Hazırlayan (Mehmet Karasu)
Antakya kitaplığı
Kadının Adı Yok/ Duygu Asena
Feminist Yazar Duygu Asena, “Kadının Adı Yok” adlı romanında bir kadının kimlik arayışını konu edinir. Yazar anlatıcı, yıllar sonra kendi yaşam öyküsüne döner. Kadının kimlik arayışıdır onu geçmişe döndüren.
Kitap, ilk defa 1987 yılında yayımlandığında kırk baskı yapmıştı. Aynı yıl Nokta dergisinin düzenlediği “Doruktakiler” yarışmasında ve Boğaziçi Üniversitesi’nden yedi bin öğrencinin katıldığı en başarılı kitap seçiminde en fazla oyu alarak yılın kitabı seçilmişti. Ne var ki sonrasında küçüklere zararlı yayın ilan edilerek poşet içinde satılmaya başlamıştı. Birilerine ters gelmiş olmalıydı.
O dönemde Türk Edebiyatında kadın teması belli kalıplar, klişelerde sunulurdu. Kadının bastırılmışlığını ilk defa bu kadar yüksek sesle söyleyen birisi çıkmıştı. Yazdıkları çoğu kadının içinde bulunduğu durumun bir özetiydi aslında. O bunu yüzümüze vurmuştu.
Farklı bir kahramanla buluşmuştum. Yaşamın, mutluluğun anlamını sorgulayan bir kadın çıkmıştı karşıma. O güne kadar hiç düşünmemiştim: Bir ev mi, bir çocuk mu insanı mutlu kılar? Evlilik midir bir evin yuva olmasını sağlayan?
Dört duvar arasına tıkılmış, birbirine yabancılaşmış, konuşacak konusu olmayan insanların birlikteliği mi? Bir kurallar cenderesi mi?
Çoğalıp giden acabalar, iç sıkıntıları, yürek çarpıntıları arasında geçip gider yıllar, arayışlarıyla, eksiklikleriyle… En kötüsü ise bırakıp gidememektir…
Kolay değil tabii. Kendine inanan, güvenen kadın olmak. Ne istediğini bilmek. Yaşayacağım, daha çok şey öğreneceğim, savaşacağım demek, kendine ihanet etmemek…
Ama toplumda bir gereksinime dönüşmüş kadının isminin eşle anılması. Aynı şeylerden hoşlanmalı, aynı düşüncelere sahip olmalı ki adı eş olsun… Kökenimizin, aidiyetimizin, kimliğimizin adeta ayrılmaz bir parçası olsun…
Bu alt başlıklar romanın dokusunu oluşturmuş. Öne çıkan ise kadın öyküleri.
Asena, Türkiye’deki kadına bakışı gözler önüne seriyor. Bir kadının çocukluk dönemlerine uzanan öyküsünün son yıllarını eksen alıyor. (www.yenisehir.com)
Konuk Yazar
Yurtseverliğin doruktaki bilinci: Yaşar Kemal
Yaşar Kemal yurtdışında nice ödüller aldı ama konuşma ve tavırlarında Batı’nın Türkiye karşıtı isteklerini hiç umursamadı, aydınlanmacı tutumunu sürdürdü, ülkesinin bölünmez bütünlüğünden ödün vermedi, ulusunun sesi oldu. Büyük ustayı, iki yıl önce bugün yitirmiştik, saygıyla anıyoruz.
Erol Ertuğrul
Cumhuriyet gazetesine emek verdiği 50 yıl boyunca ülkemizin birçok ünlü romancısı, yazarı ve şairi ile arkadaşlıkları, can dostlukları ve anıları olan sevgili Sami Karaören’in ünlü romancımız Yaşar Kemal’le de sayısız anıları var. Geçen cumartesi sabahı Sami Ağabey’den Yaşar Kemal’le birkaç anısını isteğimde unutulmayacak birçok şey anlattı. Türkçenin bu görkemli ustasının ölüm yıldönümünde, gazete sayfasının sınırları içinde bunların birkaçını okurlarla paylaşmayı gerekli gördüm.
