Adalet Üzerine

Adâlet kavramı, ‘hakkaniyet ve eşitlik prensipleri gözetilerek her hak sahibine hakkının verilmesi, hakkın ikame edilmesi ve hakça bir dengenin kurulması manasına gelmektedir. Birçok tanım bulunsa da günümüzde en çok kullanılan adalet tanımı Roma hukukundan Ulpianus’un tanımıdır: Onurlu yaşamak, herkese kendine ait olanı vermek, başkasına zarar vermemek. Adalet toplumsal bir olgudur, toplumsal yükümlülükler açısından eşitlik ilkesine […]

Adâlet kavramı, ‘hakkaniyet ve eşitlik prensipleri gözetilerek her hak sahibine hakkının verilmesi, hakkın ikame edilmesi ve hakça bir dengenin kurulması manasına gelmektedir.

Birçok tanım bulunsa da günümüzde en çok kullanılan adalet tanımı Roma hukukundan Ulpianus’un tanımıdır: Onurlu yaşamak, herkese kendine ait olanı vermek, başkasına zarar vermemek.

Adalet toplumsal bir olgudur, toplumsal yükümlülükler açısından eşitlik ilkesine ya da hak eşitliği ilkesine

dayanır, hatta toplumsal düzeyde haklar dengesine dayanır.

Sokrates’e göre adalet, iyi olanı kötü olandan ayırma bilgisidir. Bu bilgi ise hukuk duygusunda belirginleşir. Aristoteles’e göre ise; yasalara uymamak, onu kendi çıkarlarına göre kullanmak dolayısıyla bu şekilde eşitsizlik yaratmak adaletsizlik, yasalara uygun davranmak ve eşitsizliği bozmamak adalettir.

Bazı yazarlar adalet kavramını toplumsal yaşamla ilgili tüm kavramların temeline yerleştirirler.

Örneğin Diderot “Tek bir erdem vardır, o da adalettir” der. Adalet kavramı ahlakla uzaktan yakından ilgili tüm kavramlar gibi özgürlük sorununa götürülerek tartışılır. Çünkü adaletin temelinde, “adaletsizliğin acısını çekme korkusu” biçiminde de olsa bir başka biçimde de olsa özgürlük istemi vardır. Ancak istem adaleti sağlamaya yetmez, bunun için güç gereklidir.

Biaise Pascal “Güçsüz iktidar adaletsizdir, adaletsiz güç zorbadır” der. Genel olarak güçle adaleti dengede tutma eğilimi ağır basar.

Joubert şöyle diyor: “Güçsüz adalet de adaletsiz güç de korkunç şeydir.” Bazı yazarlar adaleti daha bireysel bir temele, ahlakçılık ya da iyilikçilik temeline oturtmak ister.

Mauriac’ın bu konuda görüşü şudur: “Dünyada en korkunç şey iyilikseverlikten ayrı düşmüş adalettir.” Her ne olursa olsun, adalette süreklilik kaçınılmaz bir koşuldur, işte bu yüzden geç kalmış adalet adalet değildir.

Adalet üzerine kahve tadında bir öyküyle devam edelim.

Çok eski yıllarda İngiltere’de bir gelenek varmış. Sıradan bir vatandaş öldüğünde kilisenin çanı bir kez çalınıp herkese duyurulurmuş. Bir asil öldüğünde iki kez, kralın bir yakını öldüğünde üç kez, kral öldüğü takdirde ise dört kez çalınırmış. Günün birinde, herkesin hak aramak için sığındığı mahkeme, bir vatandaşı haksız yere mahkûm etmiş… Ve kilisenin çanı tam beş kez çalmış.

Ahali merak içinde kalıp papaza koşmuş: “Ey papaz efendi, kraldan daha önemli biri var mı ki o ölünce çan beş kez çalınsın…” Papaz yanıt vermiş:

“Kraldan daha önemli bir şey var!.. Adalet öldü.”

ADALET İLE İLGİLİ TARİHİ BİR NOT:

Berlin’de Hakimler Var!

Hikayeye göre Alman Kralı II. Frederick 1750 yılında Postdam’dan geçerken orada bir yeri çok beğenir ve adamlarına orada kendisine bir saray yapmaları emrini verir.

Kralın adamları gösterilen yere gidince orada bir değirmen olduğunu görürler. Saray yapılabilmesi için o değirmenin oradan kaldırılması gerekir. Bunun üzerine gidip değirmenin kapısını çalarlar. Karşılarına değirmenin sahibi yaşlı adam çıkar. Kralın adamları, kralın değirmeni satın alacağını söyleyip kaç para istediğini sorarlar yaşlı değirmenciden. Fakat değirmenci satmayı kesin bir dille reddeder. Değirmen için ederinin çok üstünde teklif yapılsa da nafiledir.

Adamları kralı yanına döner ve durumu anlatırlar. Kral, adamlarını geri çeviren değirmenciyle bir de kendisi konuşmak ister. Yaşlı değirmenci kralın huzuruna çağrılır. Sorarlar anlatır; “Değirmen bana atadan kaldı, ben de onu çocuklarıma bırakacağım.” Kendisi için değirmen satılık değildir. Fakat kral da kararlıdır; değirmencinin yüzüne kendisinin kral olduğunu istese değirmeni para vermeden alabileceğini söyler. Değirmenci buna karşılık o unutulmaz cevabı verir:

“Alamazsınız. Berlin’de hâkimler var!”

Bu ‘haddini bilmez’ söze karşı tüm gözler krala çevrilir, çok hiddetleneceği düşünülür. Fakat o bu sözden hoşnut olur. Zira mahkemeleri ıslah etmek için öteden beri çalışmaktadır ve çabalarının meyvelerini verdiğini görmek onu mutlu eder. Krala karşı bile olsa mahkemelerin adaletine güvenilmektedir. Bunun üzerine kral tarihe geçen şu sözünü söyler:

“Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz.”

Kral II. Frederick bu değirmenin Prusya Krallığı ayakta kaldıkça korunmasını ister. Değirmenin yanına sarayını yaptırır. Uzun yıllar burada kalan kralın bir keresinde şöyle dediği söylenir:

“Adalet bana her sabah, sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.”

Bu meşhur hikaye gerçek midir değil midir bilinmez fakat II. Frederick; bilgiye, fikre ve adalete önem veren bir kraldı. Prusya’nın bir hukuk devleti haline gelmesini istiyordu. Bunun için de güçlünün değil haklının mahkemelerde galip gelmesi gerektiğine inanıyordu ve şöyle diyordu: “Mahkemeler konuşmalı, krallar sessiz kalmalı.”

O değirmen hala bir adalet simgesi olarak orada, sarayın yanında duruyor. Ve bugün Almanya’da insanlar muhtemelen rahatlıkla Berlin’de hakimler var diyebiliyor.

Exit mobile version