Hazırlayan: Mehmet Karasu
Antakya Kitaplığı
Edebiyat Anılarda Yaşar/Refik DurbaşRefik Durbaş Edebiyat Anılarda Yaşar’da edebiyatın hazine sandığını açıyor. İnce Memed’den Bekçi Murtaza’ya roman kahramanları; Ahmet Mithat’tan Yaşar Kemal’e, Tevfik Fikret’ten Can Yücel’e yazarlar, şairler Cağaloğlu kaldırımlarında arz-ı endam edip aşk, tütün, alkol, yoksulluk, hüzün ve her şeye rağmen yaşama sevinci kokan hikâyelerini anlatıyorlar.
“Can Yücel, BBC’nin Türkçe Yayınlar Bölümü’nde spikerlik yapacaktır. Spikerlik, Nâzım Hikmet’in ölümüne kadar sürer.3 Haziran 1963’te Nâzım’ın ölümünü BBC’de okumak ona nasip olacaktır. Ve Nâzım’dan ayrılmanın acısını sunturlu bir küfürle süslediğinden o an işine son verilecektir BBC’de.” (Arka Kapak Yazısı)
Konuk Yazar
Eline, Diline, Beline/Prof. Fuat Bozkurt
Evet, bu ilke eline, diline, beline sahip olmaktır. Bu ilkenin açılımı Erenler Şahı’nın, Mısır’a vali atadığı Malik Bin Haris’e, yolcu ederken, söylediği şu öğütlerde sergilenir:
“Benliğini, açgözlülük, cinsel istek ve doyumsuzluktan uzak tut. Bunlar, senin olamayan şeyleri istemeye, başı buyrukluğa götürür. Unutma ki, senin oturduğun koltukta, senden önce başkaları da oturmuştu. Onlar da benlik ve büyüklenme içinde yaşadıktan sonra toprak oldular. Sen, nasıl senden önce gelenlerin konumunu görüyorsan, halk da senin konumunu görüyor. Tarih, yönetime gelmek için halktan yana gözüken, yönetime geldikten sonra halkın karşısında yer alanların öyküleri ile doludur. Bütün halka eşit davran. Yakınlarına ve sana dalkavukluk edip boyun kıranlara ayrıcalık tanıma. Onları kayırıp zengin etme. Onlara öncelik tanırsan, başkalarının haklarını yemiş olursun.
Halka karşı yırtıcı aslan kesilme. Zulüm yapma, sonra zulmettiklerinin intikamına uğrarsın, kendini savunma gücü bulamazsın.
Korkma; halkın başına keyfi buyruklarla bela kesilme. Bu tür buyruklara sonuna değin uyulacağını sanma. Buruklarını yürüttükçe, benliğinin şişinmeye açılacağını unutma. O zaman yüreğine fesat girer. Bunu Tanrı’nın bağışlamayacağını bilmelisin.
Ulaştığın makam, sende gösteriş ve kurumluk yaratmışsa, senin üzerinde Yüce Tanrı’nın bulunduğunu ve Tanrı’nın güçlü, Tanrının ezici olduğunu; seni bir anda toprağa dönüştüreceğini unutma.
Devlet, halktan göreceği saygınlıkla yaşar. Halkı önemsemez, çevreni kuşatan dalkavukların yönlendirmesine göre davranırsan, halkı da kendini de perişan edersin.”
Yesevi Dede, öğütleri yorumlama gereğini duydu:
“Bu buyruklar yolumuzun temel ilkesi oluşturur. Bunlar yalnızca üç sözcüklük bir söylemin açılımıdır. Toplumda saygın olan davranışlar bu üç ilkeyi benimsemekle başlar. El emektir, dil kimliktir, bel gelecektir. , Elini tek, dilini pek, belini berk tut!
İnsanoğlunun doğal gereksinimlerine dayanan içgüdüler vardır. Canlının doğa içinde, bir anlamda direnme savaşına dayanan bu içgüdüler aynı zamanda insanoğlunu suça, günaha iten etkenlerdir.
El, üretme; dil, düşünme; bel, soyunu sürdürme güdülerini simgeler. Yolumuz, insanoğlunun doğal içgüdülerine dayanan bu üç uzvun sıkıdenetimi üstüne kurulmuştur.
İyiliğimiz ya da kötülüğümüz yalnızca kendi istencimizdedir.
Suç, kötülük önce bilinçte başlar, sonra eyleme geçer. Suç, bilinçte yok edildiği an, ruh esenlik bulur. Yolumuz, bireye bu özdenetimi temel ilke olarak benimsemiştir.