YAŞAR KEMAL’LE TANIŞMA
Sami Karaören 1947’de İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde öğrenciyken, onu Yaşar Kemal’le Limasollu Naci tanıştırıyor. Naci o dönemde dil kursları açarak ünleniyor. O yıllarda henüz yeni yeni tanınmaya başlayan Yaşar Kemal sık sık edebiyat fakültesine geliyor, öğrencilerle arkadaşlık ediyor. 1950’de arzuhalcilik ederek yaşamını kazanmaya çalışırken komünizm propagandası yaptığı savıyla TCK’nın 142. maddesine aykırı eylemde bulunmaktan mahkûm oluyor, Kozan’da hapis yatıyor. Cezaevinden çıkınca Yaşar Kemal’in röportaj ve söyleşileri Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmaya başlıyor ve çok ilgi görüyor (1951). İnce Memed’in Cumhuriyet’te tefrikası büyük yankı yaratıyor (1953).
Lütfü Akad, Beyaz Mendil’i filme alıyor (1955).
Karaören, fakülteyi bitirince Atatürk’ün başyazarı Falih Rıfkı Atay’ın Bedii Faik’in birlikte çıkardığı Dünya gazetesinde çalışmaya başlıyor. Bir süre sonra da Dünya gazetesinin yazı işleri müdürü oluyor. Dünya gazetesinde dokuz yıl çalışıyor. O arada Yaşar Kemal’le arkadaşlığı da artarak sürüyor. Çoğunlukla bir arkadaş grubu ile birlikte İstanbul Gazeteciler Cemiyeti’nin lokantasında buluşuyorlar. Edebiyat ve şiir dolu rakı sohbetleriyle…
CUMHURİYET YILLARI
27 Mayıs 1960 Devrimi Türkiye’ye yeni ufuklar açınca, 1961 Anayasasının getirdiği özgürlükler ortamında aydınlanma yolunda hızlı ve azımsanmayan gelişmeler başlıyor. Dünya gazetesinin sahibi Bedii Faik’se 27 Mayıs’ı ve onun savunucusu genç köşe yazarlarını, özellikle sola açıldıkça ilgi gören İlhan Selçuk, Çetin Altan gibi aydınları karalayıcı, aşağılayıcı yazılar yayımlamak istiyordu. Gazetenin yazı işleri müdürü Sami Karaören bu yazıların yayınlanmasını kabul etmedi. Gitgide büyüyen tartışmalar sonunda Karaören gazeteden ayrıldı.
Bir gün Yaşar Kemal, Sami Karaörenin evine telefon ederek müjdeyi verir: “Nadir Nadi seni Cumhuriyet gazetesine istiyor.” Karaören önce bunu şaka sanıyor ama sonunda buluşup birlikte Cumhuriyet gazetesinin yolunu tutup soluğu Nadir Nadi’nin kapısında alıyorlar. Geliş o geliş…
Sami Karaören Yaşar Kemal’in dostlarına ve arkadaşlarına karşı çok güler yüzlü, cana yakın, şakacıdır. Arkadaşlarıyla el şakaları yapar, kucaklar, sırtına vurur. Bir keresinde Nadir Nadi’yi “Benim yiğidim” diyerek kucaklayıp havaya kaldırır. Nadir Bey ağırbaşlı, son derece ciddi bir adamdır. Böyle şakalara hiç gelmez, hiçbir el şakasından hoşlanmaz. Ancak Yaşar Kemal’e de bir şey diyemez. ‘’Yapma deli oğlan, tamam artık!’’ demekle yetinir.
Karaören, Cumhuriyet’e geçişinin 4. haftasında yazı işleri müdürlüğüne getiriliyor. Cumhuriyet’teki yazı işleri müdürlüğü 32 yıl sürüyor. Yaşar Kemal 1963’te gazeteden ayrılarak kendini emekçiler için TİP’in örgütlenmesine veriyor. 1967’de haftalık Ant dergisinin kurucuları arasında yer alıyor. Aynı yıl, Teneke, aydınların toplumsal işlevini somutlayan bir kitap olarak büyük ilgi görüyor, oyunlaştırılıyor,
emekçilerin mücadelesine gönül verenlerce heyecanla karşılanıyor. Bu arada Karaören’le çok sık ve ailece görüşmeyi sürdürüyorlar, dostlukları pekişiyor..
