Acıların Adresindeyiz Burası, sadece bir müze değil!

“Birçok kaybımız var, ama nerede olduklarını bilmiyoruz” diyen İstanbullu Tamar Gurdikyan gibi çok kişi var. Onlar, Dün’de duran, kalan hatıralarla teselli olan, ama acıların biriktirdiği kayıpların kalabalığında da çokça kaybolanlar. Bugün, bizden bir adreste duralım. Hatay’ın, Anadolu’da kalan son Ermeni köyünde, Vakıflı’da… Ve burada, kapılarını, o dün için aralayan bir müze içinde adımlayalım, fısıltıları dinleyelim… […]

“Birçok kaybımız var, ama nerede olduklarını bilmiyoruz” diyen İstanbullu Tamar Gurdikyan gibi çok kişi var. Onlar, Dün’de duran, kalan hatıralarla teselli olan, ama acıların biriktirdiği kayıpların kalabalığında da çokça kaybolanlar. Bugün, bizden bir adreste duralım. Hatay’ın, Anadolu’da kalan son Ermeni köyünde, Vakıflı’da… Ve burada, kapılarını, o dün için aralayan bir müze içinde adımlayalım, fısıltıları dinleyelim…

Geçmişle gelecek arasında bağ kurmak ve bunu insanlarla paylaşmak… Belki de yapılan da budur. Yapılması gereken d… O yüzden, yapılanda durmak ve paylaşılanlara dokunmak gerek. Çünkü her birinin anlatacak bir hikâyesi var, yitip gidenlerin kalabalık hatıraları var, yorgun düşmüş dün hikâyesinin omuzlanmaya ve yalnızlığının paylaşılmasına ihtiyacı var. Bugünkü durağımız, buna dair. O yüzden, Hatay’ın, Anadolu’da kalan son Ermeni köyünde, Vakıflı’dayız.
Vakıflı’yı bugün bu sayfaya taşıyan nedense, açılan bir Müze. AGOS Gazetesi, kapılarını meraklıları için aralayan Müze konusunda, Proje Koordinatörü Lora Baytar Çapar ile konuştu geçenlerde ve sorularını yöneltti. Vartan Estukyan’ın ‘dün’ün fısıltıları arasında ilerleyen haberinde, sorular gelsin ve adımlamaya başlayalım o halde…

Vakıflı, Türkiye’de varlığını sürdüren son Ermeni köyü olduğu için, bana göre zaten başlı başına bir müze gibiydi. Oysa şu an, gerçekten bir yapı içinde, köye ve çevresine dair zengin bir koleksiyon yer alıyor. Vakıflıköy Müzesi’nde neleri görebileceğiz?

Haklısın. Aslında Vakıflıköy, başlı başına numunelik bir müze objesi gibi görünüyor geniş çerçeveden bakıldığında. Ancak burası, bir köy ve burada rutin bir hayat döngüsü var. Buranın halkı da şehir halkıyla benzer ekonomik çabalarda. Süren bir gelenek, iletişimi sağlayan bir dil var, kutlanan bayramlar, mevsimsel çabalar vs. buranın somut bir müze objesi olmaktan çok, bir yaşamı olduğunun göstergesi. Burada gerçekten köklü bir kültür var ve mevcut yapı, gelen turistlere bu kültürü tanıtmaya yetmiyordu maalesef. Bu amaçla çıktığımız yolda kurulan müzede sadece Vakıflıköy’ün değil, Musadağ’ın tüm köylerindeki Ermeni kültürünün izleri görülebilecek.

Bu müzeyi yapmaya nasıl karar verdiniz? Müzenin içeriğini nasıl belirlediniz? Neleri elediniz, neleri eklediniz?