Ve bir söylemde; el enginliktir, dil zenginliktir, bel dinginliktir. Elle üreteceksin, dille eğiteceksin, belle soyunu sürdüreceksin ve soyun sorumluluğunu bileceksin, yükümlülüğünü üstleneceksin. Varlık üretildiği sürece çoğalır, dil düşünceye dönüşüp yaratıcı olduğunda anlam kazanır, soy atanın izinden gidip hayırlı oğul- uşak olunca oğuldur.
Üretmeden tüketmek, öğrenmeksizin dinletmek, soyunu soysuzca türetmek yolumuzda sapkınlıktır, dışlanmışlıktır.
Elde üretim, dilde denetim, belde sakınım; yalın tanımın ötesinde geniş anlamlar içerir. Sözgelimi “el yasağı, salt eli ile koymadığını almamakla sınırlı değildir. “Uğruluk”, “hırsızlık” diye tanımlanan bu ilke eski geçmişte de dört tür de anlatılır.
Birinci hırsızlık, eli ile koymadığını almaktır, bu mal uğru¬luğudur. Uğrunun Tanrı katında ve toplum önünde yüzü karadır.
İkinci dil uğrusudur. Bilgi sahibinden bilgece sözleri öğrenir, gidip kendi sözleriymiş gibi başkalarına satar. Başka bir söyleyişle bilgi hırsızıdır. Uğruluğu bilinmese bile yüzü karadır.
Üçüncü, yol uğrusudur. Yol uğrusu, inancı içtenlikle sevip benimsemez. Aklınca töre ve törenlerimizi alaya alır. İki dünyada yüzü karadır.
Dördüncü gönül uğrusudur. Gönül uğru¬su, sevgi hırsızıdır. Bir kimsenin gönlünü kazanır, güven verir sonra onu aldatır. Sevgi sömürüye açık bir duygudur. Ölçüsü ve sınırı belirsizdir.
Tüm uğruların Dört kapı, kırk makam, on yedi erkânda yüzü karadır.”
Gündeme Dair
Türk Hümanizmi ve Hacı Bektaşi Veli/Mehmet Karasu
13.yüzyıl, Anadolu Selçuklu Devleti için hem en yüksek uygarlık aşaması, hem yıkılış, beylikler bölünüşüyle dağılış çağıdır.
Bu yüzyıl tasavvuf akımının Anadolu içinde örgütlendiği, çeşitli tarikatların etki alanlarını genişlettiği bir dönemdir. Haçlı seferlerinin ardından Moğol akınları, hem Horasan dolaylarından büyük bir Türk göçünü getirmiş, hem Anadolu hayatının güven ve dirliğini bozmuştur
Gerek Moğol İstilası’nın etkisiyle, gerekse başka nedenlerden dolayı Horasan’dan kalkıp Anadolu’ya gelmiş, Anadolu Aleviliğinin oluşumunda büyük çabalar harcamış, daha sonraki yıllarda “Horasan Erenleri” diye anılan kişiler vardır. Bunların arasında Hacı Bektaş Veli en önemli yeri tutar.
Hoca AhmedYesevî’nin ocağında bilgi hazinesini dolduran Hacı Bektaş Velî, daha sonra düzeni bozulan Anadolu halkına öncülük etmek, Anadolu’nun birlik ve beraberliğini sağlamak üzere Hoca Ahmed Yesevî’nin isteği üzerine Anadolu’ya gelmiştir.
Hacı Bektaşi Veli, 1248 yılında Horasan’ın Nişabur kentinde doğmuş, 1270-1280 yılları arası Anadolu’ya gelmiş, Anadolu’nun kültürel bütünlüğünün oluşmasında yaşamsal bir rol oynamıştır. O’nun ortaya koymuş olduğu birleştirici öğreti her türlü bağnazlıktan uzaktır.
Hacı Bektaş Veli’nin 13.yüzyılda temellerini attığı ve günümüzde de geçerliliğini koruyan düşüncelerinin ışığını; şiirleri, özdeyişleri ve hakkında anlatılan söylencelerin satır aralarında buluyoruz. Bu ürünlerde Hünkârın sevgi, paylaşım, hoşgörü, bilim, eğitim gibi kavramlara bakışını yakalıyoruz.
Haftanın Şiiiri
BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESİN / Nazım HİKMET
Analardır adam eden adamı
aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Analara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
Koşuyor altı yaşında bir oğlan,
uçurtması geçiyor ağaçlardan,
siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.
Çocuklara kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
Gelinler aynada saçını tarar,
aynanın içinde birini arar.
Elbet böyle sizi de aradılar.
Gelinlere kıymayın efendiler.