Yaşar Kemal romanlarını basılmadan önce Karaörenlere getiriyor, kafa kafaya verip üstünde yazım ve dil düzeltmeleri yapıyorlar. Bazen Sami Karaören’e “Senin işin çoktur, biz düzeltmelerini Mehçure Hanım’la yapalım” diyerek Mehçure Karaören’in müşfik söylemini seçer. Mehçure Hanım da Edebiyat Fakültesi çıkışlı bir dil uzmanıdır. Bu buluşmalar çoğunlukla Florya’da bulunan Basınköy yazlığında oluyor. Çok iyi yüzme bilen Yaşar Kemal bir buluşmada Karaören’in oğlu Mehmet’i sırtına alarak denize açılıyor. Onlar gözden kaybolunca Sami Karaören ve eşi Mehçure Hanım derin bir kaygıya kapılıyor. Çok geçmeden Yaşar Kemal küçük Mehmet’le dönünce nasıl rahatlıyorlar.
KÜRT KÖKENLİ TÜRK YAZARI
Yaşar Kemal, 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kurucuları arasında yer alıyor ve TYS’nin ilk genel başkanı oluyor. Karaören, Cumhuriyet gazetesinin aydınlanma işlevi gören ikinci sayfasını yönetmeye başlayınca, başta Yaşar Kemal olmak üzere yüzlerce yazarın nice yazısını yayımlıyor. Yaşar Kemal, peş peşe çıkan romanlarını imzalayarak Karaörenlere armağan ediyor, her romanı evde şenlik içinde karşılanıyor.
Yaşar Kemal varlıklı bir hanımla evlenince uzun süre eski arkadaş gurubundan kopuyor. Bu dönemde liberal sol çevrelerle de ilişkiye giren Yaşar Kemal’in Cumhuriyetçi sol siyasal görüşlerinde zamanla kimi değişmeler gözleniyor. Bununla birlikte, temel değer ve görüşlerinden sapmıyor.
Yazdığı romanlarla, yaptığı söyleşilerle Yaşar Kemal’in ünü yurt içinde ve yurtdışında da haklı bir yaygınlık kazanıyor. Yurtdışında ödüller alıyor. Ama konuşmalarında aydınlanmadan ve Türkiyenin bölünmez bütünlüğünden hiç ödün vermiyor. İsveçte yapılan bir etkinlikte gazeteciler Yaşar Kemal’e, “Siz bir Kürt romancısı mısınız?” diye soruyorlar. Yaşar Kemal’in verdiği yanıt övgüye değerdir: “Ben Kürt kökenli bir Türk yazarıyım.”
Haftanın Şiiri
VE KADINLAR
Nazım HİKMET
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız..
Kısa Sanat Haberleri
Sabahattin Ali doğum gününde anıldı
Türk edebiyatının usta şair ve yazarı Sabahattin Ali, 110. doğum gününde “Sabah Yıldızı Sabahattin Ali” isimli belgesel film gösterimiyle Maltepe Belediyesi Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde anıldı.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki gerçekçi edebiyat akımının öncülüğü yapan ünlü yazarın, siyasi görüşleri nedeniyle zorluklarla ve mücadeleyle geçen 41 yıllık yaşamı, izleyiciyle paylaşıldı.
Uzun bir araştırma sürecinin ardından yapımı tamamlanan belgeselde, yazarın edebi- politik yaklaşımı mercek altına alındı. Belgeselde Sabahattin Ali’nin dillerden düşmeyen şiirlerine ve şarkılarına da yer verildi. Sadık Gürbüz, Ahmet Kaya ve Kerem Güney’in seslendirdiği şarkılar, izleyiciyle buluştu.
YÖNETMENLE SÖYLEŞİ
Belgesel film gösteriminin ardından, yönetmeni Metin Avdaç’la söyleşi yapıldı. Avdaç, bu belgeselin Sabahattin Ali hakkında Türkiye’de yapılmış tek yapım olduğunu ifade ederek, izleyiciler ile buluşturan Maltepe Belediyesi’ne teşekkür etti. İzleyicilerinde sorularını yanıtlayan Avdaç, elektrik teknisyeni olduğunu, sinema merakının fotoğraf sanatına ilgi duymasının ardından geliştiğini söyledi.