Müzeyi yapmaya, gelen ziyaretçilerle empati kurmaya başlayınca karar verdik aslında. Vakıflı, adı kendinden büyük bir köy haline geldi ve şimdi pandemi günlerini dışarıda tutacak olursak, yerel halkın bile yetemeyeceği kadar ziyaretçi alan bir köy durumunda. Gelen ziyaretçilerin haklı bir alan arayışı vardı. “Köy kahvesinde kahvaltı yaparak, çay-kahve içerek zaman geçirdikten sonra, kiliseyi görüp bir iki poz çekilen fotoğraf dışında, kadınların el ürünü nar ekşisi, likör, reçel, sabun vs. satın alıp köyden ayrılan ziyaretçinin aklında acaba ne kalıyor” diye düşününce, bu müzenin yapılması gerektiğine karar verdik. Buradaki kültür, tek kare fotoğrafta kalan bir anı olmaktan öte, hafızaları doldurabilecek kapasitede.
Ben, Hatay’a yerleştikten sonra, Hatay Arkeoloji Müzesi’nin eski müzeden yeni müzeye geçiş sürecinde sanat tarihçisi olarak çalıştım ve bu süreçte, bir müzenin nasıl oluştuğuna yakından tanık oldum. Benden öncesi için de köy yönetiminin aklında müze fikri hep varmış. Fikirler birleşti ve bu müzenin projesini oluşturduk. Müzenin içeriğini, köyün hikâyesi ile belirledik. Musadağ kültürünün temel taşları üzerinden kurduğumuz senaryo, bizi bugünlere getirdi. Tabii bu işin ekonomik zorlukları da vardı ve bütçe, köyün tek başına altından kalkamayacağı boyuttaydı.
Bu anlamda proje, DOĞAKA’nın (Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı) 2015 yılında Turizm Altyapısını Geliştirme Çağrısı sürecinde somut şeklini aldı. Proje yazımında, Hrant Dink Vakfı’ndan Zeynep Taşkın çok emek verdi. O zamanlarda hayata geçirilemeyen proje için, Ajans’ın 2018 yılı başında yaptığı, yine aynı konulu çağrıya, projeyi revize ederek yeniden başvurduk ve bu sefer başarılı olduk. Süreç içerisinde, Hatay Arkeoloji Müzesi de iştirakçi olarak yanımızda oldu. Ayrıca Hatay Valiliği, İl Kültür Müdürlüğü, Sayın Bakanımız Hüseyin Yayman, İstanbul Ermeni Patrikliği ve köyümüzün İstanbullu dostlarından Mihran Ulikyan da maddi ve manevi yardımlarını eksik etmedi.

Müze daha önce açılacaktı, ancak takvimde biraz gecikme oldu. Bunun sebebi nedir?

Müze, pandemi günleri başlamadan önce tamamlandı. Ancak pandemi ortaya çıkınca, açılış da ertelendi doğal olarak. Resmî bir açılış henüz yapılamıyor. Şimdilik sadece kapımız açık. Resmî açılış, ilerleyen normalleşme zamanlarında mutlaka olacak.

Koleksiyonları nasıl topladınız? İnsanlarla nasıl iletişime geçtiniz?

Koleksiyonu toplamak, köy halkıyla iletişim kurup derdimizi anlatmakla oldu, diyebilirim. Çünkü müze içerisindeki eşya ve hikâyeler, tamamen köyün içinden. Vakıflıköy halkıyla iletişime geçmek, artık ben de bir Vakıfköylü olduğum için çok da zor olmadı aslında. Geçen yaz mevsimini bol bol ev ziyaretleriyle geçirdim. Yola, bir gelinlik arayışıyla çıktım. Herkese sordum, “gelinliği duruyor mudur acaba” diye. Ama öğrendim ki, köyün yarısı tek bir gelinlikle evlenmiş.
Suna Kartun, köyün zengin bir ailesinden Sabah Kartun ile evlenirken, ona bir gelinlik dikilmiş ve sonrasında köydeki çoğu genç kız bu gelinlikle evlenmiş. Yetmemiş, Hıdırbey ve Yoğunoluk’ta yaşayan pek çok Müslüman genç de evlenirken Suna Hurker’in (hala) gelinliğini kullanınca, maalesef gelinlik artık eskimiş ve çöpe atılmış. Bu süreç beni, ailelerin fotoğraf arşivlerine götürdü. Eski düğünlerden fotoğraflar, paylaşımlar derken, bir gün Arşak Nene’nin balkonunda, onların Yezur’daki terkedilmiş evlerinde bir elbise olduğunu söylemeleriyle somutlaştı ve ilk bulduğumuz obje de o oldu aslında. Evde o elbise dışında hiçbir eşya yoktu. Duvarda tek başına, toz içinde asılmış duruyordu. O ilk eser, şimdi müzenin girişinde. Yezur’daki evde asılı haliyle ziyaretçiyi karşılıyor.
Eser odaklı değil, hikâye odaklı bir çalışma yaptık ve bunun için de, Asdvadzadzin Bayramı’nı (Üzüm Kutsama Yortusu) anlatan bir canlandırma yaptık müze içerisinde. Silikon bir heykelle yaptığımız canlandırmaya, Erhan Arık’ın geçtiğimiz yıl Asdvadzadzin Bayramı’nda yaptığı çekimlerden oluşan kısa bir film de ekledik. Ayrıca yine bu bölümde bir de ses efekti kullandık. Akşamdan sabaha pişen harisanın (keşkek) sabah dövülme sesini duyabiliyorsunuz bu alanda.
Göçü ve geri dönüşü de bir metafor olarak ele aldık diyebilirim. Bilgi panosunda, Port Said günlerini anlatırken yine bir ses efekti kullandık. Köyün nineleri; Yerçan Nene, Arşak Nene ve Vurt Nene’nin seslendirdiği bir göç türküsü, bu alanda ziyaretçiye derinden dokunuyor.
Vitrin içi eserler, çoğunlukla köylünün yastık altı eşyaları. Din ve kutsal eşyalar vitrini içerisindekiler ise kilisede saklanan eşyalardan. Bu konuda, Köyün Papazı Der Avedis bize çok yardımcı oldu.
Bir kısa film de, evlilik geleneklerinin anlatıldığı alana ekledik. Eski bir düğünden sahnelerin yer aldığı film yanı sıra, bu bölümdeki vitrin içerisinde, köyün şimdiki yaşlılarından Hayrabet Dede’nin henüz çok küçük yaştayken kaybettiği annesi Srpuhi Babek’e ait bir düğün elbisesi yer alıyor. 100 yıllık elbise, pırıl pırıl haliyle çok etkiliyor ziyaretçiyi.
Müze içerisinde, özel bir platformumuz yer alıyor. Eski köy görüntüsünün ilüstre edildiği bu alanda; hasır tabanlı bir sandalye, Çakı Dede’nin paltosu ve Sirop Dede’nin şapkası yer alıyor. Bu alan, bir fotoğraf ve sunum alanı gibi planlandı. Burada çeşitli etkinlikler yapılabilecek. Ayrıca bu alanda çektiğiniz fotoğrafı sosyal medya hesaplarımızla hashtag yaparak paylaştığınızda, varlığından bihaber olduğunuz pek çok akrabanıza da ulaşabileceksiniz.
Hemen yanına, eski fotoğraflardan oluşan özel bir pano hazırladık. Fotoğraf önlerindeki müze logolu kartlar, ziyaretçinin de katılımını sağlıyor. Ayrıca bir de belgesel odamız yer alıyor. Vakıflıköy’ün bugününü anlatan özel bir film hazırlandı. Erhan Arık imzalı bu film, 2019 yazında çekildi. Küçüklükten beri yaz-kış tüm hayatını köyde geçiren belli başlı karakterlerle zaman geçiren Arık, onların günlük yaşantısı üzerinden köy hayatını anlatan bir belgesel hazırladı. 45 dakikalık belgesel, geniş pencereden bakınca, Musadağ kültürünü anlatıyor.