Bulutlar adam öldürmesin.
İhtiyarlıkta aklına insanın,
tatlı anıları gelmeli yalnız.
Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın,
efendiler, siz de ihtiyarsınız.
Bulutlar adam öldürmesin
Haftanın Sanat Gündemi
Ahmet Muhip Dıranas Şiir Armağanı Refik Durbaş’a verildi
Şeref Bilsel, Emel İrtem, Şükrü Erbaş, Çiğdem Sezer ve İlyas Tunç’tan oluşan jürinin ortak kararıyla Refik Durbaş’a verilen Ahmet Muhip Dıranas Şiir Armağanı’nın kurul raporunda şu ifadeler yer aldı: “1960’lardan bu yana şiirimize verdiği büyük emek; işçi kızlardan sanayi çıraklarına, otobüs muavinlerinden çaycı çocuklara, toplumun bütün emekçi kesimlerinin rüyalarını ve gerçeklerini, büyük bir sevgiyle ve saygıyla şiire taşıması; sokağın diliyle şiirin dilini aynı güzellikle buluşturması; kendi şiirini, dilin billurlaşması diyebileceğimiz bir incelikle çok daha yükseğe çıkarmadaki başarısı da göz önünde tutularak, 2018 Ahmet Muhip Dıranas Şiir Armağanı’nın, Şayeste kitabıyla Refik Durbaş’a verilmesi, oy birliği ile kararlaştırılmıştır.” Uluslararası Sinop Mutluluk Festivali’nin de direktörü olan belgesel fotoğrafçısı ve aktivist Volkan Atılgan ve bir grup edebiyat sevdalısı tarafından Dıranas adına bir edebiyat armağanını edebiyatımıza kazandırmak amacıyla gerçekleştirilecek Ahmet Muhip Dıranas Şiir Armağanı, organizasyon komitesi tarafından, “Şairi, kendi şiir serüveni içinde, doğduğu topraklarda anmak, bize bıraktığı şiir mirasını hafızalarımızda tazelemek için , Fahriye Abla bizleri Sinop’a davet ediyor” sözleriyle duyuruldu. Gazete okur buluşmaları Etkinlik kapsamında, Cumhuriyet gazetesi yazarı Şükran Soner, Cumhuriyet Okur Buluşması kapsamında gazete okurlarıyla bir araya gelecek. BirGün gazetesi okur buluşmasına ise, dijital medya sorumlusu Hakan Demir, editör Burak Abatay ve Uğur Şahin katılacak.(Cumhuriyet)
Samim Kocagöz Roman Ödülü Sahibini Buldu
Karşıyaka’dan ‘Eşiktekiler’e Ödül
Karşıyaka Belediyesi Edebiyat Ödülleri kapsamında bu yıl ilk kez verilen ‘Samim Kocagöz Roman Ödülü’nün kazananı belli oldu. Türk edebiyatının seçkin isimlerinden oluşan jüri tarafından, Gönül Çatalcalı’nın ‘Eşiktekiler’ adlı eseri ödüle layık görüldü.
Ustalar Anısına
Kültür ve sanat alanında yaptığı etkinlikler ve düzenlediği yarışmalarla dikkat çeken Karşıyaka Belediyesi, bu yıl ilk kez ‘Karşıyaka Edebiyat Ödülleri’ vermeye başladı. Her yıl bir dalda, Karşıyaka’da yaşamış şair, yazar ve edebiyatçılar adına açılması planlanan yarışmaların ilki, ‘Roman’ dalında yapıldı ve unutulmaz edebiyatçı Samim Kocagöz’e ithaf edildi. Katılan eserler; İnci Aral, Feyza Hepçilingirler, Öner Yağcı, Hidayet Karakuş ve Hülya Soyşekerci’den oluşan Seçici Kurul tarafından değerlendirildi.
1950’lerin Türkiye’si
Jüri tarafından ‘Samim Kocagöz Roman Ödülü’ne oybirliğiyle layık görülen eser, Gönül Çatalcalı’nın 1950’lerin Türkiye’sinde geçen dönem romanı ‘Eşiktekiler’ oldu. Anlamlı ödül, 14 Eylül 2018 Cuma günü, saat 20.30’da Hikmet Şimşek Sanat Merkezi’nde düzenlenecek törenle Çatalcalı’ya takdim edilecek. Törende, Karşıyaka Belediye Tiyatrosu tarafından, Samim Kocagöz’ün “Islak Ekmek” adlı oyunu da sahnelenecek.
