Bir ülkede temel değerler göz ardı edilmeye, önemsenmemeye ve hatta ters yüz olmaya başlamış ise durum oldukça vahim demektir.
Hele hele tuzun koktuğu durumlarda bile kimsenin kılı bile kıpırdamıyor, bunu olağan kabul etme gibi bir durum ortaya çıkıyorsa durum daha da vahim demektir.
Tüm dinlerde ve inançlarda yalan söylemek, kul hakkı yemek, harama tevessül etmek, hırsızlık yapmak, beytülmala el uzatmak ve buna benzer şeylere ve yollara yönelmek günahtır, haramdır.
Bunlar tüm çağdaş dünyada geçerli olması gereken kurallardır. Bu kurallar doğrultusunda hareket edildiğinde, kuralları ihlal edenlerin insan yüzüne çıkması mümkün olamaz.
Ama bu kuralların geçerli olmaması, ya da mühimsenmemesi gibi durumların oluştuğu ortamlarda ise, kural ihlali yapanlar serbestçe dolaşabilir, günlerini gün edebilir, yüklerini doldurmak suretiyle etrafa cakalar satarak şaşalı bir yaşam sürdürme imkânını elde edebilirler.
Ne zamana kadar?…
Bunu o toplumun uyanışı ve göstereceği tepki belli eder.
*
**
Şimdi çevremize şöyle bir bakalım?
Acaba bahsettiğimiz kurallar geçerlimidir?
Yoksa bu kuralların ihlal edildiği, tuzun koktuğu, kötülüğün sıradanlaştığı bir ortam içinde mi yaşıyoruz?
İyice düşünerek, ölçerek, biçerek, tartarak bir sonuca varmak gerekir.
Eğer toplum tuzun kokmasını normal kabul ediyorsa…
Eğer kötülük sıradanlaşmış ise…
Eğer tüm inançların yasakladığı fiil ve davranışlar rahatlıkla uygulanabiliyor ve bunu yapanlar ellerini kollarını sallayarak, etrafa her türlü ahkâm keserek yaşamlarını sürdürebiliyorlarsa…
Eğer çalanlar yakalandığında, çalıyor ama çalışıyor zihniyetinin egemen olduğu bir durumun varlığı kendini gösterebiliyorsa…
Bu durumda kuralları benimseyenlere, özümseyenlere, kurallara uygun olarak hareket edilmesini isteyenlere büyük görevler düşecektir.
Tuzun koktuğunu, kötülüğün sıradanlaştığını topluma anlatmak ve inandırmak için yol ve yöntem arayacaklardır.
Hem çalıp hemde çalışmanın meşru bir yol olmadığını, çalan insanın ne yaparsa yapsın yaptığı kötülüğün telafi edilmesi, aklanması gibi bir durumun söz konusu olamayacağını, toplumun görmesini sağlayacak yol ve yöntemleri bularak bunu uygulamaya koyması gerekir.
Kötülüğün hiçbir zaman sıradan bir olay olmadığı görülmeli, bilinmeli, anlatılmalı ve kabul ettirilmelidir.
Eğer tuzun kokması normal kabul edilir, kötülük sıradan bir olaymış gibi karşılanır, yalan söylemek, kul hakkı yemek, beytülmala el uzatmak, aldatmak, bugün ağzından çıkan sözü yarın aksini söylemek ,dün söylediğini bugün yalanlamak , harama göz yummak yada kucak açmak olağan bir şeymiş gibi gösterilip , toplumu buna alıştırma ve kabul ettirme yoluna gidilmiş ise , oluşacak tabloyu düzeltmek daha da zorlaşır.
Bu nedenle herkesin şöyle bir çevresine bakıp, içinde bulunulan durumun kritiğini yapmak suretiyle, kendine düşen uyarı görevini yerine getirerek, varsa kötü gidişe dur demek, yoldan çıkanları hizaya sokmak, unutulan kuralları hatırlatmak, tuzun kokmasına, kötülüğün sıradanlaşmasına, çalıyor ama çalışıyor anlayışının yer etmesine izin vermemek suretiyle, uyuyanları uyandırıp onlara doğru yolu göstererek vatandaşlık görevini yerine getirmesi gerekliliğini hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Aksi halde tuzda kokar, kötülükte sıradanlaşır…
YORUMLAR