1915 sonrası Musadağ’daki Ermeni köylerinden yurtdışına çok göç oldu ve birçok adreste, bu insanlar köydeki yaşamlarını sürdürmeyi başardılar. Yurtdışındaki Musadağlılarla iletişime geçtiniz mi? Koleksiyonu oluşturmak için onlardan destek aldınız mı?

DOĞAKA ile sözleşme imzalandıktan hemen sonra ilk işimiz, Ermenistan’daki Musaler Köyü ile iletişim kurmak oldu. Hrant Dink Vakfı’nın Beyond Borders Projesi aracılığıyla Musaler’e giderek, oradaki Musadağlılar Derneği yöneticileriyle bir araya geldik ve onlar aracılığıyla, 1939 sonrası Musadağ köylerinden oraya göç etmiş yaşlılarla röportajlar yaptık. Bize verdikleri birkaç eşya ile de döndük. Yazları da, Asdvadzadzin Bayramı zamanında yurtdışındaki birçok Musadağlı Vakıflıköy’de toplanır. O süreç içerisinde, Fransa Musadağ Dernek Başkanı’yla iletişime geçtik ve fikir alışverişinde bulunduk. Hâlâ tüm Musadağlılardan, müzenin eser bazında gelişmesi için destek beklemeye devam ediyoruz.

Müzede etkinlikler de olacak mı?

Evet. Geçici sergi planlarımız var. Ancak bunlar henüz netleşmedi. İlerleyen zamanlarda çeşitli çalıştaylar ve sempozyumlar düzenlemeyi de planlıyoruz. Tabii tüm bunlar henüz proje aşamasında.

Vakıflı, aslında bir hayli turistik bir köy. O yüzden de köylüler, başka insanların ziyaretlerine alışkınlar diyebiliriz. Yine de, köyde yaşayanların müzeye dair bakışı ne yönde? Bunu nasıl karşıladılar?

Köy halkı, araştırmacı ve gazetecilere çok alışkın. Çoğu zaman da geri getireceklerine inandırılarak, çeşitli fotoğraf ve eşyaları ellerinden alınmış. Dolayısıyla, başlangıçta çok güzel karşılanmadı müze fikri. Ancak Vakıflıköy Müzesi’nde her eşya emanet. Yani köylünün ahırlardan devşirme depolarında çürüyecek eşyalar temizlenerek sergiye konuldu ve yine kendi isimleriyle emanete alındı. Hem kültürü yaşatacak hem de korunmuş ve bakılmış olacak. Zamanla kabullenildi müze fikri. Şimdi, müze somutlaştıktan sonra, eşya gelmeye de devam ediyor.  -Tamer Yazar-

Exit mobile version