlayacak bir zaferdir artık…
Filmi izledikten sonra aklıma ilk gelen, ülkemdeki yaratıcı mizah gücü yanı sıra, bitmek tükenmek bilmeyen umudun harmanlanarak tıpkı Şili’de yaşananlar gibi büyük bir değişim ve dönüşümün sağlanabileceğiydi.
Neden olmasın? Biz, seçmeni güldürmeyi ve inandırmayı başarır isek bu karanlık bulut yok olup gider.
İyi çalışmalar.
YORUMLAR