“Sanatı Yarınlara Taşıyoruz”
Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar “Bir toplumu kalkındıran ana unsur kültürdür, sanattır. Edebiyat Ödüllerimize katılacak yazarlarımız, şairlerimiz yarınlarımıza önemli yapıtlar bırakacaklardır. Bu anlayışla ilkini gerçekleştirdiğimiz yarışma sonucu, Eşiktekiler adlı değerli eseriyle Samim Kocagöz Roman Ödülü’nü kazanan Gönül Çatalcalı’yı kutluyor, başarılarının devamını diliyorum” dedi.
Ödülün Gerekçesi
Samim Kocagöz Roman Ödülü Seçici Kurulu tarafından yapılan açıklamada, “Karşıyaka Belediyesi’nce her yıl verilmesi kararlaştırılan Edebiyat Ödülleri’nden ilki olan Samim Kocagöz Roman Ödülü’nün; 1950 sonrası Türkiye’sini, Demokrat Parti iktidarının etkilerini bir kasabadaki olaylarla ele alan oylumlu yapısıyla, ayrıntıların sağlam örgüsüyle, ülkenin o yıllardan 1980’lere uzanan sorunlarını kişiler bağlamında ortaya döken gerçekçi anlatımıyla, kişilerin içinde bulundukları ortamın biçimlendirdiği ruh durumlarıyla; yöre insanının ekonomik, ruhsal, cinsel sorunlarının altında yatanı etkili bir dille vermesiyle, aydınların bir kasabada bile topluma neler verebileceklerini sezdirmesiyle, dönemin dilini kullanarak yarattığı sağlam kurgusuyla Gönül Çatalcalı’nın Eşiktekiler romanına verilmesi Seçici Kurul tarafından oybirliğiyle kararlaştırılmıştır” denildi (Kay: Karşıyaka Bel.)
Yunanistan’da Nazım Hikmet’i okuyarak tanıyoruz
Yunanistan’ın usta şairlerinden Yannis Ritsos’un “Bir Mayıs Günü Bırakıp Gittin Beni” adlı kitabı Kırmızı Kedi etiketiyle okurlarıyla buluştu. 1989 yılında Herkül Milas’a konuşan Ritsos, Türk okuyucuları için “Biz Yunanistan’da Türkleri nasıl tanıyoruz, nereden öğrendik? Nâzım Hikmet’i okuyarak. Onun çizdiği Türkleri tanıdık. Sonra Yaşar Kemal’in Türkiye’sini biliyoruz. Aziz Nesin’in insanlarını tanıdık. Böyle tanıyacağız birbirimizi böyle seveceğiz” dedi.
Duvar’da yer alan habere göre, Çağdaş Yunan ve dünya şiirinin en büyük imzalarından Yannis Ritsos’un “Bir Mayıs Günü Bırakıp Gittin Beni” adlı kitabı Kırmızı Kedi etiketiyle okurlarıyla buluştu. Cevat Çapan’ın derleme ve çevirisiyle yayımlanan kitabın sonunda ise Herkül Millas’ın Yannis Ritsos ile 1989 yılında yaptığı röportaj yer alıyor.
Ritsos bu röportajında hiç bitmeyen Türk-Yunan ‘çatışması’na yine kendi üslubuyla, şiirin, kelimelerin gücüyle değinmiş. Herkül Millas’ın “Türk okuyucularımıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?” sorusunu Ritsos “Dostluk ve sevgi, bu güzel şeyler nasıl sağlanır?” sorusuyla yanıtlamış. Ve eklemiş: “Birbirimizi tanıyarak bunu sağlayabiliriz kuşkusuz. Ve bunu en güzel bir biçimde yapacak olanlar sanatçılardır. Çünkü sanatçılar bir toplumu en güzel biçimde ortaya çıkarırlar, gösterirler. (t24.com.tr)
Turgut Uyar’sız 33 yıl:
Bu görmek, bu sevmek, bu aziz sıcaklık tende.
Bu bir nimet, bu bir nimet, Elâgözlüm,
Bu yaşamak bir şiir, harikulâde.
Bu dizelerin yazarı Turgut Uyar, 33 yıl önce bugün hayatını kaybetti. Siroz hastasıydı. Şairdi. Babaydı. Âşıktı. Ömrü boyunca yazmış, âşık olmuş, birçok ödüle layık görülmüş; şiir, sevinç, hüzün, kavga, umut ve insan üzerine düşünmüştü. Düşündükçe yazmış, kalemini ölümüne kadar bırakmamıştı. Gözlerini bu hayata yumduğunda 58 yılı geride bırakmıştı.