Muhsin Ertuğrul anılıyor
Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği ‘Ustalara Saygı’ da Modern Türk tiyatrosunun kurucusu kabul edilen yönetmen, oyuncu ve yapımcı Muhsin Ertuğrul anılacak.
Beşiktaş Belediyesi’nin düzenlediği ‘Ustalara Saygı’ da Modern Türk tiyatrosunun kurucusu kabul edilen yönetmen, oyuncu ve yapımcı Muhsin Ertuğrul 27 Şubat Pazartesi(Bugün) saat 20.00’de Fulya Sanat Merkezi’nde anılacak.
Gecenin konuşmacıları arasında, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özdemir Nutku, Prof. Dr. Hülya Nutku, oyuncu ve yönetmenler Ferhan Şensoy, Ahmet Levendoğlu, Tamer Levent, yazarımız Ayşe Emel Mesçi, oyuncu, eğitmen Cüneyt Yalaz bulunuyor.
Dönemin tiyatro afişlerinden oluşturulmuş sergi açılışıyla başlayacak olan etkinlik, ‘Muhsin Ertuğrul’ belgeselinin gösterimiyle devam edecek. Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Korosu, seslendireceği ‘İstiklâl Marşı’nın ardından, müzikallerden oluşturduğu repertuvarla sahne alacak.
Heykeltıraş Nurettin Bektaş’ın tasarladığı, etkinliğin sembolü olan anı plaketi Muhsin Ertuğrul’un eşi duayen oyuncu Handan Ertuğrul’a takdim edilecek.
Kartal Belediyesi tarafından verilen Vedat Günyol Deneme Ödülleri’nin kazananları açıklandı.
Kartal Belediyesi tarafından 2004 yılında hayatını kaybeden çevirmen, eleştirmen, öğretmen, yayıncı ve yazar Vedat Günyol’un adını yaşatmak amacıyla düzenlenen Vedat Günyol Deneme Ödülleri’nin sonuçları açıkladı. “Anadolu’nun Umudu Aydınlık” isimli yayınlanmamış eseriyle Öner Yağçı ödülün sahibi oldu. Kartal Belediyesinin düzenlediği, İstanbul Barosu, Türkiye Yazarlar Sendikası, Kırmızı Kedi Yayınevi ve İstanbul Atatürk Lisesi Mezunları Vakfı’nın da destek verdiği Vedat Günyol Deneme Ödülleri’ne katılmak isteyen yazarlar için 15 Temmuz-30 Kasım arasında yapılan başvurularda 74 deneme yazarı yarışmaya başvurmuştu.
Duygu Asena Ödülü’nün sahibi belli oldu
PEN Türkiye Yazarlar Derneği’nin her yıl verdiği Duygu Asena Ödülü, bu yıl Türkçe emekçisi ve Dil Derneği Genel Başkanı Sevgi Özel’e verildi.
PEN Türkiye Yazarlar Derneği’nin Duygu Asena Ödülü, dilbilimi ve dilbilgisi konularında uzman bir yazar olan, Dil Derneği’nin kurucuları arasında yer alan ve halen genel başkanlık görevini sürdüren Sevgi Özel’e verildi.
PEN YÖNETİM KURULU’NDAN AÇIKLAMA
PEN Türkiye Yönetim Kurulu imzasıyla yapılan açıklamada, ödül gerekçesi şöyle duyuruldu:
“PEN Duygu Asena Ödülü’nü, bu yıl bir Türkçe emekçisine, dilbilimi ve dilbigisi konularında uzman bir yazara, yurttaşlık bilincini kadınların dirilteceğine inanan ve bu yolda çalışmalarını yıllardır sürdüren Sevgi Özel’e veriyoruz.