‘Evsiz’ geçen çocukluk yılları
Uyar, 4 Ağustos 1927’de Ankara’da dünyaya geldi. Fatma Hanım ile Hayri Bey’in altı çocuğunun beşincisiydi. Annesi ev hanımıydı; babası ise harita binbaşısı olarak görev yapıyordu.
Uyar’ın çocukluğu ‘evsiz’ geçti. Babasının işi sebebiyle aile, oradan oraya taşındı durdu. Uyar, farklı okullarda birkaç yıl okuya okuya ilkokulu bitirdi. Ortaokulda ise parasızlıktan yatılı kaldı. Askerî okulu bitirdi ve Bursa Askerî Işıklar Lisesi’ne kaydoldu.
Şiire ilgisi de henüz o yıllarda başladı:
Güzeldir sevgilim her dakka her an
Güzeldir sözleri kaşı gözleri
Geçtiği her karış sönük topraktan
O anda fışkırır neşe özleri
“Şiire daha başka bir tutkunluğum,
sâdıklığım, saygım vardı”
Dost dergisine verdiği bir söyleşide ilk şiirlerini yazmaya, 14-15 yaşlarında bir arkadaşıyla beraber başladıklarını anlattı. Ortak bir defterde topladıkları o şiirlerin nerede olduğunu ne yazık ki bilmiyoruz:
“Daha ilkokulda vezin ve kafiyeden haberim olmadığı çağlarda manzumeler yazardım. Sonra ortaokul ve lise devresinde boyuna yazdım. Günde üç beş şiir, haftada on beş, günde bir roman yazıyordum. Ama ne şiirler, ama ne romanlar. Bazen bir romanı bitirmeden sıkılır, öbürüne başlardım. Sonra ikisini birden yazardım. Bu yüzden o güzelim romanların çoğu yarım kaldı. Roman yazarken sıkılırdım. Şiire daha başka bir tutkunluğum, sâdıklığım, saygım vardı.”
Uyar, yükseköğrenimine ise Askerî Memurlar Okulu’nda devam etti. Eski şairlerin şiirlerini kopyalamaktan, özgün işler üretememekten şikayetçiydi.
Kendi şiirinden çabucak soğuyordu. Ancak kendi zamanının şiiriyle tanıştığı zamanı şöyle anlatıyordu: “Sonra günümüzün şairlerini okudum da sevindim. ‘Oh dünya varmış’ dedim. Yıl 1946 idi.”
Henüz mezun olmadan Yezdan Şener ile evlendi; üç çocukları oldu.
İkili, Uyar’ın taşra hizmetinin ardından Ankara’ya yerleşti. Uyar, askerî memurluğu kendi isteğiyle bırakıp Türkiye Selüloz ve Kâğıt Sanayi Ankara Şubesi’nde çalışmaya başladı. Buradaki dokuz yılının ardından, 1967 yılında emekliye ayrıldı.
İstanbul yıllar, emeklilik, şiire dönüş ve ‘ilham perisi’ Tomris
Emekliliğin ardından Uyar’ın İstanbul yılları başladı. Şener’den boşandı ve İstanbul’a yerleşti.
Tomris Uyar’la şiir üzerine mektuplaşmaya başladılar. Tomris Uyar, o günleri şöyle anlattı:
“1966 yılında ben zaten Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereydim. O da eşinden ayrılmıştı. İstanbul’a gelmişti çocuklarıyla. Burada tanıştık. Asıl tanışmamız herhalde o, çünkü o zaman daha bir yakın oturup konuşma fırsatını bulduk ve mektuplaşmaya başladık. Bu mektuplar önce sadece şiir üzerine mektuplardı. Hâlâ duruyor bende. Genellikle onun şiir üzerine düşünceleri, benim onun şiirleri üzerine düşüncelerim… Ve anladığım kadarıyla çok sıkışık bir dönem geçiriyordu. Yani evlilik hayatında bir süredir yaşadığı tedirginlik ve uyumsuzluk şiirini de etkilemişti, yedi yıldır şiir yazmıyordu. Esin periliği olarak ifade etmek istemiyorum ama herhalde çok konuştuğum, çok dürttüğüm, yazmasını çok rica ettiğim için diyeyim, yavaş yavaş şiir yazma isteği yeniden doğdu.”
Turgut ve Tomris Uyar
Turgut Uyar, ‘esin perisi’yle evlendi. Bir tarafta şiir yazdı, bir yandan Beyoğlu’nda dost sofralarına oturdular. Tomris Hanım da bir yandan çeviri işleriyle uğraştı bir yandan ise öyküleriyle… İki çocukları ve birçok kitapları oldu, beraber geçirdikleri yıllar içinde.. (www.t24.com.tr)