Ödül gerekçesini şöyle belirledik: Türkçemizin ‘selamün aleyküm’ ile ‘ok” ve ‘by by’ arasına sıkıştığı; Osmanlıcanın her fırsatta yüceltildiği, ‘Türkçeyle felsefe yapılamaz’, ‘Türkçeyle düşünülmez’ savlarının ileri sürülebildiği bir ortamda PEN Duygu Asena Ödülü’nü Sevgi Özel’e vermekten kıvanç duyuyoruz. Sevgi Özel, dil üzerine yazdığı kitaplarla önce okurlara dile özen gösterilmesi gerekliğini ortaya koydu, dil devriminin bir neferi bir ustası oldu ve Türkçemizi sevdirdi. Atatürk’ün mirası TDK, 12 Eylül faşist darbesi sonrasında kapatıldığında, Sevgi Özel arkadaşlarıyla birlikte Dil Derneği’ni kurdu. Dil Derneği’nin Türkçe Sözlük’ü ve Yazım Kılavuzu’nun bütün baskılarının hazırlayıcılarından oldu. Dil üzerine onlarca kitabının yanı sıra romanları, öyküleri ve özellikle çocuk kitaplarıyla ve yazdığı binlerce makaleyle ülkemizde her şeyden çok gereksinimini duyduğumuz yurttaşlık bilinci için kadınlara güvendi, inandı ve onlara seslendi. ‘Güç ve çıkar için gözü hiçbir şeyi görmeyenleri, din ve ırk farkını siyasaya araç yapanları, ancak kadınlar durdurabilir; gerçek demokrasiyi de ancak kadınlar doğurabilir; umudum kadınlarda’ diyen Sevgi Özel’i kutluyor ve hepinizi Ödül törenine bekliyoruz.”
Tören 10 Mart 2017 Cuma günü 18.00’de Alman Kültür Evi’nde düzenlenecek.
BELLEĞİMİZDEKİ KADINLAR
Duygu Asena (1946 – 2006)
19 Nisan 1946 yılında İstanbul’da doğan Duygu Asena, İstanbul Üniversitesi Pedagoji Bölümü’nü bitirdi. Asena, “Kadınca”, “Onyedi”, “Ev Kadını”, “Bella”, “Kim”, “Negatif” dergilerini yönetti. Milliyet gazetesinde başladığı köşe yazarlığını Cumhuriyet ve Yarın’da sürdürdü.
İlk kitabı “Kadının Adı Yok”la adını duyuran Duygu Asena, geniş bir okur kitlesine ulaştı. Ancak “Kadının Adı Yok”, 1998’de müstehcen bulunarak yasaklandı. Yayınına 2 yıllık dava süreci sonunda izin verilen kitap, yönetmen Atıf Yılmaz tarafından filme alındı.
Asena’nın diğer kitapları ise, “Aslında Aşk da Yok”, “Kahramanlar Hep Erkek”, “Aynada Aşk Vardı”, “Paramparça” bulunuyor.
Genç Edebiyat
KELEBEK MEZARI YALNIZLIĞI
Işıl Karadaş
Bekledi, çok bekledi ama gelen olmadı. Yalnızlığı bile terk etmişti onu. Hırçın rüzgar ondan intikam almak istercesine yüzüne tokat gibi çarpıyordu. Ama acı hissetmiyordu kendini bu dünyadan, insanlardan, duygulardan soyutlamış adam. Sadece düşünüyordu. Ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökmüştü umutlarını kalbindeki ölü toprağa… İçindeki çocuklar birer birer terk etmisti hayalindeki evi, bahçeyi, parkı… Kelebeklerinin mezarı oluvermişti bir anda. Yas tutuyordu onların ardından. Fırtınalar kopuyordu içinde. Kendi kocaman okyanusta küçücük bir kayıktı sadece. Kürekleri olmayan… Gri bulutlarla çevriliydi etrafı. Şimşekler çakıyordu zaman zaman. Bir an yağan sonbahar yağmuruna teşekkür etti içinden. Kimsenin görmesini istemediği gözyaşlarını sakladığı için… Ama bu yağmurlar da bitecekti. Bahar gelecekti. Kelebekler yeniden uçuşacaktı etrafında. Ağaçlar yeniden çiçek açacaktı. Çocuklar sokağa sökülüp oyunlar oynayacaktı.
Peki ya içindeki fırtınalar dinecek miydi tüm bunlar olurken? İçindeki kelebek mezarlıkları, eskisi gibi, cıvıl cıvıl kuşların uçtuğu, kelebeklerin dans ettiği, çocukların oyun oynadığı bahçeye dönüşecek miydi? Hatta yeniden umut edecek miydi? Hayal kuracak mıydı? Peki ya buna değer miydi?